Ağustos 1993…
Beni sevdiğini zannettiğim bir kızın aklına uyup bir anda askere gitmeye karar veriyorum. Asker emeklisi babam, torpil isteğime “Ben karışmam ne halin varsa gör” diyor ve halimi görüyorum! Ankara Etimesgut zırhlı birlikler tugayında yapılan 2 aylık acemiliğin ardından, Bitlis/Tatvan/Kuyaş Kışlasına, M48-A5-T2 Tank nişancısı bir onbaşı olarak adına “askerlik” denen borcun geri kalanını ödemeye gidiyorum.
Kadere bakın ki, benim askerlik yaptığımı öğrenen dönemin başbakanı Tansu Çiller ve Genelkurmay başkanı Doğan Güreş, PKK denen terör örgütünün kökünü kazımaya karar veriyor. Sonrası pek kimselere anlatamadığım bir 13 ay… Bitmesine 7 gün kala “Hadi Murat biraz daha!” diyorlar. Cepten çıkarılıp yırtılan bir uçak bileti ve bir 3 ay daha…
Biten herşey gibi… bu da bitiyor elbet. Tezkere günü arkadaşlarla helalleştikten sonra gölün kenarındaki tabura son bir bakış… O kadar zamandan sonra, “Evime mi gidiyorum yoksa evimden mi ayrılıyorum?” diye düşünmeden edemiyor insan… 2 saat uçak ve 8 saatlik bir otobüs yolculuğunun ardından başka bir gerçekliğe geçiş ve gece 9’dan sonra sokakta dolaşan insanlara şaşırarak bakmak…
Oraya bir kez gittiğinizde, sanki hep o Mutki dağlarında yaşamışsınız gibi geliyor. Eski dostlar artık daha uzak… Kimsenin adını koyamayacağı ve anlatılamayacak, ancak yaşanacak bir şey yapınca insan… Aradan 16 yıl geçse bile hala anlamaya uğraşıyor.
Ekim 2009…
36 yaşında evli, çocuklu, kocaman bir adam… Hayatındaki tek değişiklik hergün biraz daha dökülen saçları. “Hadi!” diyor sevgili eşi, “Senin yaptığın askerliği anlatan bir film var, ona gidelim.” Ona dönüp söylemek istiyorum “Herkes kendi askerliğini yapar…” Ama bir kadınla askerliği ne kadar konuşabilirsin ki..?
İzmit’in sinemalarından birindeyiz. Salona doluştuğumuzda dikkatimi ilk çeken, kalabalığın çeşitliliği oldu. Başka filmlerdeki gibi değil bu defa… Koltuklarına yerleşmeye çalışan insanlar memleketin bir fotoğrafı gibi… Başörtülü, genç üniversiteli, amca, teyze… Ancak bir minübüse bindiğinizde görebileceğiniz türden bir kalabalık.
Film başlıyor… İlk vuruşunu da ancak orada askerliğini yapanların anlayabileceği bir şeyle yapıyor. Sessizlik… Doğu askerlerinin kalbine işleyen, uykusuz mevzi gecelerinin tek arkadaşı olan sessizlik. Ancak ölünce duyabileceğin kadar sessiz herşey… Ne bir motor sesi, ne bir kuş, ne de bir nefes… Kapkara, kopkoyu bir sessizlik sadece.
Film devam ediyor. Herşey olması gerektiği gibi… Acı, sert, yer yer belgesele varan bir gerçeklik. O kadar iyi oynanmış ki, oyuncuları değil askerleri seyrediyorsunuz. Her bölükte mutlaka olan, kafasını askerliğe takmış idealist subay burada “Mete Yüzbaşı” olarak cisimlenmiş ve o kadar iyi ki bu rolde Mete Horozoğlu, “Krankıl” Feridun Osman Şahin geliyor gözünün önüne… O da böyle bir subaydı, yaşıyor mu acaba? Mete Yüzbaşı, bağırırken oturduğu yerde elleri hazırol’a geçen biri oluyorum fark etmeden. Bazı şeyler insanın ruhuna işliyormuş meğer!
Hakan Evrensel’in “Güneydoğu’dan Öyküler” adlı kitabının uyarlaması olan film için Tahtalı Dağı’nda bir karakol kurulmuş ve oyuncuları Türkiye’nin farklı konservatuarlarında okuyan öğrencilerden seçilmiş ve hepsi de kendi isimleriyle oynamışlar.
