Neden Bütün Film Festivalleri Birbirine Benziyor?

7 Mayıs 2017

Türkiye’de yapılan film festivallerinin neredeyse tamamına katıldım. Basın davetlisi, jüri üyesi ya da panelist olarak görevler aldım. Memleketin festival yapılan her iline, ilçesine gittim, gördüm ki, bütün film festivalleri çok sıkıcı ve hepsi birbirine benziyor!

[box type=”info” align=”” class=”” width=””]

FESTİVAL: genellikle yerel bir topluluk tarafından belirlenmiş ve geleneksel olmuş gün ve tarihlerde kutlanan, yapıldığı yörenin imgesi hâline gelmiş etkinlikler bütünüdür. Festival kelimesi Latince festa kelimesinden gelir. İlk kez 1200’lü yılların başında kullanıma girmiş ve yerleşmiştir. Festivaller genelde doyasıya yemeklerin yendiği, çevrenin en güzel şekilde süslenip, temizlendiği olgulardır. (yasaklı Wikipedi)[/box]

Aslında Türkiye’de şablonunu İstanbul Film Festivali’nin oluşturduğu tek bir film festivali reçetesi var. Nerede yapıldığı önemli değil, kendi kimliğini kazanmış bir şehir festivaline henüz rastlamadım. Malatya’ya da gitseniz, Kütahya’ya da gitseniz değişmez; festivali aynı isimler takip eder, aynı filmler yarışır, aynı bilirkişiler sinema konuşur. Onur ödülü verilecek isimler bile aynıdır. Açılışından kapanışına, hepsi İstanbul Film Festivali’nin bir benzeri ama hamı, olmamışı. İstanbul’da festivali tam da bu haliyle talep eden, besleyen bir sinema takipçiliği var, biletler gişeye düştüğü gün tükeniyor, peki Anadolu’da durum ne? Bu, içinde İstanbul’dan gelen konuklar olmasa boş kalacak salonlar bir şeylerin yolunda gitmediğini gösteriyor belki de…

Şehrin karakterini üstüne giyen bir festival var mı? Ben görmedim. Antalya, Türkiye’nin Cannes’ı olmaya çalışıyor mesela… İşin başındaki yapımcılıktan gelen yeni ekip sebebiyle tıpkı Cannes gibi bir “film marketi” olma çabasında. Suntadan da olsa bir gösterişi var ama 54 yıllık portakal ağacını kesip yerine ithal palmiye dikmenin ne alemi var? Altın Portakal, yeni adıyla Antalya Film Festivali, bir zamanlar gerçekten de Türk sinema sektörüne hizmet eden, onurlandıran ve çok önemsenen bir şehir festivaliydi. Yaşadığı başkalaşma süreci ayrı bir yazının konusu olabilir.

FİLM FESTİVALLERİMİZİN KARAKTER SORUNU

Karakteri olan bir film festivali yapmak konusunda beni en çok heyecanlandıran çaba 2010 yılında Malatya’dan geldi. Bu yıl 7. kez yapılacak olan Malatya Film Festivali’nin doğumuna şahit oldum ve her yıl takip ettim. Kristal Kayısı bir “komedi filmleri festivali” olarak başlamıştı. Bunu o zaman her kim düşünüp projelendirdi ise gidip alnından öpmek isterim zira hem bir Malatyalı olan Kemal Sunal’ın anısı yaşatılıyor hem de festivallerden kovularak gişenin erozyonuna terk edilmiş bir türe ait eserler takdir ediliyordu. Murat Şeker’in, Çakallarla Dans filmini ağzına kadar dolu bir salonda izlediğimizi hatırlıyorum, en neşeli festival anılarımdan biridir. Biz sanatı somurtmak zannederiz ya, o saçma hükmü kırabilirdi bu festival. Herkes perdede oynayan filme gülerken ben salondaki seyircilere hayran hayran bakıyordum. Uyumayan, sıkılmayan, sahte sanat takipçiliği tuzağına düşmemiş insanlar…

Öyle devam etse çok farklı sonuçlara yol açabilirdi ama ne mümkün! Sonraki yıl Malatya’nın festivali tamamen biçim değiştirdi ve prestij kazanmak uğruna onun da bir İstanbul Film Festivali replikası olmasına karar verdi. Bizdeki festivallerin danışma kurulları ya da film seçicileri hep aynı 3-5 kişiden oluşur. Malatya’daki rantı görünce bala üşüşen arılar gibi üşüştüler festivale, ellerindeki festival senaryosunu hiç yerelleştirme zahmetine girmeden Malatya’da çekmeye kalktılar ve yine boş salonlar… Bir şehir festivali yaparken o şehrin kimliğini reddetmek, o şehrin sinema seyircisini görmezden gelmek ve sonra yine o seyirciye “filmlere gelmiyorlar” diye kızmak?

