Şu sıcak yaz günlerinde çerez niyetine izlenebilecek, harıl harıl kaynamakta olan Ortadoğu ve ülke gündeminden azıcık uzaklaşmanızı sağlayacak minik bir gerilim filmi olarak; Mr. Jones’u takdim etmek istiyorum. Beklentilerinizi minimuma ayarlayın, bu gizemli ve karanlık hikayeyi gözünüzde fazla büyütmeden geçin ekranın başına. Öyle yaparsanız, çok da fena bir indie film olmadığını göreceksiniz. Bu arada eğer found footage filmlerini sevmiyorsanız, uzak durmanızı ve hiç bulaşmamanızı öneririm.
Karl Mueller‘in ilk uzun metrajlı filmi olan Mr. Jones ilk gösterimini Tribeca Film Festivali‘nde yapmış. Son dönemde sıklıkla gördüğümüz zilyon tane el kamerası filmleri arasında fena olmayanlar listesine girebilir. Çünkü Mr. Jones konu itibarıyla bu konsept için oldukça uygun. Ancak filmin ikinci yarısında fazlasıyla Insidious etkisi görülüyor. İlham almak istemişler, ama ilhamın dozu biraz kaçmış sanırım. O kısımlar biraz sıkıcı olabiliyor. Aslında filmin bir bölümü atmosfer olarak biraz da True Dedective‘in son bölümünü andırıyor diyeceğim, ama “yok artık” diyeceksiniz…
Penny (Sarah Jones) ve erkek arkadaşı Scott (Jon Foster) şehirden uzakta, ıssızlığın ve ormanın ortasında bir kulübe kiralıyorlar. Amaçları bir belgesel çekmek. Burada bu küçük kulübede ve ormanda, elbette türün olmazsa olmazı olarak ufak tefek aksilikler, gereksiz atışmalar ve bazı teknik sorunlar yaşanıyor. Bu sırada, ormanın bazı noktalarında çoğunlukla tahtalar kullanılarak yapılmış el işi – göz nuru tuhaf “sanat eserleri” sayılabilecek değişik heykelcikler buluyorlar. Penny bu eserlerin Mr. Jones’a ait olabileceğini iddia ediyor.
Mr. Jones kimliği bilinmeyen, zaman zaman hiçbir anlamı olmadığı halde çeşitli galerilere işlerinden örnekler yollayan (film ilerledikçe ve Mr. Jones’un yegane amacı ortaya çıktıkça, eserlerinden galerilere yollamasının ne kadar anlamsız olduğunu bir kez daha anlayacaksınız) anonim bir sanatçı olarak biliniyor. Penny hazır bulmuşken Mr. Jones ve eserleri üzerine çalışmaya başlıyor. Scott da elbette, acayip tahta heykeller yapan ve dağın başında tek başına yaşayan bu tuhaf adam etraftayken, sevgilisini ormanda bırakıp bir süreliğine şehre dönüyor. Ondan sonra olanlar oluyor elbette.
Mr. Jones, ait olduğu türün genel özelliklerini taşısa da özgün yanlar da barındıran enteresan bir film bana göre. Ancak yakaladığı bu orijinal yan, filmin ortalarından itibaren kaybolmaya başlıyor ve sonunda da dev bir klişe ile final yaparak, büyük potansiyelini tek hamlede harcayıveriyor. Biraz çabayla daha özgün bir son yakalanabilir ve kendi adına küçük bir kült filme dönüşebilirmiş Mr. Jones.
Filmdeki Mr. Jones son derece dikkate değer bir karakter olmuş. Mr. Jones adına yaratılmış eserler de oldukça başarılı ve hatta ürkütücü sayılabilir. Hatta bazı anların, özellikle Penny’nin tek başına Mr. Jones üzerine araştırma yaptığı anların hayli ürpertici olduğunu da belirtmek gerek. Ama işte ne var ki o noktadan sonra biraz yalpalanmaya başlıyor film ve de hikaye. Yine de son dönem doğaüstü filmler hanesine bir artı olarak yazılabilir Mr Jones. Son yıllarda bu alanda düşük bütçeli, özgün ve aynı ölçüde iyi sayılabilecek film görmek giderek zorlaşıyor neticede.