Basketbol Bir Araçtır: More Than a Game (2008)

1 Ocak 2017

“Basketbol bir araçtır. Her şeyin sonu değil. O, sizi A noktasından B noktasına götürecek bir araçtır. Basketbolu kullanın, onun sizi kullanmasına izin vermeyin.”

blankAktif basketbolcular içerisinde, gezegenin en iyisi kimdir diye sorulsa, şüphesiz herkesin listesinde yer alacak isimlerden biridir LeBron James. Onu sevmek zorunda değiliz ama yeteneği, oyuna olan aşkı ve daha da önemlisi zafer için çırpınışı asla yadsınamaz. Bunu, 2010 yılında LeBron’un hiç de etik olmayan Miami Heat’e transferi ardından formasını çöpe atan biri olarak söylüyorum. Evet, o çok büyük hatalar yapıp çok talihsiz demeçler verdi ve zaman zaman kendisine karşı büyüyen kocaman bir antipati oluşturdu. Ancak tüm bunlar bile, onun hala gezegenin en iyilerinden olduğu gerçeğini değiştirmeye yetmiyor.

LeBron’un nasıl büyük bir yıldız olduğunu anlamak, hangi aşamalardan geçtiğine şahitlik etmek istiyorsanız izlemeniz gereken en önemli film kesinlikle More Than A Game. Evet, bu yazıya da konu olan belgesel belki LeBron altyapısıyla popüler olmayı başaran bir iş. Ancak olayın iç yüzüne baktığımız zaman, durumun oldukça farklı olduğunu görmekteyiz. More Than A Game ya da Türkçe ismiyle anmak gerekirse Bir Oyundan Daha Fazlası, adıyla müsemma bir şekilde, basketbolu odak noktasına yerleştiren ve oradan bir hayat tasviri çıkarmayı başarabilen bir film. Takım olabilme olgusuna eğilen, baba-oğul ilişkisine parantez açan, zafere giden yolda dostluğun önemine dem vuran ve bizleri bir yıldızın doğuşuna şahitlik ettiren film şüphesiz alanının en iyilerinden biri.

blank

Dru Joyce III,  Romeo Travis, Willie McGee, LeBron James ve Sian Cotton’dan oluşan ve kendilerine “Muhteşem 5’li” diyen St. Vincent–St. Mary Lisesi öğrencilerinin oluşturduğu basketbol takımının adım adım zafere gidişine ortak olduğumuz belgesel, yalnızca bununla da sınırlı kalmıyor; Dru Joyce III ve takımın koçluğunu yapan babası Dru Joyce II ile olan ilişkisine de parmak basarak, anlatıya bambaşka bir boyut kazandırıyor.

En başta dediğimiz gibi LeBron James, belki de an itibariyle gezegenin en iyi aktif basketbolcusu. (Kobe Bryant’ın 2016 itibariyle basketbolu bıraktığını hatırladıkça, bunu daha da kolay dile getirebiliyorum.) Tabii ki onun bu seviyelere gelmesi bir tesadüf eseri değil. Muhakkak bu aşamadaki en büyük pay, LeBron’un insanüstü yeteneği. Ancak çocukken yaşadığı zorluklar, öz babasını tanımayışı, annesinin maddi olarak zor zamanlardan geçmesi; onun çalışma azmine ve en iyi olmak için çabalayışına artı yönde katkı sağlayan etmenler. Yine de bu noktada, onun en büyük şansının karşısına çıkan insanlar olduğunu söylemekte yarar var. More Than A Game’in her bir saniyesinde görebileceğimiz gibi, LeBron hayalindeki aile hayatını esasen basketbolun içerisinde bulanlardan. Onun bu oyuna âşık oluşu; bu yolculukta yanında olan dostlarıyla o kadar yakından ilişkili ki!

Film, yıldız basketbolcunun ortaokul günlerinden başlayarak lise eyalet şampiyonluğuna uzanan sürecini ele alırken; yalnızca onun başarı öyküsüne takılıp kalmıyor. Popüler bir ikon olarak LeBron James’in hayatı başlı başına ilgi çekebilecek bir unsurken, More Than A Game yalnızca bunu yapmayı reddediyor ve merkezine yerleştirdiği dostluk temasıyla izleyenlerine oldukça naif bir basketbol hikâyesi izlettirmeyi başarıyor. Özellikle lise yıllarında daha şiddetli bir şekilde vuku bulan takımdaşlık olgusunun filmin her bir dakikasında diri tutulması, hem LeBron’un çabuk olgunlaşmasının altını dolduruyor, hem de birbirine sırtını dayayan bir grup gencin zafere giden yoldaki başarısını daha anlamlı kılıyor.

blank

Lise yıllarında takım sporu yapanların çok iyi bileceği üzere, o yaşlarda kazanmak için verilen özverinin değeri oldukça büyüktür. Bir nevi; amatör duygularla profesyonel bir iş yapmaya benzer. More Than A Game’in en büyük başarısı ise, bir belgesel olmasına karşın adeta bir kurmaca edasıyla bu duyguyu karşı tarafa şiddetli bir şekilde geçirebilmesinde yatıyor. Sonunda LeBron’un büyük bir yıldız olacağını ve takımını eyalet şampiyonluğuna taşıyacağını bilirsiniz ancak filmin yarattığı ritim her defasında sizi havaya sokmayı başarabilmektedir. Dru Joyce III’un başlı başına bir film olmayı hak edecek kendi öyküsü, Romeo Travis’in sonradan takıma katılıp, onlardan biri olmayı başarabilmesi; filmin içindeki yan hikâyecikleri olarak da anlatının dinamizmini arttırmaktadır. Bu noktadaki en büyük payı şüphesiz yönetmen Kristopher Belman’a vermeliyiz. Belman’ın tasarladığı yapı, izleyenleri bir an olsun filmden koparmayan, kurgusuyla hayranlık uyandıran ve spor odaklı bir belgeselde adeta referans gösterilebilecek türden bir işleyişe sahip.

