Japon korku sinemasının, Ringu (1998) ve Ju-on: The Grudge (2002) gibi bayrak taşıyıcı filmlerin önderliğinde gelişen süreçte -Japonya’daki önemli gişe başarılarının yanı sıra J-Horror etiketinin Batıda da geçer akçe olmasının da etkisiyle- aslında özüne dönerek yeniden hayalet filmlerine ağırlık verdiğini görürüz. Tomie serisi (1999-2011), Kairo (2001) ve Dark Water (2002) gibi kalburüstü örneklerden sonra bir dolu “kopyacı” filmle karşı karşıya kalırız ki hemen her furyada şahit olduğumuz üzere kalite iyice aşağılara düşer. İşte o dönemde çekilmiş ve gözden kaçmış bir film olarak işaret edebileceğim Mizuchi, ufak tefek eksikliklerine rağmen güçlü atmosferiyle izleyeni resmen hipnotize ediyor.
Hirofumi Tanaka’nın aynı isimli korku romanından uyarlanan filmin senaryosunu da kaleme alan Kiyoshi Yamamoto, gerçekten zor bir işe girişmiş. (IMDb’de ilk filmi olarak gözüküyor ama Yamamoto, 2004 tarihli Onryou isimli bir antolojinin de yönetmenliğini üstlenmişti.) Romanı okumadım ama uyarlama, bazı kısıtlamalara gidilmek zorunda kalındığını hissettiriyor. Sanki Yamamoto, karakterlerini sadece anlatısına hizmet eden bir dünyaya sıkıştırarak kısmen lehine kısmen de aleyhine çalışan bir yöntem tercih etmiş.
Film, şu epigraf ile açılır: “Kötülük suyun içinde pusuda bekler. Suyu içene musallat olur. Aynı zamanda ‘ölüm suyu’ olarak da bilinir.” Böylece daha film başlar başlamaz kötülüğün merkezi kati bir biçimde işaret edilir ve artık koşulsuz şartsız kabul etmek zorunda olduğumuz bir gerçeklik haline gelir. Hemen akabinde başkarakterimiz Kyoko’ya ait üst sesi duyarız: “Gözlerimle gördüklerim, başkalarının gördükleriyle aynı mı? Hangi kısmı gerçek, hangi kısmı değil? Gözlerimi oyarak bu kâbusa son verebilir miyim?” Bu sözler, daha biraz önce bütünüyle kabullendiğimiz gerçekliği sorgulamamıza yol açar.
*** Bundan sonraki kısım eser miktarda sürprizbozan içerir. ***
Tokyo Metro Gazetesi’nde muhabir olarak çalıştığını öğrendiğimiz Kyoko, arabasıyla bir huzurevine gelir. Yeni terkedilmiş gibi duran boş bina içinde gezinirken koridordan bir kuş sürüsü geçer. Böylece bir rüyanın (ya da daha doğrusu bir kâbusun) içerisinde olduğumuzu anlarız. 4 numaralı odaya gelen Kyoko, burada televizyon karşısındaki sandalyede oturan yaşlı bir adamla karşılaşır. Yerde duran keskin uçları kanlı makas, kötü bir şeyin (ölümün) habercisi gibidir. Kyoko, adamın omzuna dokunur ve cansız beden yere yığılır. Net bir şey göstermez ama biraz önceki üst sesin yönlendirmesiyle adamın gözlerini oyarak intihar ettiğini anlarız. Yaşlı adamın elinde bir kâğıt parçası vardır ve üzerinde “mizuchi” (death water / ölüm suyu) yazmaktadır. Kyoko’ya ait üst ses yine devreye girer: “Bu benim kâbusumun başlangıcıydı.”
Filmin neredeyse tamamı, açılıştaki kâbus sekansının bir nevi devamı gibi tam bir kâbus havasında geçiyor. Açılıştan sonra birtakım gelişmelerle yan karakterlerin ana öyküye dâhil olma süreci başlıyor. Bu süreçteki hemen her detay muhakkak ki ana öyküyle ilintili. Örneğin radyodan ve televizyondan verilen deprem haberleri, sadece Japonya’da çok sık deprem olduğuna işaret eden bir gösterge değil, sonradan önemli hale gelecek bir detay işlevine de sahip. Ya da Kyoko’nun cep telefonunun saatini kurarak aksatmadan aldığı haplar da önemli bir örnek olarak gösterilebilir.
Kyoko’nun evliliği, ilk çocuğu Yohei’nin doğumunun hemen ertesinde sona ermiştir. Bebeğiyle beraber yalnız yaşayan Kyoko, altı ay kadar önce bir tarikat haberi için görüştüğü Profesör Marikawa’nın gözlerini oyarak intihar ettiğini öğrenir. Kendini öldürmeden önce üzerinde “ölüm suyunu içmeyin” yazan bir not bırakmıştır. Bölgede yaşayan bazı lise öğrencilerinin de benzer şekilde intihar ettiğini öğrenen Kyoko, olayı araştırmaya karar verir. Eski kocası Yuichi, Tokyo bölgesindeki suların kalitesini araştıran devlet biriminde görevli bir bilim insanıdır. İntiharların kaynağının içme suyu olabileceğinden şüphelenen Kyoko, Yuichi’den yardım ister ama içme sularının devamlı denetlendiğinden suyla ilgili bir sorun olamayacağını öğrenir. Peki, o zaman insanları intihara sürükleyen şey nedir?