Oradaki askerleri seyrederken kendinizi seyrediyorsunuz aslında… Bunları siz de yaşadınız. Şen şakrak askere yolcu edip “en büyük asker bizim asker” diye havalara atanlar nedense sonra tutmayı unuttular. Ne bir mektup, ne bir ses… Telefon, ancak siz ederseniz. Ama anneniz hep ağlıyor ve “Sakın tankdan çıkma oğlum!” diye akıl veriyor. Gülerek, “Tamam anne” diyorsunuz. Ama Nefes’i izlerken, asker anası ile konuştuğunda bu defa siz de ağlıyorsunuz. Sonra “Git ki çabuk bitsin…” diyen sevgiliniz artık telefonlara gelmiyor. En sonunda sırf onu görmek için yalan söyleyip kopardığınız bir izinde ve daha ananızı görmeden onun yanına gavur İzmir’lere gittiğinizde “sana yalan söylemek istemedim…” diyor. Halbuki yalan da olsa orada o sözlere ne çok ihtiyacınız vardı.
Her askerin böyle öyküleri var, birbirlerine de anlatıyorlar. Çocuğu hasta olanlar, eşi başkasına kaçanlar, anası babası ölenler, nişanlısı yüzük atanlar… Dışarıdakilerin sesi azaldıkça askerlerin kendi arasındaki dostluk çoğalıyor. Ancak son gün gelip de herkes kendi giysisini giyip diğerini görünce anlaşılacak tüm farklılıklar ortadan kayboluyor. Film de bunun üzerine gidiyor zaten… Dağda nöbet tutan o çocuklar, o nöbeti birlikte tutmayan kimsenin bilemeyeceği bir gerçeklikteler… O dağlar var ya, onlar Kaf aslında ve Kaf dağının ardında kalıp da gelemeyen binlercesi var… (Ben hep görevde olmak istedim. Dağlar rahattır çünkü ölüm dağlarda daha uzaktır. Taburda ki asker her sabah kaç arkadaşını bayrak sarılı bir tabutta ağlayarak bir helikoptere koyup memleketine koyar bir bilseniz…)
Nefes, sadece bir asker filmi değil… Teknik anlamda da, derdini anlatmada da Türk Sineması için yeni çıta artık bu film… Nefis bir sinematografi, müthiş sekanslar, yerinde ve çok uymuş kurgu numaraları, zehirli bir gerçeklik… Asla beceremediğimiz çatışma sahnelerinin müthiş ve kolay kolay aşılamayacak bir başarımı… Hiç önemsemediğimiz birilerine saygı duymamız için dozu çok iyi ayarlanmış bir ilaç gibi… Bunlar yani bizim insanlarımız/askerlerimiz o kadar efendi çocuklardı ki, John Rambo gibi Vietnam sendromundan sebepli sağı solu dağıtmak yerine yaşamın kavgasına hiç beklemeden katıldılar. Yüreklerindeki katılığı eritmek için bile vakit tanımadık onlara… Onlar da sessizce, ne deniyorsa onu yaptılar.
Doğu askerinin ancak kendi fotoğraf albümünde anlatabileceği bir hikayesi vardı ve onu da sadece o fotoğrafta olan bir başkası dinleyebilirdi. Levent Semerci’ye kadar kimse onların sessizliğine sahip çıkmadı, anlatmaya kalkmadı. Ama artık o hikaye herkesin anlayabileceği bir dilden ve 5 mermide bir gelen izlinin dehşeti ile anlatılmış olarak duruyor. Orada olmayanların teşekkürü ise bu filmi mutlaka sinemada görmeleri ve çıktığında yasal DVD’sini satın alarak başka “Nefes”lere heves ve cesaret vermesi olacaktır.
Nefes/Vatan Sağolsun sadece bir film değil, o yüzden bu yazı da bir film kritiği gibi olamadı ki olmasın zaten… Bloglar bunun için var.
Not: Her güzelin bir kusuru olurmuş… Film benim askerliğimi yaptığım dönemde yani 1993’te geçiyor ama sonda askerlerin er gazinosunda söyledikleri Emrah şarkısı 1996 yılından.
