Rus Usulü Fantastika
“Biz sizin zamanınızda böyle miydik?” derler. “Biz iki yıl askerlik yaptık” derler. “Büyüklerimizin yanında bacak bacak üstüne atamazdık, sigara içemezdik” derler. Sonra da bitirici darbeyi vururlar: “Yok, bu yeni nesil adam olmaz.” Dedeler, ninelerdir onlar. İyi niyetlidirler belki ama bizi beğenmezler. Biz de böyle sözlerden sıkılırız elbette. “Be hey dede/nine, bizim zamanımızda İkinci Dünya Savaşı mı vardı?” diye sormak gelir içimizden. “Sizi devrinizde insanları bu kadar şımartan teknoloji mi vardı? 70 yıl önce doğsak sizden farklı mı olurduk? Veya siz 70 yıl sonra doğsanız daha mı bizden daha iyi insanlar mı olacaktınız? Bırak allasen” demek gelir içimizden ama diyemeyiz. Savaşa Dönüş (My Iz Budushchego) adlı Rus yapımı güzide fantastik filmin çıkış noktası bu değil ama hikâyesinin derinlerinde gizlenen unsurlardan biri de bu.
Film, bize 4 kafadarı tanıtarak başlıyor. İçlerinden Borman yırtık biridir ve grubun lideri rolünü üstlenmiştir. Chuckha bir bilgisayar bağımlısıyken Spirit, hayatında en değer verdiği şey saçları olan bir şarkıcıdır. Grubun faşisti Chereb’se ızbandut ebatlarında bir Neo-Nazi’dir. Yani kafadar dediğime bakmayın, zira arkadaş grubundan çıkar birliği yapmış insanlar portresi çiziyorlar. Elde ettikleri çıkarsa II. Dünya Savaşı buluntuları. Savaşın Rusya cephesinden geride kalanları toprağı kazıp çıkartıyor ve satıyorlar. Yaptıklarının kârlı bir iş olduğunu kendi alanlarında kaçak kazı yapan bir diğer grubu pataklamalarından anlıyoruz.
Neyse efendim, arkadaşlar yine işe koyulmuşken Spirit’in kazdığı toprak çöküyor ve II. Dünya Savaşı’ndan kalma bir kışla buluyorlar. İçerideyse 4 ceset var. Madalyaları, silahları ve diğer değerli eşyaları dışarı çıkardıktan sonra buldukları şeyi kutlamaya karar veriyorlar. İçtikleri romun da etkisiyle, aslında tarihe hiç de saygısı olmayan kahramanlarımız buldukları silahla atış talimi yapmaya karar veriyorlar. Hedef olarak hemşirenin kafatasını kullanıyorlar. İşte ne oluyorsa o anda oluyor. Önce içlerinden biri buna karşı çıkıyor ve hemşirenin kafatasını vurmalarını engelliyor. Sonra oğlunun sigara tablasını bulmalarını isteyen ihtiyar bir kadın peyda oluyor ve onlara süt getiriyor. Ekibimiz kadını başlarından savarken inceden dalga geçtiklerini de zannediyorlar. Derken Borman, dışarıya çıkardıkları sandığı açıyor ve 4 tane asker kimliği buluyorlar. Kimliklerin üzerinde kendi resimleri var. İçkiyi fazla kaçırdıklarına, hatta içki yüzünden zehirlenip halüsinasyon geçirdiklerine inanan kahramanlarımız çırılçıplak soyunup yakınlardaki göle dalıyorlar. Tekrar su yüzüne çıktıklarında artık 2008 yılında değil, 1942 yılındalar. Sonra ne mi oluyor? St. Petersburg’daki modern çağa alışmış olan, hayatı hiçbir şekilde ciddiye almayan 4 genç bir anda II. Dünya Savaşı’nın ortasına düştüğünde ne olursa, o oluyor. Dahası, içlerinden iki tanesi başta kafatasını hedef tahtası olarak kullandıkları Hemşire Nina’ya uğruna ölecek kadar âşık oluyor.
Savaşa Dönüş, tüm bu fantastikliğinin altında son derece ciddi bir söylem içeriyor: Çok değil, sadece 65 yıl önce yarısından fazlası sivil olmak üzere 70 milyon kişinin öldüğü, dünyanın tamamının etkilendiği bir savaş yaşadık. Yaşadık da ne oldu? Film, eğlendirici atmosferine rağmen temsil kabiliyeti son derece yüksek 4 karakter üzerinden bu soruya karamsar cevaplar veriyor. Buluntuları satan Borman “bazıları için para kaynağı oldu” diyor. Bilgisayarda Übersoldier II: Crimes of War adlı oyunu oynayan Chuckha “çoluk çocuğun eğlencesi oldu” diyor. Müzisyen olan Spirit “olduysa oldu, bana ne” diyerek tehlikeli bir umarsızlık içindeyken bunca trajediye zemin hazırlayan faşizan zihniyetin hâlâ yaşadığını göstermek de bir Neo-Nazi olan, filmin başlarında Mein Kampf’ı dilinden düşürmeyen Chereb karakterinin görevi oluyor. Filmin kayda değer bir başarısı, bu mesajları gözünüze sokmadan, sömürüye kaçmadan, alttan alta ve incelikle işleyerek, son derece doğal bir şekilde vermeyi başarması.