Yeryüzünün yüzde yetmişi suyla kaplıdır. Aynı şekilde insan vücudundaki su oranı da benzer seviyededir. Yaşam kaynağı olan suyun yaşamı sonlandıran bir sıvıya dönüştüğü filmin (ve romanın) beslendiği en önemli kaynak olarak yerel efsaneleri gösterebiliriz. Filmin tanıtımında şöyle bir ibare kullanılmış: “Japon efsanelerinde ‘ölüm suyu’ olarak anılan lanetli bir sudan bahsedilir. Bu sudan içen herkes, bastırılamaz bir susuzluk ile tuhaf sanrıların esiri olur ve en sonunda da gözlerini oyarak intihar eder.” Ancak çeşitli kaynaklarda rastlanan Mizuchi, aslında suda ya da suya yakın yerlerde yaşayan bir çeşit ejderha ya da yılana benzer bir yaratık olarak tasvir edilir. Kimi kaynakların yorumlanmasında ise bir çeşit su tanrısı olduğu da öne sürülür. Filmin (ve romanın) orijinal ismi olan Mizuchi, Death Water (Ölüm Suyu) olarak İngilizceye çevrilmiştir ve zaten filmde (ve romanda) herhangi bir ejderha ya da yaratıktan bahsedilmez.
Dolayısıyla çerçeveyi biraz daha genişletip Japonya’daki dini inanışlardan Şintoizm’e de bakmak gerekir. (Bilindiği üzere bugün Japonya’da resmi bir din yoktur; nüfusun büyük çoğunluğunun Şintoizm ile Budizm inanışlarına ait dua ve ibadetleri, kimi zaman karma bir şekilde uyguladığı bilinmektedir.) Şintoizm’in kutsal kitaplarından Kojiki’deki yaradılış efsanesinde bizim de üzerinde yaşadığımız “normal” dünya, yeraltı dünyası ve bunlara hükmeden tanrıların nasıl ortaya çıktığı anlatılmaktadır. (Buradaki yeraltı dünyası öldükten sonra gidilen öbür dünyayı temsil etmektedir.) Filmde bahsi geçen Yomi Çeşmesi yeraltı dünyasına aittir (ki zaten Yomi yeraltı dünyası demektir) ve art arda gerçekleşen depremler sonrasında yeryüzüne çıkan lanetli çeşmenin suları, Tokyo’nun ana su kaynağı olan bir barajın sularına karışmaktadır. Yomi Çeşmesi’nin suyundan içen herkes birtakım doğaüstü yan etkilere maruz kalır ve en sonunda da intihar eder.
Sonuç itibarıyla Mizuchi, aynı Ringu türevi filmlerde olduğu gibi gizemli bir lanetin sırrını çözmeye çalışan birkaç kişinin peşine takılıyor. Ancak buradaki lanet, bir insandan diğerine atlayan zincirleme bir lanet değil. Hatta sırrının tam olarak çözülebildiğini bile iddia edemeyiz. Ayrıca lanetin kaynağı ile ilgili hiçbir şey göremediğimizi de belirtmek lazım. Sadece Kyoko ile ona yardım edenlerin bulmaya çalıştıkları, buldukları veya bulduklarını zannettikleri ile yetinmek zorunda kalıyoruz. Bu da bizi tamamen başkarakterin yaşadığı dehşet, şaşkınlık ve merak gibi duyguların hâkim olduğu bir dünyaya hapsediyor ki filmin cazibe noktası tam da burası.
Filmdeki karakterlerin tamamını sadece ana öykü çerçevesinde gelişen olaylar içinde görebiliyoruz. Örneğin muhabirlik yapan Kyoko’yu lanet dışında herhangi bir haber vs. ile uğraşırken hiç görmeyiz. Ya da su kalitesi ile ilgili araştırmalar yapan Yuichi için de aynı saptama yapılabilir. Bu tercih karakterlerin yeterince zenginleşememesine neden oluyor, evet ama öte yandan da filmin kurmaya çalıştığı boğucu atmosfere de fazlasıyla yardımcı oluyor. Aradaki dengeyi iyi oturtmak lazım ve Mizuchi bu işi iyi beceren filmlerden biri.
Ağır bir tempo ile ilerleyen Mizuchi, yerel efsanelerden beslenerek kurguladığı lanet öyküsünü çağdaş bir zemine oturtuyor. Göstererek korkutma kolaycılığından uzak duran film, tedirgin edici bir atmosfer kurup, bunu filmin bütününe başarıyla yayıyor. Finaldeki sürprizi de hiç fena değil. Japonya’dan favori yönetmenler listemin tepelerinde yer alan Kiyoshi Kurosawa’nın filmlerini andıran Mizuchi, psikolojik yanı ağır basan korku filmlerine düşkün bünyeleri fazlasıyla memnun edecektir.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca
[box type=”info” align=”” class=”” width=””]
Not: Kojiki’de geçen Izanagi ve Izanami bölümüne, bilhassa Izanagi’nin yeraltı dünyasına gidişini ve dönüşünü anlatan (ve Yunan mitolojisindeki Orpheus ve Eurydice mitine fazlasıyla benzeyen) bölüme göz atmanızı tavsiye ederim. [/box]