Çok izlemek istediğim ama henüz izleyemediğim bir film. Bir çok yerde çok güzel eleştirilerin yanı sıra gerçekçiliğinin yanında milliyetçilik ve ataerkil yapısıyla öne çıktığından eleştirildiğini de okudum. Filmi izlemediğim için yorum yapamam ama fragmanına 5 üzerinden 5 vermiştim. Dahası Türk sineması için yeniden umutlanmama sebep oldu. Sanırım filme ideolojik açıdan tutunda duygusal anlamda dahi herkes kendi açısından bakıp eleştirisini getiriyor. Yazarın eleştirisi de kendi duygularına göre olmuş. Ama bu bir filmin ne kadar başarılı olduğunu göstermez mi? Ne başka gişe canavarları gibi bir ideolojiyi dayatarak öğreticiliğe soyunuyor (bkz. Kurtlar Vadisi) ne de hiç bir şey anlatma derdi olmadan basit bir hikayenin gölgesinde kalıyor. Yorumlardan ve fragmandan anladığım kadarıyla ”Nefes” son zamanların en başarılı Türk filmlerinden biri. Umarım en kısa zamanda DVD’si çıkar.
Murat Tolga’nın ”film kritiği gibi olmayan” (kendi deyimiyle), ama çok güzel olan yazısını tebrik ediyorum. Burda Londra’da da Türklerin çoğunlukta olduğu birkaç bölgede vizyona girdi film. Bu haftasonu gidip izlicem ben de.
Bu arada bizim sitemizde de yazmışlığı olan (keşke daha çok yazsa) Serdar Kökçeoğlu’nun NEFES yazısı, dünyanın en önde gelen alternatif sinema haber sitesi twitch.net’de yer aldı.
http://twitchfilm.net/reviews/2009/11/nefes-vatan-sagolsun-review.php
Çok güzel bir olay. Zaten Twitch, başından beri NEFES’i merakla takip edip ufak ufak teaser fragmanlarını veriyordu çıktıkça. Film gösterime girince bir de baktım Serdar Kökçeoğlu imzalı harika bir de yazı…
Sadece filme alkış tutan bir yazı değil… Kültürel önemini anlatıp, alkış tutarken, politik atmosfer içinde filmin artılarını ve eksilerini de son derece tarafsız bir şekilde masaya yatırmış. Filmi hani ”sırf Türk filmi olduğu için enteresan bir film” gibi sığ bir etiketten kurtarmış. Filmi son derece güzel temsil etmiş. Burdan Serdar’a da teşekkürler, tebrikler.
Hep böyle bir filmimiz olmasını istedim, uzun zaman sonra dileğim gerçekleşti. Oyunculuk ve yönetmenlik anlamında çok başarılı buluyorum Nefes’i. Türkiye müthiş bir yönetmenle tanıştı bence bu filmle umarım daha büyük bütçelerle farklı işler çıkarır yakın zamanda.
İki isimli filmlere de kılımdır bu arada. Nefes yeterliydi bence. Bu halde bir deliyürek bumerang cehennemi ciddiyetsizliği olmuş filmde.
Tam da vize haftasına denk gelmesiyle bir türlü izleyemedim.Fragmanını defalarca izeyip fena halde heyecanlandığımı biliyorum.Kötü bir zamanlama oldu benim için.2 hafta sonra gösterimden kalkmazsa ilk işim izlemek olacak bu kesin.Ayrıca Murat Bey yazınız harika ötesi.
Bir de terhisine 3 ay kalmış bir savcı-asker kardeşi ve eniştesi 1993’de Hakkari’de komando asteğmen olarak görev yapmış ve ona anılarını defalarca anlattırmış bir yeğen olduğumu da bilgilerinize sunmak isterim (:
bu film için söylenecek çok fazla birşey yok aslında. herşeyi levent semercioğlu ve ekibi söylemiş. oyunculuklar, milyon dolarlık hollywood aktörlerini bile gölgede bırakacak kadar değerli. bu film için yapılan olayın özüne inemiyor, yüzeysel bir film eleştirisi yapanları anlayamıyorum. bu film, terör sorununu irdelemek, toplumsal mesaj vermek kaygısıyla çekilmiş bir film değil. bu film, var olan, yaşanmış bir savaşıntan bir kesit sunuyor. yani bir ”o an” filmi. insanlar neden terorist olmuş, terörü kimler desteklemiş falan gibi bir derdi yok. belki ikinci bir devam filmi çekilebilir ve o filmdede teroristler anlatılabilir. ama dediğim gibi bu film, savaşın taraflarından birinin, o anını anlatan enfes bir yapım. emeği geçenlere teşekkürler.
Filmi çok beğendim. Gerçek anlamda askerde yaşananları anlatmışlar.
