4. Kadın Yönetmenler Festivali’nin belgesel dalında yarışma filmi olan Töz, Tuba Korkmaz’ın hayatını anlatıyor. Önümüze gelen, acılar ve umut barındıran bu hayattan etkilenmemek imkânsızdı. Yönetmeni ve aynı zamanda Tuba’nın yakın arkadaşı olan Neşe Uğur Nohutçu ile bu hayat hikâyesinin öyküsünü paylaşmak istedim. Film ilk defa Kadın Yönetmenler Festivali’nde karşımıza çıktı ama diğer festivallerin de Töz’e kayıtsız kalmayacağı aşikâr…
Öteki Sinema için söyleşen: Banu Bozdemir
Merhaba öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
1981 Bandırma doğumluyum. İlkokulu Diyarbakır’da, ortaokul ve liseyi Eskişehir’de tamamladım. 2003 yılında Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-TV Sinema bölümünden mezun oldum.
Töz’ün kahramanı Tuba ile yolunuz nasıl kesişti?
Tuba ile yollarımız çok uzun zaman önce kesişti. Tuba benim çocukluk arkadaşım. Otuz yıla yaklaşan bir dostluğumuz var.
Karşımızda gerçekten de acı ama bir yandan da umut dolu bir yaşam hikâyesi var, Tuba hanımla nasıl bir çalışma sonucunda iki duyguyu da aynı anda yaşatacağınız bir belgesel ortaya çıkardınız? Çünkü izlerken sanki belgeseli Tuba (kendi hayatını) çekmiş gibi hissediyorsunuz?
Evet, belgeselin içinde çok travmatik ve dramatik olaylar var. Bu olaylar ışığında çok daha farklı bir film ortaya çıkabilirdi ama Tuba karakteri o kadar aydınlık ve güçlü bir karakter ki, belgeselin umut dolu olması Tuba ‘dan kaynaklı bir durum aslında. Ben yönetmen olarak Tuba’nın aksine bir film ortaya çıkaramazdım. Filmi yapma amacım zaten buydu, ne yaşarsak yaşayalım tekrar ayağa kalkmak için gereken güç bizim içimizde.
Töz çok yeni bir belgesel ve sanırım ilk defa da bu yıl dördüncüsü düzenlenen kadın yönetmenler film festivalinde gösteriliyor hem de yarışıyor. Kadın yönetmenler festivali zamanlama olarak denk mi düştü, yoksa siz özellikle mi tercih ettiniz? Festival yolculuğu nasıl devam edecek?
Töz belgeselinin çekimleri dört yıl sürdü. Konu olarak baktığımızda zaten çekimlerin sürece yayılması gerekiyordu. Çünkü hikâyenin başından sonuna doğru büyüyen, değişen, iyileşen bir karakter görüyoruz ama kurgu masasına oturmam Kadın Yönetmenler Festivali’nin son başvuru tarihini görünce oldu. Öğrencilik yıllarımdan itibaren çok fazla hikâyeye tanıklık etme şansım oldu ve hep belgesel alanında çalıştım ama çok yakınınızdaki birisinin belgeselini çekerken hiç tamam olmayacak duygusunu yaşıyormuşsunuz, bu süreçte bunu öğrendim. Tamam olmayacak korkusuyla bir türlü tamamlayamadım diyebiliriz. Ama festivalin temasının da “Süper Kahramanlık” olduğunu görünce artık bitirmem gerekiyor dedim ve bir aylık kurgu aşamasından sonra belgeseli tamamladım. Buradan da Kadın Yönetmenler Festivali’ne teşekkür etmek istiyorum, itici bir güç oldukları için. Yurt içi yurt dışı diğer festivallere de katılmak istiyorum. Töz ne kadar çok insana ulaşırsa o kadar amacına ulaşabilir diye düşünüyorum. Töz belgeselinde önemsediğim bir konu daha var, o da engelli bir çocuğu görünür kılması. Birçok aile ne yazık ki bunu saklama, çocuğu toplumdan uzaklaştırma yolunu seçiyor.
Töz kadın olmaya dair çok fazla şey söyleyen bir belgesel, sizin belgesel yolculuğunuz bu tarz hikâyelerle devam edebilir mi?
Töz‘ün benim için yeri çok ayrı. Hem ilk bağımsız filmim hem de dostum dediğim bir insanın hikâyesi. Çok derinden baktığınızda herkesin anlatılmaya değer bir hikâyesi var ama sanıyorum ki bunu anlatmak için bununla ilgili bir derdiniz olması gerekiyor. Tuba’nın hikâyesi, anlatmak zorunda olduğum bir hikâyeydi. Bu benim bir nevi sorumluluğumdu… Bundan sonrası için net bir şey söyleyemiyorum. Dert edindiğim her şeyin hikâyesini anlatmak isterim.
Töz’ü nasıl çektiniz, arkasında ne gibi deneyimler, yaşanmışlıklar barındırıyor? Bir yönetmen olarak kendinizi bu yaşam hikâyesinin neresine koydunuz, nereden baktınız?
