Cinema Paradiso posterÖnce Akdeniz’in uçsuz bucaksız maviliği giriyor kadraja… İtalya’nın küçük bir kasabasının balkonundan bakıyorum dünyaya… Hemen ardından huzur veren bir müzik duyuyorum. Güneşin ışıltılarıyla bezenmiş dalgaları seyrederken, rüzgârla uçuşan perdeyi görüyorum. İlk saniyeden mutluluk kaplıyor içimi… Dalgaların sesiyle birlikte oturduğum yerden kalkıp yavaş adımlarla o güzelliğe yürüyorum, Sicilya’ya gidiyorum…

Öteki Sinema için yazan: Başak Bıçak

Havanın sıcaklığını hissediyorum tenimde. Küçük bir meydandayım. Etrafımda koşuşturan çocukların sesleri, evlerine su taşıyan kadınların konuşmalarını duyuyorum. Derken bir anda kendimi bir çocuğun bedeninde buluyorum. İsmim Toto. Annesi ve küçük kardeşiyle birlikte yaşayan, babasının savaştan dönmesini bekleyen küçük bir çocuk oluveriyorum. Okuldan çıktıktan sonra koşarak Cinema Paradiso’ya gidiyorum. Sinemanın makinisti Alfredo benim en yakın dostum. Hiç çocuğu olmamış, zaten benim de babam yok; olsun. Biz hem arkadaş hem baba-oğul oluruz onunla. Sinemayı ve filmleri çok seviyorum, bu yüzden hep Alfredo’nun yanında olmak istiyorum. Kilise’de pedere yardım ederek kazandığım tüm parayı filmlere yatırıyorum. Annem kızıyor ama ben umursamıyorum. Çünkü mutluyum, çünkü sinema benim hayatım…

Ben Cinema Paradiso’yu seyrederken tam anlamıyla bu duygular içerisindeydim. Önce Toto oldum, dünyaya onun gözlerinden baktım. Sonra büyüdüm, Salvatore oldum. İlk aşkım sinemanın yanına bir de gerçek aşkı ekledim. İlk öpücüğü tattım, ilk aşkın acısını yaşadım. Alfredo hep yanımdaydı… Onunla büyüdüm, onun öğrettikleriyle yaşamıma devam ettim. Hayatım boyunca tek dostum oldu o benim. Sinemaya tutkuyla bağlı bir çocuğun, yaşlı bir makinistle arkadaşlığından çok öteydi bizimkisi, çok özeldi…

Cinema Paradiso orta

Cinema Paradiso, öyle doğal, öyle naif bir anlatıma sahip ki Toto’nun bedeninden sıyrılıp filmi dışarıdan izleme şansı bırakmıyor size. O küçük kasabada yaşananları onunla birlikte görüp, onunla birlikte büyüyorsunuz. İkinci Dünya Savaşı yıllarını, Mussolini İtalya’sını, ideolojilerin ne denli güçlendiğini görüyor ama tarihi olaylarla boğulmuyorsunuz. Savaşın yarattığı yıkıma ve komünizm korkusuna sadece kısa süren sahnelerde şahit oluyorsunuz. Çünkü filmin yönetmeni Guiseppe Tornatore’nin anlatmak istediği yalnızca İtalya’nın savaş yıllarının yoksulluğu, sefaleti, acısından ibaret değil; aksine her şeye rağmen mutlu olmayı başarabilen, güçlü bir çocuğun öyküsü. Harap olmuş sokaklarda yürürken, acı içerisindeki annesinin yüzüne bakıp üzülen fakat Gone with the Wind’in afişini gördüğü anda gözleri parlayacak kadar sinema sevgisiyle dolu Toto’nun hikâyesi…

Cinema Paradiso’da, süreç içerisinde sinemanın gelişimine tanık olduğumuz gibi; öpüşmenin, cinselliğin “nereden nereye” dedirtecek serüvenini de izliyoruz. Hatta film izleyen insanların tepkileri, konuşmaları, salonun içerisinde yaşanan kargaşa, bizdeki Sultan filminde sinemada film esnasında konuşup duran Türk halkından hiç de farklı değil. Bu açıdan film bizler için farklı bir eğlence halini alıyor. Çünkü Akdeniz’in havasından mı suyundan mı bilinmez, İtalyan halkının hayata bakışı ile bizimkisi neredeyse birebirdir. Akdeniz insanın küçük, umursamaz ve her şeye rağmen bir mutlu dünyası vardır ve Cinema Paradiso bunu en doğal haliyle bize yansıtır. Zaten filmi etkileyici kılan unsur da burada yatar. Alfredo ile Toto’nun arasındaki dostluk bize bu sebeple tanıdık, içten ve samimi gelir.

Cinema Paradiso, gösterime girdikten sonra Cannes, Golden Globes, BAFTA ve Oscar’dan ödüllerle dönerek Guiseppe Tornatore’nin filmografisinde ve dünya sinemasında çok önemli bir yer kazanan, klasikleşmiş bir film, bir başyapıt. Filmi izlerken sık sık Il Postino’nun (Postacı) o nefis tadını almanızın en büyük sebebi de Philippe Noiret. Il Postino’da Pablo Neruda’yı canlandıran aktör, burada Alfredo karakterine hayat veriyor ve öyle etkileyici bir oyunculuk sergiliyor ki; kurgudan ibaret olsa bile Toto’ya bakışları ve babacan tavrı ile küçük çocuğun ne kadar şanslı olduğunu düşünmenize yol açıyor. Filmde Toto’nun hayatını ise üç farklı kişi canlandırıyor ve elbette en sevileni çocukluğunda izlediğimiz Salvatore Cascio oluyor.

Güçlü senaryosu ve belki de izleyeceğiniz en etkileyici final sahnesiyle sinema tarihinin en güzel filmlerinden biri olan Cinema Paradiso, müzikleriyle de unutulmaz tat bırakıyor. Çocukluğumuza dair ne varsa, en sıcak, en yalın haliyle yansıtan bu filmi bir kere değil, defalarca izleyin; çünkü Cinema Paradiso sinemaya duyulan aşkın filmi…

blank

Başak Bıçak

1987 yılında İzmir'de doğdu. İzmir Özel Tevfik Fikret Lisesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi Tarih bölümünden mezun olduktan sonra Türkiye Cumhuriyeti Tarihi üzerine yüksek lisans yaptı. Bilhassa Fransız Devrimi olmak üzere Avrupa Tarihi üzerine uzmanlaştı.

Sinema özel tutkusu ve 2012 yılından bu yana filmler üzerine yazılar yazıyor. Akşam Gazetesi, Film Arası Dergisi ve Cinedergi yazarı... Dans, seyahat, fotoğraf ve şarap meraklısı...

1 Comment Leave a Reply

  1. İlk defa yıllar önce trt de yine bir ramazan gecesi izlemiştim.Noiret yi Pekcan Koşar seslendirmişti.Yaşadığım yerdeki kalan tek sinema daha porno filmlere geçmemişti ve boktan hayatımın son güzel yıllarıydı vesselam.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

The House with the Laughing Windows (1976)

*** Bu yazı, baştan sona ‘sürprizbozan’ içermektedir. *** Bir Afrika
blank

İmkansızı Uyarlamak: Moby Dick / Deniz Ejderi (1956)

Peki ama nedir Moby Dick, albino bir ispermeçet neyi simgeler?