blankTercihlerimizin, hayat için kaldırım taşlarını doğru ya da yanlış kavramları ile akrabalık konusunda sağlıklı sonuçlardan bağımsız bir şekilde rotamızı çizerler. Tam da böyle düşündüğümüz bir anda şu cümle çıkagelir karşımıza : “Hiç bir seçim yapmadığınız sürece, herşeyi mümkün kılarsınız…” . O halde yıllardır bir düstur olarak ağızlara sakız olan, “Tercih etmek diğer seçeneklerden vazgeçmektir.” cümlesinin doğruluk payını da desteklemiş oluruz böylece! 

Tıpkı başlangıç sekansının yıldızı olan beyaz güvercinin kafasında çaktığına inandığımız “Ben bunu hak edecek ne yaptım?” sorusu, aslında özümüzün vazgeçilmez bir parçası halini almıştır. Seçeneklerin azaldığı zamanlarda kendimizi kaderciliğin kollarına teslim etmek, o bahsi geçen “an” söz konusu olduğunda düşüncelerimizin temeli olarak nitelendirdiğimiz bütün yapının da yıkılışını temsil etmektedir. Gerek sinema da, gerek ise yedi sanat dalının herhangi bir kulvarında, özde sürekli karşılaştığımız ve cevaplar konusunda durmadan kafa patlattığımız halde muğlaklığından fazla bir şey yitirmeyen bir demirbaştır tercihlerimiz. İşte Jaco Van Dormael, yedinci sanat adına aynı kalıptan çıkan ürünlerin biz sinema severleri kusma noktasına getirdiği şu günlerde, ilaç niyetine reçetenin en üst kısımlarına eklenmesi gereken bir yapım…

Gerçeklik kavramını ve bu gerçeklik ya da gerçek üstülük söz konusu olduğunda yönelimlerimizi sorgulayan film, aslında yine bu türde son derece başarılı bulduğum Waking Life ile benzeşen bir yol haritası izliyor. Herşeyin mümkün olabilmesi üzerine karalananlara da göz atmayı ihmal etmiyor. Sonuç olarak bütün gerçekliğini yitirip, kendi hücresinin ölümünün bile üstesinden gelen insanoğlu; plastik yaşama anlayışına tıkılıp kaldığında hatta üretim faaliyetlerini kurcalamayıp, “küresel” bir tüketim neferi olduğunda onu “kör” olarak nitelendirebiliriz. Fakat yine de özümüze dönüp bakmak yerine tercihlerimizin haritasını izleyerek eve dönüş yolunu bulabilmek daha sağlıklı olur.

blank

Van Dormael’in çözümlemeleri salt kelime oyunları ya da görsel “denemeler” kıvamında değil…Gerçeküstü sinema anlayışını son derece başarılı görsel kompozisyonlar ile destekleyen yönetmen, yedinci sanat namına bildiğimiz herşeyi de bir daha gözden geçirmemizi sağlıyor adeta! Bütün bunlarla birlikte 45 milyon dolar gibi azımsanamayacak bir bütçeye sahip olmasına rağmen sadece 2,5 milyon dolarını toparlayabilmesi sinema pazarlaması ya da izleyicinin yaklaşımı konusunda da çeşitli soru işaretleri barındırıyor.

Dormael, izleyicisini sırf çıkarımlar sunarak boğmak yerine, onu diri tutacak görsellikleri ve başarılı kurgusal ilüzyonları sayesinde seyir zevkini diri tutabilmeyi de başarıyor. İstanbul Film Festivali sayesinde yurdumuz izleyicis ile buluşma şansı yakalayan Mr. Nobody, öyle sanıyorum ki kulaktan kulağa yapacağı sükse ile, bizde adet olduğu üzere 3-4 yıl sonra genel gösterime girebilir.

Üzerine sinen Avrupa kokusuna ve pahalı olmasına rağmen kilit altında kalmamasına rağmen; Dormael popüler oyuncular ile çalışmayı tercih etmiş. Diane Kruger’ın ölçülü oyunculuğu görmezden gelinemez fakat ana karakterin farklı dönemlerini başarılı bir şekilde canlandıran Jared Leto’nun performansı gerçekten şapka çıkarılacak türden! öyle ki son zamanlarda en fazla takdir ettğim performanslardan birini sergilediğini söyleyebilirim…

Sözün özü şudur ki, hayalgücümüzü başarılı bir şekilde kurcalarken; gerçek anlamda tadı damağımızda kalan bir sinema şölenine imza atan Dormael’in ellerinden öpmek bir tarafa; sinemanın izleyici üzerindeki mevcut işlevini de yeniden gözden geçirmemizi sağlayacak ender yapımlardan biri Mr. Nobody…Hele ki son bir kaç yıl içerisinde eğlence sinemasının tiksinlerinden kurtulamayan ve adam akıllı seyirlik söz konusu olduğunda çuvalı boş kalan nitelikli sinema izleyicisi için biçilmiş kaftan…Hatta Site konseptinden de güç olarak şunu söyleyebilirim ki, Sinemanın “öteki” taraflarında rahatlık gezinirken bir ayağını da buradan çekmeyen bir yapım…İyi Seyirler…

Öteki Sinema için Yazan Fatih Yürür

blank

Fatih Yürür

İlk sinema deneyimi, bir Stephen King uyarlaması olan “Geri Döndüler” olmuştur. Yazmaya başladığı dönem ise aslen lise yıllarıdır. Saçma sapan korku hikayeleri kaleme almaktadır ve asıl amacı bir gün bunları görselleştirebilmektir. Çeşitli platformlarda oyun incelemeleri ve film eleştirileri yazar. Yaratmış olduğu RüyadaM adında bir animasyon ve çizgi hikaye karakteri bulunmaktadır.