Filmi türevlerinden ayıran bir diğer önemli unsur ise, dramatik yapıyı oldukça eğlenceli bir şekilde kurmasında yatıyor. Özellikle takımın oluşmaya başladığı ortaokul günlerinde seçilen anlatım dili, klişeleşen Amerikan anlatısının çok uzağında seyrediyor ve adeta onların kendi dezavantajlarını tiye almayı başarıyor. Çocukların takım otobüsü yerine, koçun arabasında deplasmana gittiği günler, Dru Joyce III’un sahada oldukça küçük duran görüntüsü gibi detaylar, izleyenlerin yüzünde küçük tebessümler oluşturabiliyor.

More Than A Game için yapılabilecek en iyi tanım; her bir parametresiyle, sıfırdan zirveye gidişin en mükemmel hali olacaktır. Basketbol hakkında üstün bilgisi olmadığını itiraf eden Koç Dru Joyce II’nun kendini geliştirmek için verdiği amansız uğraş, henüz lise çağındaki çocukların birbiri arasındaki mükemmel uyumun sahaya yansıyışı ve tüm basketbol bezeli olayların, hepsinin ayrı ayrı özel hayatlarına pozitif katkısı, filmin ismini daha da anlamlı bir hale getiriyor. Evet, hepsi için basketbol bir oyundan fazlası olmuştu. Onlara hayatı öğreten, umutların her daim diri tutulmasını öğütleyen, dostluğun en büyük kazanç olduğunu aşılayan bir öğretmendi bu oyun onlar için. Bu nedenledir ki; film hiçbir zaman salt bir spor belgeseli olarak anılmayacaktır.

blank

Hikâye, hayattan aldığı referansları ve arkadaşlığın önemini olabilecek en etkileyici şekilde filme aktarırken, popüler ikonu LeBron James’i de her daim göz önünde tutuyor. Ohio’lu liseli bir basketbolcunun, bir anda tüm ülkenin gündemine oturması; onun aslında gümbür gümbür gelen ayak seslerinin de habercisidir. Dönemin en büyük starları Jordan -ki kendisi basketbol tarihinin en büyük oyuncusudur- Kobe, Shaq gibi isimlerin LeBron hakkındaki övgü dolu söylemleri, onun daha o yaşta takip edilen bir yıldız kalibresine çıkmasına olanak sağlamaktadır. Hatta LeBron’un NCAA’yi gitmeyi reddedip, erken profesyonel olması, yarattığı bu büyük beklentiyle ve popülariteyle oldukça yakından alakalıdır da diyebiliriz.

Bu aşamada filmin, LeBron’un ele avuca sığmaz egosunu anlamamız konusunda da bir misyon yüklendiğini görmekteyiz. Düşünsenize bir lise oyuncusunun maçını yaklaşık 10.000 kişi izlemeye geliyor, tarihin en iyisi Jordan onun hakkında methiyeler düzüyor ve daha o yaşlarda ancak hayal olabilecek sponsorluk anlaşmaları birbiri ardını izliyor. Daha 17 yaşındaki bir çocuğa karşı gelişen böylesine büyük bir ilgi, onun özellikle kariyerinin ilk yıllarındaki şişkin egosunun ortaya çıktığı dönemi anlamamız konusunda da bize yardımcı olmaktadır.

More Than A Game, LeBron James’e kendi özelinde hak ettiği övgüyü veren, ancak bir takımın şampiyon olabilmesi için yalnız büyük bir yıldızın yeterli olmayacağını, aslan payının takım olabilmekte yattığını defaatle irdeleyen etkileyici bir belgesel. Bir lise takımının zafer yürüyüşünün anlatısı olan film, gençlik yıllarında takım sporu yapan yahut basketbola âşık olan her bir bireyin gözünü kırpmadan izleyeceği; buna ek olarak hayata dair de birçok detayı içinde barındıran, alanının en iyi yapımlarından bir tanesi. Koç Dru Joyce’un babacan tavırlarıyla hayranlık uyandırdığı, LeBron James efsanesinin doğuşunun ilk basamağı olan film; spor ve hayat bileşiminin en naif anlatılarından biri olarak hala güncelliğini korumaktadır.

Polat Öziş – polatozis@hotmail.com

blank

Polat Öziş

1992 İzmit doğumlu… Küçük yaşlarda tanıştığı Yeşilçam filmleri sayesinde sinema en büyük tutkusu oldu. Sonrasında ilginç bir şekilde Muğla’ya İktisat okumaya gitse de tutkusundan vazgeçemedi ve sinemayla ilgili çalışmalar ortaya koymaya başladı. İzledi, düşündü, çekti. Sonunda ise filmler hakkında yazmaya başladı. Film Arası Dergisi, Film Hafızası ve Öteki Sinema’da çok sevdiği filmler hakkında yazmaya devam ediyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Sivri Dilli Stand-up’çının Hikayesi: “American: The Bill Hicks Story”

Bill Hicks’in kısa ama hızlı hayatına ucundan tanık olmak isteyenler
blank

Doğaya Özlem: Ashes and Snow (2005)

Ashes And Snow, görselliği ile adeta hipnotize ederken insanın doğayı