Ocak 2019’da Netflix Türkiye’deki En İyi Korku Filmleri başlıklı bir liste yayınlamış ve o tarihte Netflix’in kütüphanesinde yer alanlar arasından en iyi 20 korku filmini seçmiştim. Netflix orijinal filmleri, her daim platformun kütüphanesinde yer alıyor almasına ama diğer filmler, anlaşma süreleri dolduğunda kütüphaneden kaldırılıyor ki ilk listedeki filmlerden bazılarının artık Netflix’te yer almadığını fark etmişsinizdir. Buna karşılık her dijital platformda olduğu gibi Netflix’teki seçenekler de gün geçtikçe artan toplam üretim sayısıyla doğru orantılı olarak zenginleşiyor. Bu yüzden bu listeyi her yıl güncellemeye karar verdim. Fakat daha önce listede yer bulmuş olan filmleri hariç tutarak hem tekrara düşmemeye hem de yelpazeyi olabildiğince genişletmeye çalışacağım. Ayrıca listedeki film sayısını da sabit tutmamaya karar verdim. Evet, ilk listeyi hazırlarken 20 korku filmi seçmekte çok zorlanmamıştım ama şimdi onları da dışarıda bırakınca listeyi -örneğin 20 filme- tamamlamak için normalde herhangi bir listeye koymayı tercih etmeyeceğim kimi filmleri tampon olarak kullanmaya gönlüm elvermedi. Hem böylece Netflix Türkiye’deki korku filmlerinin kalitesi hakkında da bir fikir edinebiliriz belki, kim bilir.
İlk liste için geçerli olan kıstaslar, bu ve bundan sonraki listeler için de geçerliliğini aynen koruyor olacak. Netflix Türkiye’deki korku filmleri bölümünde değişmeli olarak yer alan korku klasikleri listede olmayacak ama bunlar arasında izlemedikleriniz varsa kaldırılmadan önce mutlaka izleyin önerimi tekrarlıyorum. Artık herkesin ezbere bildiğini düşündüğüm Psycho (1960), The Shining (1980), Christine (1983), Medium (1985), Fright Night (1985), Pet Sematary (1989), Bram Stoker’s Dracula (1992), Pet Sematary Two (1992) ve Urban Legend (1998) gibi geçen yıla göre sayıları artmış görünen klasiklerden eksiğiniz varsa tamamlama fırsatını kaçırmayın derim. Listeyi 2010 ve sonraki yıllara ait filmler arasından seçerek oluşturdum ki zaten kütüphanenin büyük kısmı, bu yıl aralığındaki filmlerden oluşuyor. Dolayısıyla 2010 öncesi filmler listede yer almıyor ama eğer izlemediyseniz an itibarıyla yayında olanlar arasından (önceki listenin girişinde önerdiklerim dışında) Hannibal (2001), Red Dragon (2002) ve Hostel (2005) gibi filmleri hariçten önerebilirim. Söylememe gerek yok belki ama korku dizileri de liste dışı. Ancak The Haunting of Hill House (2018) adlı diziyi her korkusever mutlaka izlemeli notunu da önemli bir ek olarak bir kez daha buraya iliştiriyorum.
Bugün itibarıyla (2 Temmuz 2020) Netflix Türkiye’deki korku filmleri bölümünde toplam 137 film bulunuyor. Fakat şöyle ilginç bir durum var; Game Over adlı filmin farklı dillerdeki versiyonları niyeyse 3 ayrı filmmiş gibi ayrı ayrı kataloglanmış, yani aslında toplam rakam 135’e tekabül ediyor. Bunlardan 2010 ve sonraki yıllara ait olanların sayısı ise (Game Over garipliğini düşersek) 101. Aşağıdaki listeyi bunlar arasından seçerek oluşturdum.
Not: Filmler yapım yılına göre sıralanmıştır.
Don’t Breathe / Nefesini Tut (2016)
Evil Dead yeniden çevrimiyle birçok tartışmaya maruz kalan Fede Alvarez’in özgün denemesi için tersyüz edilmiş, bol sürprizli bir ev istilası (‘home invasion’) diyebiliriz. Müthiş temposuyla neredeyse nefes almanıza bile izin vermeyen, adıyla uyumlu Don’t Breathe, önceki yılın yıldızı It Follows gibi Detroit’in terk edilmiş banliyölerinde geçiyor.
Aterrados (2017)
Demian Rugna’nın yazıp yönettiği Arjantin yapımı Aterrados (ya da İngilizce adıyla Terrified), lanetli ev konseptini bütün sokağa yayıp “lanetli sokak” olarak dönüştürerek örneğin bir kasabaya göre daha dar ama bir eve göre de daha geniş bir alan tercihinde bulunuyor. Bir polis ile iş birliği içine giren ‘paranormal’ araştırmacılar, sokakta meydana gelen Ju-On ya da Insidious serilerindekine benzer tuhaf olayları çözmeye çalışırlarken işler hiç umulmadık yerlere gidiyor. ‘Jump scare’ açısından bir hayli zengin film, doğaüstü olaylara düşkün bünyeler için oldukça eğlenceli bir yolculuk vadediyor.
