Kathryn Bigelow’u nasıl bilirsiniz? Bana soracak olursanız hislerim karman çorman. İlk dönem filmlerine baktığımızda, ki az sonra bahsedeceğim Near Dark’ın dışında Point Break (1991) ve Strange Days (1995) gibi doksanlara damgasını vurmuş filmlerin kadın yönetmeni olarak gönüllerimizi kazanmıştı. Ancak Amerikan milliyetçiliğine ve militarizmine oynadığı ve asıl ününü yakaladığı The Hurt Locker (2008) sonrası bende hayal kırıklığı yaratmıştır.
Yine de Bigelow’un sinemasına başarısız demek bizim haddimize değil. Bize yaşattığı onlarca dakikalık mutluluklar için kendisine teşekkürü de bir borç biliriz. Benim favori filmlerimden biri de Near Dark’tır. Artık Kült statüsüne ulaşmış bu western/vampir hikayesini bilmeyenlere tanıtmak bilenlere ise hatırlatmak boynumuzun borcu.
Bigelow’un tek başına yönetmen koltuğuna oturduğu ilk filmi Near Dark 1987 yılı yapımıdır. Kadrosunda özellikle genç Bill Paxton ve en karizmatik günlerinde olan Lance Henriksen ile dikkat çeken film seksenlerin en güzel vampir hikayelerinden biridir.
Caleb Colton (Adrian Pasdar) küçük bir kasabada yaşayan bir gençtir. Bir gün arkadaşları ile takılırken kasabaya yeni gelmiş olan Mae (Jenny Wright)’i fark eder. Mae, Caleb ile geceyi geçirir, zamanın nasıl geçtiğini anlamaz ve gün doğmadan kendisini bırakmasını ister. Caleb ufak bir seks oyunu oynamak isteyince kız onu ısırır. Mae çocuğu öldürmek istemez ve onu dönüştürüp gruplarına sokmaya çalışır. Vampir grubunun başı Jesse Hooker (Lance Henriksen), Caleb’i bir süre denemeyi kabul eder. Ancak diğerleri aynı fikirde değildir.
Seksenlerde Vampir filmlerinin tepe yaptığı bir noktada çıkan Near Dark benzerleri 1985 yapımı Fright Night ve kendisinden üç ay önce vizyona girip beklenmedik bir başarı yakalayan The Lost Boys gibi Vampir ve insan ilişkisi üzerinde duran bir film. Gerek aşık vampir, insanlara zarar vermek istemeyen yeni dönüşmüş vampir gibi karakterlerle film The Lost Boys’un izinde gidiyor.
Aslına bakılırsa o günlerde Bigelow bir western çekmek ister ancak yazar Eric Red bütçenin kendilerini aşacağını söyleyince başka bir türle kaynaştırmayı düşünürler ve akıllarına bir vampir hikayesi gelir. Bu türler daha önce de bir çok kez birbirleri ile buluşmuştur.
Filmden ilginç bir bilgi de Bigelow’un daha sonra kocası olacak James Cameron da filmde sayko vampirimiz Severen(Paxton)’e orta parmak yaparken görülür. Ayrıca Cameron’un Aliens(1986)’ında da filmden Paxton, Goldstein and Henriksen gibi oyuncular vardır.
Film eleştirmenler tarafından büyük övgüler alsa da sinemada gişesi maliyetini karşılamaz ve kısa süre sonra unutulmaya yüz tutar. Ancak VHS ve yıllar sonra da Blu Ray’i çıkınca vampir janrı sevenleri tarafından kıymeti anlaşılır ve kült statüsüne sokulur.
Bigelow ilk büyük filminde iyi bir hikayeyi iyi bir görüntü yönetimi ile vermeyi başarıyor. Özellikle karanlık sahnelerde oldukça başarılı bir atmosfer yaratılmış. Ancak en büyük eleştirim onca kanlı ölüme rağmen filmde neredeyse şiddet hiç gösterilmiyor. Ne tam anlamı ile bir ısırış ne bir ölüm görüyoruz. Yönetmen buralarda kaçak oynamayı uygun görmüş ancak seyir zevkini düşürdüğü, tür severleri tatmin etmediği aşikar. Ayrıca filmin finalinde de bir vampir filmine yakışmayacak şekilde mutlu sonla hikayenin bağlanması da eleştirilen başka bir nokta.
Vampir/Western ve hatta “biker movie” denilen bizde pek karşılığı olmayan alt türü de birleştiren Near Dark tüm olumsuzluklarına rağmen seksenler filmleri sevenlerin kaçırmaması gereken gerek oyunculuklar gerek ise Bigelow’un çıkacağı merdivenin ilk basamağında durması bakımından izlenmesi gereken bir seyirlik. Ancak bir The Lost Boys olmadığı da aşikar.