İyi filmler vardır. Senaryo, oyunculuklar ve teknik kısımlar kalburüstüdür. Bunların sanatsal filmler olması gerekmez ve sinemadan yüzünüz gülerek ayrılmanızı sağlarlar. Tekrar tekrar izlemek istersiniz. Kötü filmler vardır. Bazen o koltukta geçirdiğiniz iki saati işkenceye çevirirler. Çekilir dert değildirler. Bir de “nadide” filmler vardır. Nevi şahsına münhasır filmlerdir onlar. İyilerse kült, kötülerse suçlu zevk olurlar. Nightbreed de o nadide filmlerden biri.
Kahramanımızın adı Aaron Boon. Lori adında pek seviştiği bir sevgilisi olan Boone, maalesef kâbuslar görüyor. Kâbuslarında Midian adında, canavarların yaşadığı ve günahkârların huzura erdiği bir şehri görüyor. Boone, Midian’a gitmek istiyor çünkü günahkâr olduğuna inanıyor. Bu kâbuslarını psikiyatrı Philip K. Decker’a anlatıyor. Tabii Philip K. Decker’ın o kâbusları gerçeğe dönüştürdüğünü bilmeden yapıyor bunu. Çünkü Boone’un işlediğine inandığı tüm suçların faili aslında Decker. Ama gel de Boone’a anlat bunu. Allem edip, kallem edip Midian’ı bulan Boone, masum olduğu gerekçesiyle reddediliyor ve canavarlardan biri tarafından ısırılıyor. Midian’ın çıkışındaysa Decker’ın kurduğu tuzak yüzünden polis tarafından öldürülüyor. Ancak canavarın ısırığı sayesinde tekrar hayata dönüyor ve bu sefer Midian’ın kapısından içeri girmeyi başarıyor. Tabii aşkından ne yapacağını şaşıran Lori de, kana susamış Decker da, polis de Boone’un peşini bırakmıyor. Sürprizbozan verdiğimi zannetmeyin, bütün bunlar filmin ilk 20 dakikasında olup bitiyor. Barker’ın Cabal adlı romanından uyarlanan öykünün bir ayağı Hıristiyanlık mitolojisinde, diğer ayağı ise 80’ler klişelerinde. Katarsisler, dirilen Mesihler, eksoduslar bir yanda, kurtarılması gereken kadınlar, sırf kötü olmak için kötülük yapanlar diğer yanda. Bütün bu arka plan ve teşbihlerin üzerinde bir de Barker’ın suya sabuna dokunduğu yerler var. Önyargılar, görevini kötüye kullanan yetkililer, polis işkencesi, din ve linç kültürü gibi unsurlar hikâyeyi zenginleştiriyor.
Hikâye geçer not almasına karşın yazarın yönetmenlik yaptığı, yönetmenin başrol oynadığı, kısacası kimsenin kendi işini yapmadığı bir filmde bazı aksaklıklar olabiliyor tabii. Clive Barker’ın rejisinin doğru yaptığı şeyler arasında birkaç iyi kotarılmış sahne ve çok iyi ayarlanmış bir ritim var. Ama aklına gelen fikirlerin hepsinin isabetli olduğunu söylemek güç. Barker kamerayı mümkün olduğunca dinamik kullanmaya çalışmış ama bunu durağan sahnelerde de yapması bazı garip sonuçlar ortaya çıkarmış. Kurguda da bir acemilik göze çarpıyor. Barker, oyuncu kadrosundaki yönetmenin tecrübelerinden faydalanamamış gibi görünüyor. O yönetmenin de oyuncuların birikiminden faydalanamadığını söyleyebiliriz. Zira David Cronenberg’in oyunculuğu ruhsuzlukta yeni çığırlar açıyor. Neyse ki rolü bu ruhsuzluğu kaldırıyor. Kadronun geri kalanından da Oscar’lık performanslar beklememek gerekiyor. Bir tek eksantrik canavar Narcisse’yi canlandıran Hugh Ross biraz öne çıkıyor. Eleştirilecek bir diğer nokta da Danny Elfman’ın ilk kez filmine yakışmadığına şahit olduğum müzikleri. Gözünüzü kapatsanız bir Clive Barker filmi değil de A Nightmare Before Christmas’ı (Noel Kâbusu) izlediğinizi düşünebilirsiniz. Filmin ışıl ışıl parladığı noktaysa yaratık tasarımları ve makyaj. Midian’ın sakinleri gerçekten hayal gücünün sınırlarını zorluyor. Bunda Clive Barker’ın orijinal hikâyede detaylarıyla anlattığı yaratıkları hayata geçirirken gösterdiği özenin etkisi de var tabii. Filmin mekân tasarımlarıysa Star Wars’taki çalışmalarıyla hayran olduğumuz Ralph McQuarrie tarafından yapılmış.
Nightbreed’in aksayan çok yönü var. Bunların bir kısmı Clive Barker’ın yetersizliklerinden, bir kısmı da stüdyonun filme yaptığı müdahalelerden kaynaklanıyor. Yine de Clive Barker’ın zengin öyküsünü ve hayal gücünün görselliğe dönüşmüş halini izlemek garip bir keyif veriyor. Bu düşük bütçeli, karizma fakiri film, sizin de kültünüz olabilir.
HANGİ VERSİYON
Nightbreed, stüdyo gazabından nasibini fazlasıyla almış bir film. Adı daha ticari olduğu gerekçesiyle Cabal’dan Nightbreed’e değiştirilmiş. Ayrıca neredeyse hiç pazarlanmamış. Hatta pazarlama bölümünün başındaki Morgan Creek’in filmi sonuna dek izlemediği “iğrenç ve gerilimli” bulduğu bizzat Clive Barker tarafından söyleniyor. Bu yüzden de bir fantastik / korku filmi olarak değil de gençlerin toplu halde bir yere gidip öldükleri slasher filmi olarak pazarlanmaya çalışılmış. Nightbreed’in önündeki tek engel stüdyo değilmiş tabii. MPAA, filmin fragmanını 12 kere reddetmiş ve yaratık görüntülerinin fragmana konulmasını yasaklamış. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi 20th Century Fox, filmi fazla vahşi bulduğu için bir hayli makaslanmış. Sinema kurgusu 108 dakika iken 2009 yılında yok edilmediği anlaşılan Clive Barker’ın orijinal kurgusunun süresinin 159 dakika olarak açıklandığını söylersem, bu makaslamanın ne kadar ileri boyutta olduğunu anlarsınız. Ancak bu 159 dakika, stüdyo araya girmeden önce yapılmış ham kurgunun süresi. Bluray’lerle birlikte görücüye çıkan Cabal Cut ise bu ham kurgunun işlenmiş hali ve 120 dakika. Bazı sahneler elden geçirilmiş, bazı yeni sahneler eklenmiş, bazı sahnelerse çıkarılmış. Başta iddia edilenin aksine Cabal Cut, bambaşka bir film yaratmıyor ama hikâyedeki bazı boşlukları yamıyor. Ayrıca daha fazla yaratık, daha fazla Barker ve bambaşka bir final sizleri bekliyor. Benim oyum Cabal Cut’a.