It / O (2017)
Daha açılış sekansında Georgie’nin başına gelenleri bütün çıplaklığıyla göstererek nasıl bir film izleyeceğimizin ilk sinyallerini veren It, öyle çok sık denk gelemediğimiz “iyi” Stephen King uyarlamaları arasındaki yerini aldı bile. Her bir detaya fazlasıyla önem verildiği hemen her sahnede hissediliyor, öyle ki Pennywise’ın merkezde olduğu korku kanadını bütünüyle filmden çıkarttığımızda geriye kalan büyüme hikâyesi bile tek başına yeterince ilgi çekici bir filme dönüşebiliyor. Daha önceki TV uyarlamasıyla illaki kıyaslamalar yapılacaktır ama bunun Pennywise karakteri özelinde yapılıp sinema uyarlamasına “kötü” demenin fazla fanatik bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Yoksa ben de Tim Curry’nin canlandırdığı Pennywise’ı Bill Skarsgard’ınkine tercih ederim ama bu durum film hakkındaki düşüncelerimi değiştirmiyor.
Life / Hayat (2017)
Alien’ın (1979) izinden giden Life, sağlam bir oyuncu kadrosuna sahip, iyi oynanmış, iyi çekilmiş, basit ama etkileyici bir film. Doğrudur, “aman öyle her bilmediğiniz şeyi çok fazla kurcalamayın”dan öte bir şey söylemiyor. Evet, hiç de öyle orijinal bir fikirden yola çıkmıyor. Ancak filmin asıl çekiciliği de bu basitliğinde. Heybesine gerekli gereksiz bir dolu mevzuyu doldurmadan, tek kelimeyle dümdüz olarak tanımlanabilecek öyküsüne odaklanıyor. Belki de bu sayede nefes almaya bile izin vermeyen temposunu final sahnesine kadar koruyor.
The Devil and Father Amorth (2017)
William Friedkin, tüm zamanların en iyi korku filmleri listelerinde her zaman en üst sıralarda yer bulan filmi The Exorcist’i (1973) çekmeden önce (ve hatta sonrasından bu filmin çekildiği ana dek) hiç “gerçek” bir şeytan çıkarma ayinine şahit olmadığını söylüyor ve Vatikan’da görevli bir rahibin daveti sayesinde tanık olduğu ilk tecrübeyi filme alıyor. Bu cümleyi okuyup da bu filmi izlememek mümkün mü? Wes Craven’ın meşhur Elm Sokağı serisi üzerinden Wes Craven’s New Nightmare (1994) ile yapmaya çalıştığını Friedkin de The Devil and Father Amorth ile yapmaya çalışıyor ve kurmaca ile gerçek arasındaki o kalın çizgiyi elinden geldiğince inceltmeye çalışıyor. Tabii bunun için Craven’ın daha konvansiyonel sayılabilecek yönteminden farklı olarak günümüzün popüleri ‘reality show’ ya da çeşitli insanlık dramlarına odaklanan ‘reality show’ kılıklı belgeseli tercih ediyor. Bir yandan da buluntu filme (‘found footage’) yakınlaşarak “gerçeklik” ayarlarıyla oynamayı sürdürüyor. Herkese göre değil ama bahsi geçen mevzulara ilgi duyanları memnun edecek bir deneme.
The Mansion (2017)
Fransa / Belçika ortak yapımı The Mansion, çok bildik bir hikâye anlatıyor. Bir grup genç yeni yılı kutlamak için eski bir malikâne kiralar ve başlarına gelmedik kalmaz. Evet, işte bu kadar tanıdık bir hikâye. Peki, mevzu bir noktadan sonra farklı bir yere doğru mu evriliyor? Hayır, her şey beklendiği gibi oluyor bitiyor. E nedir The Mansion’ın olayı? Korkuseverlerin çıkmaktan keyif alacağı çok eğlenceli bir yolculuk vaadini yerine getiren, sabun köpüğü bir seyirlik.
A Quiet Place / Sessiz Bir Yer (2018)
Merak uyandırıcı bir post-apokaliptik dünya tasviri sunan A Quiet Place, iletişimsizlik mevzusunu odağına aldığı aile üzerinden aktarmaya çalışıyor. Sese duyarlı yaratıkların istilasındaki dünyaya artık sessizlik hâkim ama istila öncesindeki iletişimsizlik probleminde bir değişiklik yok, sadece teknolojik oyuncakların yerini yaratıklar alıyor o kadar.
Cam / Kamera (2018)
Hayatlarımıza bir virüs gibi sirayet eden internet sağ olsun; artık neredeyse hepimizin üye olduğu, birtakım kullanıcı isimleri ve şifreler ile giriş yaparak var olabildiği mail adresleri, sosyal medya hesapları, oyun siteleri vb. mevcut. Kimi zaman kullanıcı ismini ve şifreyi doğru girsek bile “bu gerçekten sen misin” diye devamlı kimliğimizi doğrulamaya çalışan siteler sayesinde kimlik bunalımına girmek işten bile değil. İşte Cam, bu hassas detaydan yola çıkarak internete göbekten bağlı nesil için kâbustan beter bir deneyim inşa ediyor.
