2003 yılı mahsulü Natural City, Min Byung-chun tarafından yönetilmiş olan Güney Kore yapımı bir film.
Uzak bir gelecek ve dünya. Hemen başta verilen bilgiye göre, dünya çok büyük bir savaş yaşamış ve bu savaş sonrasında şehirler toz duman olmuştur. Kahramanımız R (Yoo Ji-tae), MP olarak isimlendirilen bir polis timinde görevlidir. Ana görevleri son kullanma tarihi geçmiş ve/veya insan yaşamı için tehdit oluşturan sibernetik organizmaları (yazının bundan sonrasında ‘cyborg’ olarak geçecek) yakalamak, gerekirse yok etmektir. R, özel hayatında problemli bir sürecin içindedir. Egzotik dansçı olarak programlanmış bir cyborg olan Ria’ya aşıktır. Sık sık yasadışı işlere bulaşan R’nin tek amacı gerekli parayı biriktirip Ria’yı satın almaktır. Ama problemi sadece bununla sınırlı değildir. Ria’nın son kullanma tarihi yaklaşmaktadır. Ria günü geldiğinde ya çöplüğü boylayacak ya da MP’ler tarafından yok edilecektir.
R, kanunsuz olarak çalışan ve cyborglar konusunda uzman Dr. Giro ile tanışır. Dr. Giro kendisine Ria ile DNA yapılarının aynı olduğunu söylediği Cyon ismindeki genç bir kızın fotoğrafını verir. Eğer bu kızı kendisine getirirse Ria’nın nöral transferini yaparak genç kızın bedeninde yeniden yaşamasını sağlayacağının sözünü verir. Tabii ki uygun bir fiyat karşılığında. Bu arada Cyon’un peşindeki tek kişi R değildir. Savaş konusunda eğitilmiş kaçak bir cyborg (combat cyborg) olan Cyper etrafa dehşet saçmaktadır. O da Cyon’un peşindedir. R, bir yandan özel hayatını düzene sokmaya uğraşırken, bir yandan da Cyper’a engel olmaya çalışacaktır.
En başta bahsedilen savaş hakkında bir daha hiç konuşulmuyor. Savaşın kimler arasında olduğu konusu ise belirsiz. (Gerçi belirsiz olan tek şey bu değil.) Hikaye, şehir merkezi denilen kısıtlı bir yaşama alanı ile şehir dışı olarak isimlendirilen eski şehrin kalıntılarından ibaret iki farklı bölgede geçiyor. Bir de sık sık reklamı yapılan yeni bir şehir var. İnsanlar dev araçlar ile (uzay gemisi diyemedim, çünkü gelecekteyiz, bütün araçlar uçuyor) sıraları geldiğinde, bu yeni yerleşim bölgesine doğru göç ediyor. Bu yeni yerin başka bir gezegene mi, yoksa okyanusun üzerine mi inşa edildiği konusu ise belirsiz.
Filmlerde belirsizliği genelde severim. Nerede, ne zaman geçtiği belli olmayan, zaman ve uzam konusunda kendisini kısıtlamayan öyküler beni daha çok çeker. Ama nedense buradaki her belirsizlik beni rahatsız etti. (Kim bilir. Belki de birazdan bahsedeceğim belirgin olan şeylerin fazla belirgin olmasındandır.) Mesela R bir cyborg olan Ria’ya neden aşık? Savaş sırasında kaybettiği sevgilisini mi hatırlatıyor? Belirsiz. R yakın arkadaşı olduğu tim komutanı Noma’nın sabrını neden dibine kadar zorluyor? Daha önce aralarında bir hayat kurtarma mevzusu falan mı oldu? Belirsiz. Noma R’nin yaptığı her disiplinsiz davranışı neden affediyor? R’nin abisi R’yi Noma’ya mı emanet etti? Belirsiz. Yani anlayacağınız, filmi izlemeye başlamadan önce, ilk olarak mantığınızı uzak bir ağaca bağlarsanız, alacağınız keyfi katlarsınız. Benden söylemesi.
Gelelim belirgin olanlara. Konusundan bile fark edilebileceği üzere Natural City, çok bilinen birkaç bilim kurgunun karışımından oluşuyor. İskeleti oluşturan kahramanın cyborg avlayan umarsız bir polis olması, şehri altüst eden cyborglar, şehir görüntüleri, uçan araçların tasarımı gibi verebileceğimiz onlarca örneğin, sinema tarihinin en önemli bilim kurgularından biri olan Blade Runner‘dan (1982) arak olduğu aşikar. Yönetmen Min Byung-chun (aynı zamanda senaryo da kendisine ait olduğu için) büyük bir cesaret örneği göstererek Blade Runner’ı kendine referans almış.
Taşlarla çok fazla oynamadan senaryosunu oluşturan Min Byung-chun, kendince değiştirdiği kısımlarda ise yine bilim kurgu takipçilerinin uzak olmayacağını düşündüğüm örneklerden beslenmiş. Örneğin bir cyborg’a delicesine aşık olan R’nin son kullanma tarihi geldikten sonra yok olacak olan Ria’yı yeniden yaşatabilmek için çabalaması, tabii ki Cherry 2000‘de (1987) Sam Treadwell’in sevgili robotu Cherry’yi yeniden canlandırabilmek için çabalamasından farklı değil. Hatta her ikisinde de olayı çözmek için kilit noktada başka bir kadın var: Cyon – Edith Johnson.
Aksiyon sahneleri ise Matrix‘te (1999) kullanılan teknik ile çekilmiş. Hatta bazı sahnelerin neredeyse birebir Matrix’ten kopyalandığını söyleyebilirim.
Biraz daha zorlarsak, Ria’nın apartman dairesinde camdan dışarıya boş boş baktığı sahneler bana feci derecede Ghost in the Shell‘i (1995) anımsattı.
E peki ne yapalım? Natural City’yi olduğu gibi kaldırıp çöpe mi atalım? Tabii ki hayır. Natural City, Güney Kore sinemasının son yıllarda sıkça sunduğu büyük bütçeli filmlerden biri. Görsel açıdan hiçbir defosu bulunmayan sağlam bir iş. Bilgisayar destekli post apokaliptik dünya görüntüleri bir önce yazdığım Doragon Heddo‘da (Dragon Head, 2003) olduğu gibi çok başarılı. Senaryodan kaynaklanan bazı eksiklikleri göz ardı edersek, oyunculuklar için negatif bir şey söyleyemem. Müzikleri çok sevmedim, sevemedim. İzlerken Vangelis‘in müthiş müziği ile karşılaştırma yapmam kaçınılmazdı.
Sonuçta elimizde bilim kurgu türüne yeni bir şeyler katma iddiasında olmayan bir film var. Blade Runner’ın gölgesinde kalsa da, bilim kurgu severlere rahatlıkla tavsiye edebilirim.
Öteki Sinema için yazan Murat Kızılca
film ilk bakışta gerçekten Blade Runner’a benziyor. Aşk hikayeside Cherry 2000 e benziyor. Oradada cyborg kadınının çipi bozulan adam çipi bulmak için güvenli alandan çıkıp varoşlara gidiyordu (buradada kız varoşda yaşıyor.) ve gerçek aşkı buluyordu. Film sanki iki filmin karışımı gibi yalnız görselliği çok güzel ve tatmin ediyor. Sıkılmadan izleniyor. Dövüş ve aksiyon sahneleri gerçekten çok kötü. filmi bozan tek şey bu. Blade Runner gibi abartısız olsaydı daha iyi olurdu. Sci-fi sevenlere tavsiye ederim.