10 Comments Bir yanıt yazın

  1. Herhangi bir örneklendirme olmadığı sürece bu tür eleştiriler ciddiye alınmaz… Nesi berbattı? senaryoyu sana göre orjinallikten uzaklaştıran neydi? Biraz daha eleştiri kültürümüz olursa daha iyi anlaşırız kanımca :)))) Saygılarımla…

  2. Çok değerli arkadaşım ben senin fikrinden bahsediyorum sen başka bir yazar arkadaşımızın yazısını bana referans gösteriyorsun olmuyor böyle…Farkındaysan yazının altındaki yorumlarda “imdb puanına tav oldum” vs vs diyerekten uzayıp gidiyor…Pek çoğunun filmi izlediği bile şaibeli…Elbette beğenip beğenmemek kişisel bir şey fakat biraz kendi düşüncelerimiz kendi deneyimlerimiz çıksın sahneye…Ben bunu demek istemiştim…Saygılarımla…

  3. günümün çogu film izlemekle gecer ben hayatımda bu kadar bayıcı bu kadar mantıksız bu kadar saçma bir film görmedim . ben normalde emek harcanan bir işte bu kadar acımasız eleştri yapmam ama bu yapım berbatt tek kelime ile hemde

  4. uzun olması nedeniyle bazen sıkıcı olsa da film genel itibari ile seyirlik oyunculuklar için dahi izlemeye değer..

  5. EQ’su gelişkin vatandaşların hoşlandığı ve etkilendiği, tek piston IQ ile çalışanların ise, bir mantık aradığından mütevellit bir türlü sevmediği, anlamadığı film.

    Amacım patlıcan oturtma yapmak değil de, çamur atıncaya kadar üzerinde düşünmek, insan doğası gereği daha verimli olacaktır.

  6. yer yer enteresan geldi, yer yer beğendim yerler oldu gibi ama en sonunda anlamlandıramadım. öyle garip bi tat bıraktı sadece. bende de tek piston çalışıyor aykü demek ki?

  7. anlamadığım bir şey var sonunda aslında hangi hayatı yaşamış hepsini yaşamışmı bir de filmin sonu nasıl bitiyor?

  8. Bay Hiçkimse’nin belki de en trajik sahnesi 9 yaşındaki küçük bir çocuğun yapacağı büyük seçimdir. İşte olaylar silsilesi ya da şenlik demeliyim belki bundan sonra başlar. Nemo kimi seçmiştir, hangi hayatı yaşamıştır, hangi kadına aşık olmuştur?
    Muhakkak ki filmin sonunda sorularının cevaplarını alamayıp çıldıran izleyiciler vardır ama beni etkileyen cevaplardan çok sorular oldu belki de. Yapılabilecek onlarca seçim, alternatif hayatlar… Rüzgârın havaya savurduğu bir yaprak parçası, lanetler okuyacağınız bir küçük yağmur damlası…
    ” Eğer patates püresi ile sosu karıştırırsan daha sonra ayıramazsın, sonsuza dek. Baba’nın sigarasından çıkan duman bir daha asla içine dönmez. Geri dönemeyiz. Seçmek, bu yüzden zordur. Seçim yapmadığın sürece, kalan olasılıkların hepsi mümkündür. “

    Ruh halimize göre bizde türlü etkiler bırakabilecek bir film Bay Hiçkimse belki her şeyi mümkün kılan, belki de her türlü seçimin boktanlığını düşündüren, belki bir fantezi dünyasına alıp götüren, belki de samimi bir cümleyle hayatımızın değişeceğine inandıran… Ama kesinlikle etkileyici geçişleri, mükemmel diyalogları ve harika müziğiyle izlenilesi bir film
    ”Ölmekten korkmuyorum, yeterince yaşamamış olmaktan korkuyorum.”

    öncelikle yazarı tebrik ediyorum harika bir yazı,
    kişisel fikrime gelince filmi anlayamayanlar sorunu filmde değil, kendi film kültürlerinde aramalılar bence. Bir film giriş gelişme, sonuç gibi üç kısma ayrılır sonunda efendime söyleyim kızla oğlan kavuşmuştur falan :) bu tip izleyicin beklentisini klişe amerikan sineması karşılar sadece,zannımca Bridget Jones’un günlüğünü izleyin o zaman algılamada problem olmaz.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

John Dies at the End (2012)

John Dies at the End, cracked.com'un editörü Jason Pargin'in David
blank

5150 Rue des Ormes (2009)

5150 Rue des Ormes, Patrick Senecal’in aynı adlı romanından uyarlama