Nosferatu posterZombiler, kurt adamlar ve vampirler; edebiyat ve ardından sinema dünyasının fantastik alt türleri içinde en bilindik korku figürlerdir. Yoğun bir hayran kitlesi olan bu alt gruplar içinde, zaman zaman biri popülerleşir ve belirli bir süre o tür ile ilgili eserler daha yoğun şekilde karşımıza çıkar. Son dönemde zombi dizi ve filmleri biraz daha popüler olsa da vampirler ile ilgili yapımlarda üretilmeye ve hayranlarını mutlu etmeye devam ediyor. Zombi kültürü için George A. Romero nasıl temeli oluşturma konusunda bir üstadsa, vampirler konusunda da yaratıcı usta F.W. Murnau. 1922 yılında çekilen “Nosferatu: eine Symphonie des Grauens” (Nosferatu: Bir Dehşet Senfonisi), konu olarak özgün olmasa da kendinden sonraki dönemde oluşacak vampir fügürünün temelinin atıldığı, zihinlerde vampir imgesini oluşturan, zamanının çok ötesinde öncü bir gerilim filmi olmasıyla dikkat çekiyor.

Öteki Sinema için yazan: Nuri Şimşek

Wisburg isimli küçük bir kasabada yaşayan Hutter ve Ellen’in mutlu bir evlilikleri vardır. Bir emlakçının yanında çalışan Hutter’a, Karpat Dağları’nda oturan Kont Orlok’un Wisburg’dan ev almak istediği ve bu konuda yardımcı olursa karşılığında çok para kazanacağı söylenir. Teklifi hemen kabul eden Hutter, karısı Ellen’in bu gidişten dolayı hoşnutsuz olmasına rağmen vakit kaybetmeden yola koyulur. Ucunda; acının, karanlığın, lanetin ve ölümlerin olduğu bu yol, Kont Orlok’un evinde son bulur. Kont Orlok’ta normal olmayan şeyler vardır ve Hutter da bunun farkındadır. Şato içinde dolaştığı sırada bulduğu Vampirlerin Kitabı sayfalarını karıştırdıkça Orlok’un kan emen bir nosferatu, yani vampir olduğunu anlaşılır. Bu sırada Ellen’in varlığının da farkına varan karanlık kont, o güzel boyundan kan emmek için çok uzun mesafeler katetmeyi göze alacaktır. Geçtiği her yere lanetini ve karanlığını götüren Orlok, Ellen’i bulur ve onun kanını emer. Kan emmeye kendini o kadar çok kaptırmıştır Orlok, zevkten sarhoş olup güneşin doğduğunu farkedemez ve yanarak ölür.

Nosferatu 2

Bram Stoker’ın Drakula’sından uyarlanan film, telif hakkı konusunda anlaşılamadığı için konu olarak kitapla aynı kalsa da isimlerde değişikliklere gidilerek çekilmiş. Stoker’ın Balkan kültürü ile ilgili yoğun araştırmaları sonucunda Kazıklı Voyvoda Vlad Dracul’dan esinlenerek yarattığı, orjinal ismi Drakula olan vampirin Murnau’nun filmindeki ismi Kont Orlok. Alman dışavurumculuğunun en yoğun şekilde hissedildiği dönemlerde çekilen film, akımın her türlü özelliğini barındırıyor. Büyük pencerelerin kadrajda yoğun yer kapladığı sahneler, çarpıtılmış perspektif, chiaroscuro denilen ışık ve gölgenin tezat oluşturacak şekilde kullanıldığı görüntü teknikleri, mekan yaratımındaki karamsar hava, her dışavurumculuk filminde olduğu gibi bu filmde de mevcut.

Sivri kulakları, büyük gözleri, kalın kaşları, sivri çirkin dişleri ve uzun tırnaklarıyla oldukça korkutucu olmayı başaran Orlok, Max Schreck’in oyunculuğuyla birlikte karakter yaratımı açısınıdan oldukça başarılı bir iş. Kendisinden sonra gelecek vampir figürlerini etkilemenin yanı sıra, Elm Sokağı Freddy’nin tırnaklarına da esin kaynağı olmuş gibi gözüküyor. Kostüm ve makyajla bu gün bile istenilen etkiyi almanın çok kolay olmadığını düşünürsek, o tarih için Kont Orlok kusursuz bir tip. Baş karakter dışında, Hutter, Ellen, Knock gibi yan karakterlerin de film boyunca geçirdikleri değişimler ve gelişimler perdeye güzel yansıtılmış.

Nosferatu 3

İlk 10-15 dakika filme alışmayla geçiyor, çünkü; 1922 yılının teknolojisiyle çekilmiş, arada yazıların girdiği, görüntülerde sıçramaların yaşandığı, sessiz bir filme adapte olabilmek, teknoloji bombardımanı altında yaşayan, 3D, bluray gibi gelişmelerin içinde olan ve buna alışan biz sinemaseverler için pek kolay olmuyor. Fakat filmin içine girebildiğiniz andan itibaren beklemediğiniz bir yöne doğru kayıyorsunuz. ‘1922 yılı yapımı bir film beni ne kadar gerebilir ki’ diye düşündüğüm ilk dakikaların aksine ilerleyen bölümlerde bir hayli gerici ve rahatsız edici öge çıkıyor karşınıza. Sesin olmayışını, müzikle ve ve ses efektleriyle giderme yolunu seçen Murnau, istediğini elde etmiş gibi gözüküyor. Teknik yetersizlikler sebebiyle akşam çekimlerini de gündüz yapmak zorunda kalmış yönetmen. Filmi izlerken ara sıra renk değiştirerek maviye döndüğünü gördüğümüz sahneler, aslında akşam olduğunun ve sahneyi o şekilde algılamamız gerektiğini söyleyen bir uyaran.

Zombilerde ve kurtadamlarda genelde yaratıkları avlayan insanlar daha karizmatik şekilde resmedilirken, vampirlerin kendileri genel olarak daha karizmatiktir. İlk vampir Orlok, gerek kıyafetleri, gerek mimikleri ve hareketleriyle en az Alacakaranlığın Edward’ı kadar cool. Edward’ın da atası olduğunu olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğimiz Orlok’un hikayesi izlemek, temeli bilmeden vampir kültürüne hayranlık duyanlar için oldukça öğretici, güzel bir deneyim olacaktır. ‘Nosfertu: Bir Dehşet Senfonisi’ 1922 yılında çekilmiş olmasına rağmen hem teknik, hem de içerik olarak zamanının çok ötesinde, kendinden sonraki yıllarda korku-gerilim türünün şekillenmesine büyük katkı sağlamış bir başyapıt olarak izlenmeyi hakediyor. Aman güneşe dikkat !

Filmin tamamını aşağıdaki pencereden izleyebilirsiniz.

blank

Misafir Koltuğu

Öteki Sinema ekibine henüz katılmamış ya da başka sitelerde yazan dostlarımız her fırsatta harika yazılarla sitemize destek veriyor. Size de okuması ve paylaşması kalıyor...

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Il Nido del Ragno / Spider Labyrinth (1988)

Spider Labyrinth – orjinal adıyla Il Nido del Ragno –
blank

Kült Filmler Zamanı: Eyes Without a Face (1960)

Eyes Without a Face (1960) bugün hem Fransız sinemasının hem