Ama ben, bu incelemeyi yazarken film gibi “sessiz ve derinden” taktiği uygulamak zorunda olmadığımdan II. Dünya Savaşı’nın eğlence halini almış olmasıyla ilgili birkaç kelam etmek isterim. 2000 yılıydı, Medal of Honor: Allied Assault bilgisayar oyununun incelemesini okumuştum dergide. Aşağı yukarı şu şekilde bitiyordu inceleme: “Son derece gerçekçi Normandiya çıkartması sahneleriyle aklınızı başından alacak.” Oyun değil ama bu cümle aklımı başımdan aldı. Gayrı ihtiyari “onu çıkartmaya katılan askerlere sormak lazım” gibi ukalaca bir cümle kafamın içinde dolanmaya başladı ama bir askerin ortalama yaşam süresinin 6 saniye olduğu, 5 saat gibi bir sürede 20.000 insanın canına mal olan bir cehennemle bir bilgisayar oyununu bir tutmak bana garip gelmişti. Defalarca ölüp son kaydettiğimiz yeri bir daha yüklemek miydi bu oyunu gerçekçi kılan? Oysa çıkartmaya katılan askerlerin tek canı vardı. Hayatta kalmak için geçerli olan tek etkense şanstı. II. Dünya Savaşı’nın bir eğlence aracına dönüştüğü fikrine o zaman kapılmıştım. Savaşa Dönüş’ün üç senaristinin aklına ne zaman gelmiş, bilemeyeceğim. Ama bizim gibi modern dünyanın rahatına alışmış insanların, o dönemde tıpkı filmin kahramanları gibi sudan çıkmış balığa dönecekleri, o dönemin insanları için “bebe” mertebesinde olacağımızı, can sıkıntısından geçmişteki savaşlarımızın simülasyonları ve kahramanlık destanlarıyla oyalandığımızı gayet iyi biliyorum.
Tüm artı puanlarına rağmen Savaşa Dönüş sorunsuz bir film değil. Sorunlarının filmin belini büktüğünü söyleyemem ama şunu söyleyebilirim: Rusların filmleri de arabaları gibi. Çok fonksiyoneller, çok iyi gidiyorlar ama işçilik sorunları var. “Rus filmleri mütehassısı” sayılmam elbet, ama bugüne dek izlediğim her Rus filminin bazı ortak olumsuzlukları vardı. Örneğin hikâyedeki kopukluklar. Boşluklar demek biraz abes olur belki ama, film bir yerden bir diğerine atlıyor ve arada ne olduğunu hayal gücünüzle tamamlamak zorunda kalıyorsunuz. Özellikle Moğol (Mongol) filminde böyleydi. Savaşa Dönüş’te izlenceyi kolay kılmak adına buna biraz daha dikkat edilmiş ama tamamen ortadan kalktığını söylemek zor. Özellikle filmdeki aşk dikdörtgeni (Nina’nın yüreğini yakmadığı erkek yok da) o kadar hızlı ortaya çıkıyor ki bir şeyleri kaçırdığınızı hissediyorsunuz. Pek çok filmde olan sahneden sahneye yara izlerinin yerinin değişmesi gibi şeyler, Savaşa Dönüş’te biraz fazla belirgin. Ancak savaş sahnelerinin başlamasıyla film, bu kusurlarını da affettiriyor. Yer yer inandırılmak istenenden çok daha az sayıda figüran ve ekipmanla çekildiği hissine kapılsam da her şey yerli yerindeydi. Sahnelerin maharetli bir şekilde kotarılmış olduğunu göz önünde bulundurarak bunun imkânsızlıklardan kaynaklandığı sonucuna varıyorum. Oyuncular harikalar yaratmıyorlar ama yeterince iyiler…
Savaşa Dönüş, zor derslerden yüksek notla geçip kolay dersleri “4,5’tan 5” gibi bir puanla veriyor. Filmin hikâyesi, iki dönemin ve durumun imkânları arasındaki farkları vermekte son derece başarılı. Sudan çıkmış balığa dönen karakterlerin temsil kabiliyetleri yüksek ve geçirdikleri değişim inandırıcı. Konu özgün olmasa da iyi ve eleştiri dozu yerli yerinde. Savaş sahneleriyse filmin geneli içinde öne çıkıyor zaten. Ama senaryoda bazı şeyler biraz oldu bittiye getirilmiş ve ufak tefek işçilik sorunları var. Savaşa Dönüş popülerliğini arttırmak maksadıyla Hollywood filmlerinin izinden gitse de, Hollywood’dan farklı bir tat almak mümkün. Hatta Luc Besson’un filmlerinin “daha Hollywood” olduğunu düşünüyorum. Eğlendiren ama aynı zamanda da derdi olan bir film. “Güldürürken düşündüren” tabiri fıkralar için neyse, Savaşa Dönüş de fantastik filmler için o.
Eski usul Rus filmlerine alışık bir izleyici olarak fazla yeni nesilin yaptığı işleri takip etmiyorum ama bilgilendirdiğiniz için ayrıca teşekkürler…