17 yıldır sektörde belgesel üzerine çalışıyorum. 2004-2007 yılları arasında somut olmayan kültürel mirasın konu edildiği Derin Kökler adlı belgeselde çalıştım ve ciddi bir arşivin oluşmasını sağladık. Devamında Seyyahların İzinde, Anadolu’da Zaman adlı belgesellerde çalıştım. 2011-2014 yılları arasında TRT Haber’de haftalık yayınlanan Yol Arkadaşım adlı gezi kültür programının yönetmenliğini yaptım. Anadolu’da gitmediğim köy kalmadı. Bu anlamda kendimi çok şanslı hissediyorum. İnanılmaz hikâyelerle harika insanlarla tanışma fırsatım oldu. Ama bu belgeselin tam kalbindeydim diyebiliriz. Belgeselde izlediğimiz bütün süreçlerde; Özümle olan ilişkisinde ya da yaşanan vahşet sonrası mahkeme sürecinde ben hep Tuba’nın yanındaydım. Bunlara tanıklık ederken – özellikle mahkeme süreci hem Tuba hem ailesi için çok yıpratıcı bir süreçti- ülkemizde kadın cinayetleri diye bir gerçek var ve ben bununla ilgili bir belgesel yapmayalım diye çıkmadım yola. Bu süreçlerde Tuba’nın kendinden ve hayatından, önüne koyduğu hedeflerden vazgeçmeyişini görünce bunu anlatmam gerekiyor diye düşündüm. Tuba bekâr bir anne, kızının sağlık sorunlarıyla uğraşıyor, şiddete maruz bırakılmış bir kadın ama film bittiğinde ondaki aydınlığı görebiliyorsunuz. İçimizdeki gücü tekrar hatırlamamız gerekiyor.
Belgesel sinema çekmek, çekerken yol almak, sürprizlere açık olmak anlamına da geliyor, siz bu belgeseli çekerken nasıl bir yol izlediniz, sürprizler oldu mu?
Kesinlikle öyle. Her belgesel biraz da kendi kaderini çizer bence. Çünkü her şeyi kontrol edemiyorsunuz ya da kurgulayamıyorsunuz. Belgeselin en güzel tarafı da bu. Bazen bir bakış, bir söz bütün kurgunuzu değiştirebiliyor. Töz’de Tuba ile çok yakın olmamızın avantajları olduğu gibi dezavantajları da oldu tabi. Birebir samimiyetle yaptığımız konuşmalar, set ortamında başka insanların yanında ve kameranın kayıt düğmesine basılınca aynı şekilde çıkmıyordu. Aynı şeyi aynı heyecanla aynı samimiyetle iki defa anlatamazsınız bazen. Çok kayıttan çıktığımız, yarıda kesilen röportajlar oldu. Ekip arkadaşlarımla zaman geçirmek ve arkadaş olmak Tuba’yı daha sonra rahatlattı.
Filmini çektiğiniz, hayatını bir yere kadar ortaya koyduğunuz insanların sonrasını takip eder misiniz, ya da bu belgeselden sonra takip edecek misiniz? Yoksa yönetmenin görevi burada biter tavrıyla mı hareket edersiniz?
Hikâyesini dinlediğim ve anlattığım her insanla iletişimimi devam ettiririm. Zaten aksi durum çok olası değil. Belgeselin yapım sürecinde karşılıklı olarak çok ciddi bir paylaşım içine giriyorsunuz. Bu paylaşımı daha sonra yok saymak mümkün değil.
Pandeminin filmini çekseniz nasıl bir şey ortaya çıkardı?
Pandemi sürecinde en çok hissettiğimiz duygular ‘kapana kısılmışlık hali ve özlem galiba. Ne yazık ki çok net bir biçimde özgürlüğümüzü kaybettik. Ama ben pandemi ile ilgili bir film çekseydim gene umut dolu bir film olurdu. Çünkü ben hayata pozitif bakmayı seviyorum. Diğer türlüsü bana pek iyi gelmiyor.
Çevrimiçi festivaller hakkında neler düşünüyorsunuz?
Çevrimiçi festivaller ile ilgili başta bir önyargım vardı aslında. Sinema salonlarında seyirciyle yüz yüze iletişim kurarak filmlerin izlenmesini daha çok tercih ederiz tabi ki. Daha sıcak ve insani tatmin eden bir ortam. Ama bir yandan da çevrimiçi festivaller sayesinde daha çok insana ulaşma şansınız oluyor. İlk çevrimiçi festival deneyimimi yaşadığım 4. Kadın Yönetmenler Festivali’nde yaptığımız söyleşiler, atölyeler çok zevkliydi. Çok fazla insana tanışma şansımız oldu. Bu anlamda festivalin çok güzel geçtiğini söyleyebilirim.
Son olarak neler söylersiniz?
Biz kadınlar her daim üretim içinde olmalıyız. Üretmek bize çok yakışıyor…