Malatya Film Festivali geçtiğimiz yıl ülkenin yaşadığı siyasi çalkantılar yüzünden iptal edildi. Bu sonbaharda yeniden yapılacak olsa da değişen bir şey olmayacak. Henüz resmen açıklanmasa da festivalde görevlendirilen kimi isimleri öğrendikten sonra bu konudaki umudumu yitirdim. Çok sevdiğim arkadaşım Suat Köçer ve ekibinin bu tuzağa düşmemesini isterdim ama olan olmuş görünüyor.

Festivallerden bahsederken, 2016 yılında yapılan Edirne Film Festivali maceramı anlatmam şart. Edirne “festival” kelimesinin içini tam dolduracak bir etkinlik yapmak için müthiş bir potansiyel taşıyordu ama yine aynı şey! Üstelik bu kez valinin “bu işi çok para harcamadan yapalım” demesi yüzünden iyice ucuzcu bir kafayla girişilmiş ve çökmüş bir festival deneyimi yaşattı. Aslında hiç para harcamadılar! Festivalde çalışan insanların emeğinin üzerine yatıldı ki bu en fenası!

blank

HEP AYNI FİLMLER GÖSTERİLİYOR!

Yarışan filmlere gelelim. Ülkemizde her yıl 100’den fazla film üretiliyor artık ama film festivallerinde hep aynı 20 film yarışıyor. 2016’da Adana’da izlediğim Koca Dünya’yı daha kaç festivalde izleyeceğim diye merak ediyorum? Kültür bakanlığı desteğiyle çekilen filmler yine kültür bakanlığından gelen desteklerle kotarılan festivallerde gösteriliyor. Harcanan para korkunç ama işe yaramıyor! Jüriler her yıl daha da saçma kararlara imza atıyor çünkü öyle dar bir elbise giyiyor ki bu ülkenin sinema sektörü; bakıyorsunuz İstanbul’da yarışan sinemacı 1 hafta sonra Ankara’da jüri başkanı… Tarihe not düşmek gerek; dünyanın hiçbir ülkesinde filmografisi 3 filmden ibaret olan ve son filmini neredeyse 10 yıl önce çekip akabinde sinemaya sırt dönen ve yeteneklerini ucuz TV dizilerinde harcayan sinemacılara jüri başkanlığı emanet edilmez! Edilirse ne olur? Mecburen de olsa televizyon dünyasındaki “yandaş” ilişkileri gözeten bu “biraderler” Kaygı gibi son 10 yılın en cesur sinema örneği dururken festivalin en az izlenen filmine verirler büyük ödülü! Bir kez daha geçmiş olsun Türk sineması…

Uzun lafın kısası; başına istediğiniz şehrin ismini koyun, organizasyonun yönetimini, danışma kurulunu, film seçicilerini, ön jürilerini ve jürilerini aynı isimlere emanet ederseniz ki yapılan zaten o; dönüp dolaşıp İstanbul Film Festivali’nin soluk bir yansımasına sahip olacaksınız. Sinemayı bu kadar dar bir pencereden değerlendirenlerin hiç sorgulanamıyor olması da enteresan ama köşeler tutulmuş. Kendini sinema yazarı olarak tanıtan ama festival danışmanlığından başka bir şey yapmayanlar bir yolunu bulup nüfuz ediyor o festivalin bünyesine… Elbette önce festivalin bütçesini tartıyorlar, öyle her balığa olta atan tipler değil bunlar. Hepsi usta birer kılıç balığı avcısı…

blank

HİÇ Mİ FARKLI FESTİVAL YOK?