Nöbetten gelen erlerin silahını boşaltırken çok önemli bir hata yapılmış. Şarjor, kurma kolu çektikten sonra değil, çekmeden önce çıkartılır. Eğer kurma kolu çekerken şarjor yuvasında ise, mermi atım yatağına girer ve tetik düşürürken silah ateşlenir..
Radikal’de filmle ilgili karşıt görüşlerle röportaj yapılmış. Okumanızı tavsiye ederim.
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=963469&Date=09.11.2009&CategoryID=77&ref=bulten
Melih Altınok, “Uyursanız hakikaten ölürsünüz” http://www.taraf.com.tr/haber/43642.htm
uyursak iran gibi oluruz. böyle adamlar militarizmi eleştirir ama öte yandan adnan hocanın yasaklamak istediği sitelere erişimi engeller. mollalar da şah devrilince komünistlerle işbirliği içindeydi. talibanda afganistanı ruslardan kurtarırken halkın kahramanıydı. bunların amacı anti militarist olmak, barışçıl olmak değil. bu ülke modern olan tek müslüman ülke ve bizim ne yazıkki ordudan başka güveneceğimiz bir kurum yok. şeriat ve çöl kurallarının geçtiği bir ülkede yaşamaktansa tanımadığım bir adamdan hayatımın en güzel dönemlerinde boktan emirler almayı yeğlerim.
Bizim halka vatan , bayrak , millet propagandası yapın ızlenme rekorlarıda kırarsınız , reytinglerdede coşarsınız ama ülke karıs karıs satılırken kımsenın sesı cıkmaz.Milliyetcılıkle degıldı ırkcılıkla cıkar saglamaya kesınlıkle karsıyım.
Müthiş film, müthiş yazı. Türk sineması için gurur verici bir film ötesi…
Hocam çok güzel yazmışsın, yalnızca senin ile ilgili olan kısmını okuyacak kadar zamanım vardı. Askerlik esasen iyi birşey değil ama bir yerden sonra güzel geliyor. Başımdaki kadından kurtulmak için, bir bahane askerliğe çağırsalar tekrar giderdim. Filmi izlediğim için kritiğine bakmadım. Saygılar…
Film tv de yeni izledim. Çünkü askerler içtimada iken yzb.nin konuşması (bende 1993-94 de tatvan’da olduğumdan )beni pek etkilemediğinden yapmacık buldum da sinemada izlemedim. Fakat askerlerin psikolojik durumu iyi verilmiş hatta daha iyi olması için mesela seninle yada dağda askerliğini yapa birileriyle oturup onları dinleseler o psikolojinin hala devam ettiğini görür ve filme daha katkıları olurdu gibi geliyor. Ama sizin bahsettiğiniz Feridun yzb.nın askerlere verecek cesaret örneği olamaz çünkü Osman CAN atğm. ona uçak savarı döndürdüğünde ayakları …na değiyordu. Ne konuştuğunu bilmeyen birini örneklemen iyi olmamış murat bey. Ben orada görevini yapan Veysel atğm.dim. Senden taebim yaşadıklarını yazmandır. Korkmaz paşanın ve onun kahraman evlatlarının hikayelerini ve 16 ayını yazmış olursun.Senin yazın oraları gören ve yazanların içinde benim okuduğun en iyilerden biri tebrik ederim ve başarılarının devamını dilerim. Saygılarımla (Ben resminden tanıyamadım ama eğer görüşmek istersen e-mail belli yazarsan seni hatırlamak isterim)
that piece is coming for Mr. Karabacak:
Bak güzel kardeşim, sen yazmışsın İran olacağız falan diye emmee İran’a karşı Füze Kalkanı’nı kurduk Doğu Anadolu’nun taa göbeğine, 2000 tane Nato askeri de yakında Türkiye’ye giriş yapacak. Daha hala ne çölü ne şeriatı ne bedevisi?? Emperyalistler bizim üzerimizden dünya savaşı planlıyor ve bu savaşta biz ABD-Nato tarafında yer alacağız muhtemelen, bizde ise hala 80lerin özellikle 90ların tarih anlatan ilkokul öğretmeni modunda takılıp mevzu analizi yapan kafaları görmek mümkün. Ne diyelim? Allah yardımcımız olsun. Filme gelince; “olmasa da olur” tadında bir film, Oliver Stone gibi cesur adamlara ihtiyacımız var ancak ortam da böyle adamların çıkmasına müsait değil.