Mitler, en genel tanımı ile insanın, kendisini, evreni ve yaratılışı anlama, anlamlandırma ve açıklama çabasının bir ürünü olarak tanımlanabilir. Geçmişten geleceğe aktarılan inanışlar, düşünceler gerçeği imledikleri için, bir geleneğin aktarımıdır da aynı zamanda, bu yüzden bu aktarımın doğru yapılması önemlidir. Kültürel miras olan mitoloji, geçmişe ışık tuttuğu gibi geleceği de aydınlatır.
Büyük bir hazine olan mitolojik miras, pek çok nedenle hem sanat hem de özelde sinema dünyası için çok çekici bir kaynaktır. Sinemada daha çok epik-fantastik türün içerisinde uyarlanan mitler, aynı zamanda mitolojik karakterlere ve onların hikayelerine kaynaklık ederler. Ayrıca mitolojinin sembolik dili ve arkaik göndermeleri de sinemada kendisine farklı şekillerde yer bulur. Kolektif bilinçaltının görsel aktarımı olarak tanımlanabilecek mitolojik filmlerle beraber, Jung’un Dört Arkatip’i ve Campbell’in Kahramanın Yolculuğu gibi mitolojiden beslenen eserler de sinema çalışmalarında önemli birer referans kaynağı olarak kullanılırlar.
Spartaküs’ten Troya’ya, Herkül’den Pompeii’ye, Büyük İskender’den Nuh Tufanı’na pek çok film, mitolojinin gizemli ve maceracı dünyasından beslenirken, bazen de karakter inşası veya filmin hikayesinde mitoloji referans alınabilir. Fantastik sinemanın dışında art house filmler de mitlerden faydalanırlar. Örneğin Yorgos Lanthimos’un Kutsal Geyiğin Ölümü adlı filmi Artemis’in kutsalının öldürülmesi metaforundan hareket ederken, Darren Aronofsky’nin Mother! filmi ise dinsel ve mitolojik alegoriler üzerinden anlatısını inşa eder.
Hollywood sineması ve Avrupa sineması, ana akım sinema ve festival filmleri sıklıkla mitolojinin derin hazinesinden yararlanırlarken, Truva atından, Kral Nemrut’a, Defne’nin gözyaşlarından Sarı kıza etkileyici ve önemli pek çok mitolojik hikayenin yurdu olan bu coğrafyanın sinemasının, mitolojinin bu derin kaynağından doğru şekilde faydalandığı söylenemez, tıpkı Netflix’in yeni yapımı Şahmaran gibi.
İnsanoğlunun ölümsüzlüğü elde etmek için doğanın düzenini bozmasını ve ihanetini simgeleyen bu destanda, Gılgamış isimli kralın serüvenleri anlatılır. Bu serüvenlerden biri olan Şahmaran, Gılgamış’ın, dostu Enkidu’nun ölümü üzerine, ölümsüzlüğü arayışını anlatır. Hatırlanacağı üzere Şahmaran, daha önce 1993 yılında Zülfü Livaneli tarafından uyarlanmıştı. Yönetmenliğini Umur Turagay’ın yaptığı Şahmaran ise annesinin ölümünün ardından dedesiyle yüzleşmek üzere Adana’ya gelen Şahsu isimli bir öğretim görevlisinin başından geçenlere odaklanıyor. Şahşu bir öğretim görevlisi olarak akademinin bilimsel yanını temsil ederken, diğer yandan bir kehanetin ortasında kalıyor ve böylelikle uzlaşmaz bir çatışmanın temsili olarak inanış ve bilim karşıtlığı da dizide yerini alıyor.
İyi bir çıkış fikri olan ancak bunu anlatısına taşıyamayan Şahmaran, gerçeği de fantastiği de referans veremeyen yapısı ile izleyicisinin kafasında bir türlü oturamıyor ve izlenmesi pek çok açıdan zor bir iş olarak duruyor. Dizinin derdi netleşmediği için karakterlerin motivasyonları da maalesef havada kalıyor. Bir türlü derinleşemeyen ana karakterlerle beraber yan karakterlerin de diziye katkıları çözülemiyor. Dizinin bölümleri bittiğinde ise ne izlendiği anlaşılamıyor. Dahası dizi mekanı Adana da, figürasyon da doğru şekilde anlatıya dahil edilemiyor. Adana’da gölde iç çamaşırı ile yüzen karakterlerden, tuhaf görünümlü topluluk üyelerine kadar pek çok “tuhaf” unsuru bünyesinde barındıran dizide, diyaloglar da görsel efektler de inandırıcılıktan uzak inşa ediliyor. Adana’ya dedesi ile yüzleşmek için gelen Şahsu’nun hikayesinde herhangi bir çatışma, gerilim unsuru ya da izleyiciyi gıdıklayan bir merak öğesi de bulunmuyor. Kendisine has bir üslupla dilini inşa edemeyen reklam ya da klip yönetmenlerinin dizi ve sinema filmi çekmelerinin sonuçları da sanırım iç açıcı olmuyor. Türkiye’de fantastik eğilim artsa da, fantastik ile olan bağın güçlü bir şekilde kurulamayışı da gelişen teknolojiye rağmen iyi işler ortaya konulamamasının nedeni oluyor elbette.
Ancak sadece Şahmaran değil aynı zamanda Özel Ders, Kuş Uçuşu, Babamın Kemanı, Aşkın Kıyameti, Kağıttan Hayatlar, Pera Palas’ta Gece Yarısı, Dokuzkere Leyla, Aşk Taktikleri, Yarına Tek Bilet gibi Netflix dizi ve filmlerinde de benzer sorunlar görülüyor. Ticari kaygılar güdülürken, yalnızca yönetmen ve yapımcının değil aynı zamanda oyuncusundan görüntü yönetmenine, kameramanından sesçisine büyük bir ekibin de bu projelere emek verdiğinin atlanılmaması gerekiyor. Ekibin de izleyicinin de vaktinin çok kıymetli olduğu unutulmamalıdır. Netflix’in “iddialı sahnelerle” konuşulmak ya da popüler oyuncular üzerinden seyirci toplamak veya “olmamış işin” ikinci sezon duyurusu yapmak yerine, hedef kitlesinin kim olduğuna dair kafa karışıklığını düzeltmesi ve daha geniş bir izleyici kitlesi yakalama stratejisinin dijital platform mantığına uygun olmadığını hatırlaması gerekiyor.
Öteki Sinema için yazan: Zehra Yiğit