Engelsiz Filmler, İşçi Filmleri Festivali, Pembe Hayat Kuirfest, Suç ve Ceza Filmler, Uçan Süpürge gibi tematik bazı küçük festivaller elbette mevcut ve sanırım biz sinema yazarları tarafından asıl desteklenmesi gerekenler onlar. Gençlerin yaptığı kısa film festivalleri var, onlardaki enerji bambaşka. Bizim sırtımızdan da önem kazanan işgüzar festival organizasyonlarına prim vermek yerine, tamamen o frekansa sabitlenmek lazım. Protokole Türkan Şoray’ı, Nuri Alço’yu oturtup onlara hitap ederek “bakın ne kadar da sanata düşkünüz” diye hava atan taşranın belediye başkanlarına, anahtar teslim satılan festivaller sinemaya fayda sağlamıyor, çok şey götürdüğü de bir gerçek! İstanbul’dan festival fikri, panelist, basın konuğu getirmek, festivalin yapıldığı şehirden seyirci götürmekten daha kolaysa var orada bir yanlış!

Gönül köşkümde bir tek Adana Film Festivali’nin yeri sabit çünkü Altın Koza’nın seyircisi muhteşem! Yılmaz Güney’in ruhunu şad ettiler her festival sezonunda… O festival de şimdi bambaşka bir ekibe emanet edildi. Bakalım neler olacak? Keza Eskişehir’in üniversite bünyesinde düzenlenen film festivali de bir nebze fark yaratabiliyor. Geriye kalan Anadolu şehir festivallerinde hepimiz belediye başkanlarının esir konuklarıyız. Bir konukluk düşünün ki masaya peşinen konulmuş “milli içeceğimiz” ayrandan başka bir şeyi içme seçeneği sunulmasın!

Farklı bir festival deneyimi için ülke dışına çıkmak gerekiyor. Almanya’da yaşayan Türklerin yaptığı Frankfurt Türk Film Festivali gerçekten coşkulu, özgür ve keyifli bir festival deneyimi yaşatmayı başarıyor her seferinde. Bizim organizatörler ülkenin daralan siyasetine uygun suya sabuna değmeyen festivaller düzenlemeye gayret ediyor ama artık nefes almıyor bu etkinlikler. Siyasetçilerin ve onların salatasına limon gibi sıkılan bizlerin elinde öldüler!

Tüm bunlar, yeni bir rota çizmeme ve pek çok şehir festivaline gitmekten vazgeçmeme yol açan mevzular. Artık bunun bir parçası olmak istemiyorum. Bu festivalleri yapanların amacı sinemadan başka her şey; siyasi güç, maddi kazanç şu-bu. O şehre belki bir film gelir ama bu festivallerle değil!

İşte adından başka her şeyi aynı olan, her yıl trilyonlarca lira harcanarak yapılan ama attığı taş ürküttüğü kurbağaya değmeyen festivallerimizin fotoğrafı. Yine kalemimden kan damladıysa kusura bakmayın. Her seferinde, züccaciye dükkanına dalan fil gibi etrafı kırıp döküyorum, bir türlü evcilleşemedim. Bu arada; en sevdiğim filmlerden birinin Jeff Bridges’in muhteşem performansıyla şahlanan “Fearless” olduğunu söylemiş miydim?

murattolga@gmail.com – Twitter: @murattolga

blank

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusudur ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. Ayrıca 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. Şen, "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı ve "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanıdır. Yazılarına Beyazperde ve Öteki Sinema'da devam etmektedir.

1 Comment Leave a Reply

  1. Kırk yıldır sanatın içinde olan biri olarak, son yirmi yılda okuduğum festivallere yönelik en önemli eleştiri yazılarından birisi.. Her festivalin kendine özgü karakteristik yapısının olmayışı başta en önemli sorun. Bundan onbeş yıl öncesine kadar İstanbul ve altı yıl öncesine kadar da Adana filme festivalinin kendine has karakteristik özellikleri vardı. Sinemamız ve festivallerimizin yapılan binalardan ne farkı var. Anlayış aynı. Bakanlıktan ve festivallerden beslenenler olduğu sürece, sinemamız hiç bir zaman izleyiciyle buluşamayacaktır. Festival-sanat filmi diyen anlayışla nereye kadar gidilir. Türk sineması 12 eylülle birlikte kendi dokusundan, kokusundan, özünden uzaklaştırılmıştır. Yüzlerde aynı.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Senaryo Yazmak Beceri İşidir

Otuz beş dakikalık kısa(!) film yapıp hiçbir şeyi anlatamamayı başarabilenlerin,
blank

Asylum’un Son Marifeti: Mega Shark vs Crocosaurus

Sinemanın pazarlama ayağında ders olarak okutulması gereken Asylum'un son filmi