Overlord (2018)
Genellikle düşük bütçelerle çekilen savaş korku filmleri de nihayet A sınıfı bir yapıma kavuştu. 38 milyon dolarlık bütçesine karşılık sadece 41 milyon dolar hasılat elde edebilen Overlord, etkileyici pratik efektleri gibi pozitif, rahatsız edici senaryo gedikleri gibi negatif özellikleri bir yana, bilhassa türü sevenler için müthiş eğlenceli bir film.
The Golem (2018)
Jeruzalem (2015) felaketinden sonra yeniden bir korku filmi çekmek için kolları sıvayan Paz Biraderler (Doron ve Yoav Paz), The Golem ile karşımızda! Golem, korku sinemasında öyle çok fazla kullanılan, popüler bir canavar değil. The Golem (1920) ile erkenden başlayan (öncesinde iki film daha var ama ikisi de kayıp) sinema macerası, açıkçası pek de verimli geçmedi. İsrail yapımı yeni film, açılış sahnesiyle 1920’deki sessiz filme saygılarını sunuyor sunmasına ama açıkçası ondan çok da farklı bir hikâye anlatmıyor. Yine de İsrail korku sinemasından öyle çok fazla iyi örnek çıkmaması ve Golem’in yeniden beyazperdeye dönmesi, filmi biraz daha değerli kılıyor.
The Perfection (2018)
İki müzisyen arasındaki -Black Swan’dakine (2010) benzer- rekabeti anlatıyor gibi görünen The Perfection, yol boyunca hazırladığı sürpriz üstüne sürpriz ile seyirciyi şaşırtmayı hedefliyor ki bunu büyük oranda becerdiğini itiraf etmek lazım. Fakat hemen her bomba sürpriz sonrasında “aslında böyle olduydu” başlıklı ‘flashbackler’, bir süre sonra yorucu olmaya başlıyor. Yine de bulmaca çözer gibi film izlemeyi sevenlerin bayılacağı bir deneyim. Ayrıca otobüs yolculuğu sekansına hayran olmamak imkânsız.
Eli (2019)
Düşük bütçeli Citadel (2012) ile radarımıza giren İrlandalı yönetmen Ciaran Foy, erken bir Hollywood transferiyle attığı Sinister 2 (2015) gibi anlamsız (ama duygusal açıdan kârlı) kariyer adımından sonra Eli ile karşımızda. Nadir görülen bir hastalıktan muzdarip Eli isimli bir çocuğun tedavi için geldiği (neredeyse kişiye) özel hastanede yaşadıklarını anlatan film, standart bir hayalet filmi gibi başlıyor. Fakat sonrasında gelen sürprizler o kadar ucuz, o kadar mesnetsiz ki şaşırtıcı olmaktan ziyade sinir bozucu olması daha muhtemel. The Perfection için yazdığımız final cümlesini gönül rahatlığıyla buraya da ekleyebiliriz: Yine de bulmaca çözer gibi film izlemeyi sevenlerin fazlasıyla memnun kalabileceği bir deneyim.
Ghost Stories (2020)
Hindistan’dan ilgi çekici bir korku antolojisi. Zoya Akhtar, Dibakar Banerjee, Karan Johar ve Anurag Kashyap, antolojinin yönetmenleri olarak sıralanıyor. Ghost Stories, aynı dörtlünün Bombay Talkies (2013) ve Lust Stories’ten (2018) sonra birlikte yer aldıkları üçüncü antoloji ve son ikisi Netflix için çekilmiş. Açıkçası diğerlerini pek tanımıyorum ama Anurag Kashyap, neredeyse her filmine kefil olabileceğim sıra dışı bir sinemacı. Özellikle Gangs of Wasseypur (2012) ve Ugly (2013), “mutlaka izleyin” seviyesinde tavsiye edebileceğim filmleri. Ama ilginçtir antolojinin en zayıf halkası onun bölümü. Birçok ilginç fikir barındırmasına rağmen yeterli vakit bulamadığı için hiçbiriyle yeterince ilgilenememiş gibi duruyor ve havada kalan bir bölüm olmaktan öteye gidemiyor. Ghost Stories’i listeye eklememe neden olansa Dibakar Banerjee’nin yönettiği üçüncü bölüm. Kashyap’ın hayal kırıklığı bölümü ve Akhtar ile Johar’ın çok fazla yaratıcılık barındırmayan ama fena da olmayan aşırı düz hayalet hikâyelerinden sonra Banerjee’nin şaşkınlık yaratan bölümü ilaç gibi geliyor ve resmen antolojiyi kurtarıyor.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca
[box type=”info” align=”” class=”” width=””]
Diğer Listeye de Göz Atmak İsterseniz:
[/box]