Tavşan Kaç, Tazı Tut!
Avustralya’nın ilk korku filmi olduğu söylenen 1972 yılı yapımı Night of Fear, aynı zamanda ilk ‘ozploitation’ filmi olarak da gösteriliyor. Terry Bourke tarafından yazılıp yönetilen film, 54 dakikalık görece kısa süresinin de imlediği üzere, aslında 12 bölüm olması planlanan bir televizyon dizisine pilot bölüm olarak çekilmiş. Ancak sansür kurulu tarafından ahlaka aykırı ve müstehcen olduğu iddiasıyla yasaklanmış. Doğal olarak dizi projesi iptal olmuş. Karara itiraz eden Bourke, filmine 18+ almayı başarmış ve artık televizyonda göstermek mümkün olmadığından bağımsız filmlere kucak açan sinemaların yolunu tutmuş.
Night of Fear, açılış jeneriğinin hemen öncesinde, katilin kimliğini netleştirmek için düzenlenmiş tanıtım kokteyli tadında bir bölüm ile başlar. Atıyla kırsalda gezintiye çıkmış genç bir kadın, manzaranın tadına varabilmek için bir süreliğine atından iner ve kendini izlemekte olan yabancıdan bihaber oturup etrafı seyre dalar. Yabancı adam uzun bir mücadeleden sonra hem atı hem de kadını yakalar. Yaklaşık 7 dakika süren bu sekansın ardından tanıtım bölümü biter, açılış jeneriği girer. Ekranı kaplayan Fright yazısı parçalanarak içinden filmin ismi, Night of Fear çıkar. Muhtemelen Fright tasarladıkları dizinin ismi olacaktı, Night of Fear da pilot bölümün.
Kocasının uyumasını fırsat bilen bir başka kadın, evli sevgilisini telefonla arayıp bir buluşma ayarlar. Şehir dışındaki bir spor kulübünde tenis oynadıktan sonra kulübün hemen dışındaki ormanlık alanda sevişirler. Sevgilisinden ayrılıp arabasıyla eve doğru yola çıkan kadın, hafif bir trafik kazası sonrası ana yoldan çıkarak dik bir rampadan tali bir yola düşer. Ana yola geri dönemez ama arabasında hasar olmadığı için toprak yolda ilerlemeye devam eder. Hemen akabinde saçma bir kaza daha yapar ve arabayı muhtemelen su boru hattı döşemek için açılmış bir çukura düşürür. Filmin başında tanıştığımız psikopat katil, kadına saldırır ve uzun bir kovalamaca başlar.
Night of Fear, her yönüyle ilginç ve yenilikçi bir deneme. Biçim olarak klasik anlatıların aksine hiç diyalog kullanmamayı tercih eden Bourke, sadece katilin homurtularını ve kurbanların çığlıklarını duymamıza izin veriyor. Hiçbir konuşma olmadığı için hiçbir karakterin ismini de öğrenemiyoruz. Bu sayede karakterler kişilik özelliklerinden soyutlanıp sadece kurban ya da sadece katil kimlikleriyle var olabiliyorlar.
İşin teknik kısmı ise daha da hayranlık uyandırıyor. Muhteşem bir kurguyla karşı karşıyayız. Nefes almaya bile izin vermeyen kaçma kovalamaca sekanslarındaki dinamizm, bir yandan tempoyu ve gerilimi zirvede tutmayı becerirken, bir yandan da müthiş bir akıcılık sağlıyor. Bu da yetmezmiş gibi susmak bilmeyen ve devamlı form değiştiren yüksek tempolu, sinir bozucu müzikler, zaten tavandaki gerilimin pik noktasını aşmada katalizör görevi görüyor. Filmin neredeyse aksayan yanı yok gibi. Tıkır tıkır işliyor. Katilin kulübesinin içinde geçen sahnelerde yaratılan atmosfer de takdire şayan.
Korku filmlerindeki katillerin, çoğunlukla cinayet anından zevk alan bir sapkınlığa meylettiği gözlenir. Night of Fear’daki katil ise yakalamaktan ya da öldürmekten değil, kovalamaktan ya da avlanmaktan zevk alıyor. Sonuç değil süreç odaklı bir sapkınlığın izlerini taşıyan katil, anı yaşamaktan büyük keyif alıyor. Kurbanını yakaladığı halde bırakıyor, kaçmasına izin veriyor ve tekrar kovalamaya başlıyor. Bu zevki, cinsel ilişkiden alınan zevkle bağdaştıracak olursak, partneri konumuna geçen kurbanıyla, cinsel ilişki yerine geçen kovalamacanın süresini elinden geldiğince uzatarak orgazm anını geciktirmeye çalıştığı söylenebilir. Elindeki küreği ağaç dallarına vurup sesler çıkartan katil, kurbanını kendi kulübesine doğru yönlendiriyor. Çaresizlikten ne tarafa kaçacağını şaşıran kurban, mecburen kulübeye giriyor ve bir nevi katilin tuzağına düşüyor. Bu sayede katil, kurbanı üzerinde sınırsız bir egemenlik kuruyor. Orgazm anının yerini ve zamanını tamamen kendi tercihlerine göre şekillendirerek karşı tarafı yok sayıyor. Kurbanın kulübenin içerisinde geçirdiği vakit de inanılmaz bomba sahnelerle bezeli. Bütün kapıları kilitleyen ve katilin içeri girmesini engellerse güvende olacağını düşünen kurban, süreç boyunca yaşadığı yanılsamayı sürdürüyor. Kurbanını kulübeye kapatan katil, nasıl ki farelerine yaptığı maket evde onlarla oynuyorsa, kurbanıyla da aynı ilişkiyi kurmakta hiç zorlanmıyor ve kayıtsız şartsız egemenliğini ilan ediyor.
Bir saati bile bulmayan süresine rağmen akılda kalıcı birçok kareye ev sahipliği yapan Night of Fear’da favorilerim, kurbanın katilin evine ilk geldiğinde bahçede dolaştığı sahne ile gene aynı kurbanın yorgunluktan uyuyakaldığı zaman katilin kendisine tecavüz ettiğini gördüğü, şeytani bir ritüeli andıran rüya sahnesi.
Konusundan da görüldüğü üzere Night of Fear, The Texas Chainsaw Massacre (1974) ile aşırı benzerlikler içeriyor. Hele katilin kurbanını ormanda kovaladığı sekans ile Leatherface’in Sally’nin peşine düştüğü sekans arasındaki benzerliğe çok şaşıracaksınız. Tobe Hooper’ın Texas’ı çekmeden önce bu filmi görmüş olma ihtimali nedir acaba? Çok daha sonra çekilen Wolf Creek (2005) türevi, kırsalda tek başına yaşayan psikopat katil temalı, yeniçağın ‘ozploitation’ filmlerindeki Night of Fear etkisi ise tartışılmaz.
Başrollerdeki Norman Yemm ve Carla Hoogeveen çizgi üstü oyunculukları ile dikkat çekiyor. Yemm, gerek yüzündeki yara, gerekse topallaması gibi detaylarla süslü fiziksel görünüşüyle tipik bir ‘slasher’ katilinden fazlasını sunuyor. Hoogeveen ise kulakları tırmalayan çığlıklarıyla kusursuz bir ‘slasher’ kurbanı portresi çiziyor.
Night of Fear, sinema tarihinin tozlu rafları arasına gizlenmiş mücevher değerindeki filmlerden biri. Yakaladığınız yerde izleyin.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca