Nuri Bilge Ceylan’ı Sevmek Zorunda mıyım?

25 Ocak 2013

nuri_bilge_ceylan05

Amerika’da yaşadığım için Türk filmlerini bulmak epey zor. Aslında dürüst olmam gerekirse içinde doğduğum ve büyüdüğüm, halen yarı-vatandaşı olduğum ülkenin sinema endüstrisine kişisel bir ilgim olsaydı, bu kadar zor olmazdı sanıyorum. Eğer gerçekten ilgilenseydim, bir sürü web sitesinden bir sürü Türk filmini indirebilirdim ya da DVD olarak ısmarlayabilirdim. Yeterince ararsanız Amerika’da her şeyi satan web siteleri bulabilirsiniz.

Yazan: Oktay Ege Kozak

Hayır, bu daha çok suçluluk duygusu ile ilgili bir mesele. Türk olduğum için içimde ne kadar kalmışsa kalan milliyetçi gururum kendi yarı-vatan kardeşlerimin sinema işlerini yeterince desteklemediğim için bana suçluluk duygusu veriyor. Açıkçası hiç bir zaman modern Türk sinemasının büyük bir hayranı olmadım, özellikle 2000li yılların başında Amerika’ya taşınmadan önce izlediğim birçok ve taşındıktan sonra izlediğim birkaç film hakkındaki fikrim pek iç açıcı değil. Şöyle gözüküyor ki 2000li yılların başından beri Türkiye sineması iki kategoriye ayrılmış durumda:

1- Yüz yıllık stereotipleri tekrarlayan abartı, tembel ve kaba komediler. Bu komediler o kadar kötü ki, Adam Sandler’ı Charlie Chaplin yerine koyuyorlar.

2- Festivallere yalakalık yapan, içerik ve hikâyeden yoksun, “minimalist”, gösterişçi, inanılmaz yavaş tempolu sanat filmleri. Bu filmler o kadar sıkıcı ki, sırf bir şey hissedebilmek için kendi kolunu koparıp yemek istiyor insan.

2003 yılında San Francisco’ya taşınmadan önce bu iki kategoriye de giren bir sürü filmi izlemeye götürülmüştüm. O zamandan beri ara sıra Türk filmleri izleyip durumun pek değişmediğini, hatta daha da kötüleştiğini gördüm. Açıkçası geçen gecenin trajedisinden önce bir Türk filmi izlemeyeli üç yıl olmuştu. Nuri Bilge Ceylan’ın uzun metraj film adı altında gizlenmiş Çin su işkencesinden geçtikten sonra otuz yıl daha bir Türk filmi izlemesem ve suçluluk duyguma ‘Kapa lan çeneni’ desem yerindedir.

284300

Nuri Bilge Ceylan sinemaya girmeden önce profesyonel bir fotoğrafçı idi (Aman!), belli ki Andrei Tarkovski’yi idolize ediyor (Aman aman!) ve 20 dakikalık bir kısa filmi 157 dakikalık epik bir canavara dönüştürecek cesarete sahip (Amanın!).

Kanımca kendisi saygıdeğer film eleştirmenlerini ve sinemaseverleri dijital sinematografi ve kadraj yeteneklerinin bir sürü ödülü hak eden usta bir hikâye anlatıcısı yaptığına inandırmış bir sahte Mesih.

Yarı-belgeseli Mayıs Sıkıntısı’nı izlediğimden beri Bilge Ceylan’dan hastalıkmış gibi kaçtım. Duydum ki, sonradan yönettiği her film ile Tarkovski’den daha çok tesirlenmiş.

Biraz da bu yüzden sonraki filmleri Uzak ve İklimler’i izlemeyerek ülkemin sinema endüstrisini desteklememeye karar verdim, her ne kadar bu filmler evimden yarım saat uzaklıktaki art-house sinemasında oynamış olsalar da.

Bu sırada Ceylan’ın ünü büyüdükçe büyüdü ve son filmi Bir Zamanlar Anadolu’da Cannes’da Jüri Özel Ödülü’nü kazandı.

Bu ödülden ve bir sürü Türk ve Amerika’lı eleştirmenlerin övgüsünden sonra bile film ne sinemalara geldiğinde, ne de videoda çıktığında izlemedim. Bir Türk filminin Amerika’da videoda piyasaya sürülmesi çok nadir bir olay… Bir Zamanlar Anadolu’da Amerika’da Blu-Ray’de çıkan ilk Türk filmi bile olabilir.

Bu kâbus sonunda beni yakaladı. Ceylan’ın şaheseri, Netflix isimli bedava streaming filmler sunan bir web sitesine konuldu. İşte sonunda önümdeydi, koltuğumdan kalkmadan, tek kuruş vermeden filmi izleyebilecektim. Fakat kaybettiğim zaman ile ödeyeceğim bedel aklıma gelmemişti tabi.

still14_hires

Şundan eminim ki Ceylan ve görüntü yönetmeni usta gözlere sahip. Dijital çekilmiş olan filmin fotografisi ve kadrajları çok güzel, hatta bazen mükemmel. Beyinsiz bir mayo modeli ne kadar güzel olursa o kadar güzel.

Minimalist hikâye anlatımı ve tutarsız karakterizasyonları çok kötü Tarkovski kokuyor. Tipik işçi sınıfı olması gereken karakterler birden bire yaşam ve doğa üzerine Şekspirimsi içten ve derin monologlar sunan filozoflara dönüşüyorlar. Bu karakterler yönetmenin ağzı olduktan sonra basit Anadolu’lular olmaya geri dönüyorlar. Ve bu filozofik monologlar sırasında sizce çimenlerin rüzgârla hafifçe sağa sola sallandığı beş dakikalık çekimler izliyormuyuz? Tabi ki izliyoruz.

Hikâyenin yapısı ve ritmi çok bozuk… Polis ve katilin gece bir cesedi aradığı sahneler sadece ilk perdeyi oluşturması gerekirken filmin üçte ikisini oluşturuyor. İkinci ve üçüncü perde ise son saate sıkıştırılıyor ve çabucak karakter gerişimi yaratmaya uğraşıyor. Fakat bu noktada artık çok geç oluyor.

Ceset arama sekanslarının bende yarattığı cinneti yeniden ziyaret etmek acı veriyor. Önceden bahsettiğim yersiz filozofi derslerinin yanında Ceylan konu gelişimi vadedip de sonradan orta parmağını göstererek seyircisi ile bir güzel oynuyor. Filmin bir noktasında cesedi bulma ümitleri sönmek üzereyken bir elmanın tepenin dibine doğru yuvarlandığı uzun bir çekim izliyoruz. Ceylan bu elmayı o kadar yakından takip ediyor ki hikâye hakkında bir ipucu veya bir gelişim göreceğimizi zannediyoruz. Fakat tabi ki iki dakika boyunca bu elmayı takip ettikten sonra elma duruyor, o kadar.

Diyebilirsiniz ki bu film düz bir polisiye adı altında saklanan bir karakter analizi? Hangi karakterin hangi analizi? Filmin 90 dakikası geçtikten sonra ancak ana karakterler hakkında bazı bilgilere sahip oluyoruz. Bu noktaya kadar bütün karakterler birbirine karışıyor ve gayet klişe olmaktan öteye gidemiyorlar. Yılmaz Erdoğan en azından tipik Türk polis şefi karakterine biraz enerji aşılamaya çalışıyor.

Filmdeki bir element gayet başarılı, çünkü başı, ortası ve sonu olan bir hikâye yapısı sunuyor. Cesedi ararken savcı doktora öleceğini belirttiği an ölen bir kadından bahsediyor. Bu hikâyeden bir kere daha bahsediliyor sonra. Ve sonuçta bu kadının gerçek kimliğini öğrendiğimizde çok güzel bir biçimde bitiyor. Hikâye başta sunuluyor, ortada hatırlanıyor ve sonda beklemediğimiz bir biçimde sonlanıyor. Filmdeki başka hiç bir hikâye bunun derinliğine ve içtenliğine yaklaşamıyor.

Bu filmin olmamışlığından bahsederken azınlıkta olduğumun farkındayım. Türk ve Amerika’lı bir sürü eleştirmen Bilge Ceylan’a bayılıyor. Adam Türkiye’de neredeyse bir sinema peygamberi olmuş durumda…

Belki de öğretmenleri tarafından hikâyenin her şey olduğuna inandırılmış bir senaryo yazarı olarak önyargılıyım. Fakat Yaşam Ağacı gibi filmlere bayılıyorum. 2001: Bir Uzay Macerası en sevdiğim beş filmden biri. Bu gerçek şaheserler Bilge Ceylan’ın filmini eleştirdiğim sebeplerle eleştiriliyor, yani belli başlı bir hikâye sunmamaları yüzünden. Bu noktada savunmam şu: Eğer bir görüntüye Savaş ve Barış’ı okuyacak uzunlukta odaklanıyorsan kamerada gösterdiğin seyin görmeye değer olduğundan emin ol. Terence Malick ve Stanley Kubrick bu gerçeğin farkında ve Bilge Ceylan değil.

Yazının orijinal halini okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

blank

Misafir Koltuğu

Öteki Sinema ekibine henüz katılmamış ya da başka sitelerde yazan dostlarımız her fırsatta harika yazılarla sitemize destek veriyor. Size de okuması ve paylaşması kalıyor...

29 Comments Leave a Reply

  1. bu cesarete sahip bir eleştirmenin ille de amerikadan mı çıkması gerekirdi

  2. Bayağı acımasız bir yazı olmuş. Bir yazarı, senaristi, yönetmeni kullandığı dil size hitap etmediği için yargılamak baştan hatalı bir tutum. “Ben sevmedim, kolumu yesem yeriydi” demekle kalsa eyvallah. Ama seyirciyle dalga geçiyor demek acımasızlığın dik alası. Yaşar Kemal iki tane çiçeği sekiz sayfa anlatıyor diye okuyucusuyla dalga geçmiş olmuyor. Yahut “Tutunamayanlar”ı hiçbir zaman bitiremediğim için Oğuz Atay’a laf söylemeye, yazarlığını “kötülemeye” hakkım yok. Eleştiri candır. Ama biraz da yordam bilmek, azıcık da etik çalışmak lazım.

  3. Bak “sahtekar” eleştirisi gözümden kaçmış! Maşallah!

  4. Hayatımda bu kadar kötü dayanak noktaları olan bir eleştiri daha okumamıştım. Hadi onları geçtim, hakaret var, yönetmene sahtekar diyor. Seksist, mayo modellerine beyinsiz diyor. Off, tüm enerjimi çekti…

  5. Ön yargıların amansız saldırısını okuduk. Temelsiz bir kin kusumu olmuş. Anlamamak sorun değil; üzerine biraz okuma yapılarak kapatılabilir. Okuduğundan fazlasını yazmaya çalışmamalı insan.

    Kanımca, Reşat Nuri Güntekin’in Anadolu’dan Notlar’ı kitap olarak ne kadar başarılıysa, Bir Zamanlar Anadolu’da da film olarak bir o kadar Anadolu notlarıdır. Anadolu’da gezdiğiniz zaman, filozof olması gereken işçileri de görebilirsiniz, hayat üzerine unutamayacağınız bir ders aldığınızın farkına vararak, (blok ders yapmak istercesine) saatlerce konuşmak isteyeceğiniz insanları da… Bu insanlar elini sallasan çarpacak sayıda olmasa da, film gerçekliğini hayatın gerçekliğinden ayırmak gerekir. Misal: Yeri gelir Anadolu insanı ile konuşmayı, (atıyorum) bir Amerikalı dostunuz ile konuşmaya yeğleyebilirsiniz.

    “Filmin bir noktasında cesedi bulma ümitleri sönmek üzereyken bir elmanın tepenin dibine doğru yuvarlandığı uzun bir çekim izliyoruz. Ceylan bu elmayı o kadar yakından takip ediyor ki hikâye hakkında bir ipucu veya bir gelişim göreceğimizi zannediyoruz. Fakat tabi ki iki dakika boyunca bu elmayı takip ettikten sonra elma duruyor, o kadar.”

    Biraz beyin sahibi olan bir şahsın, şu -küt- metaforu anlayabileceğini düşünüyorum. Bana bir metafor söyleyin ki, çeşitli sanat dallarında elmadan daha çok kullanılmış olsun. Üstelik evrensel bir imgedir elma.

    Şimdi ders başlıyor;

    Sevgili Oktay,

    Çok sevdiğimiz basit ve küt metafor elmayı günah olarak addediyoruz. Sürüklenen elma, yakından takip edildiğine göre bize bir ipucu verecek; orada başarılısın. Ve elma durur. (o kadar değil) Şimdi sahneyi düşünelim; a! 2 adet çürük elma daha var. 2 elma, 2 metafor daha demektir. Kahretsin! Kim okuyacak bu kadar sembolü..! Neyse Oktay; derse devam ediyoruz. Sanırım bizim elmamız da (zamanla) çürüyecek. A! Bu bir ipucu mu yoksa? Yoksa yönetmen, bu cinayetin (günahın) çözülemeyeceğinden mi bahsediyor? En azından devlete intikal etmeyeceğinden? Hem de hatırı sayılır bir noktada? Türkler burada, “su akar yatağını bulur” cümlesini kullanır. (Elmanın su yatağında sürüklendiğini de yazalım o zaman.)

    Az isimli romanı üzerine konuşurken Hakan Günday, “Anadolu’nun çevresi etten duvarlarla örülmüştür; kendi adaletini kendi uygular. Biz bunu göremeyiz, zaten onlar da göstermek istemezler; etten duvarlar o yüzden vardır” minvalinde bir şey söylemişti.

    A!

    Bizim elemanın doktorla konuşmasına ne kadar çok benziyor. Hani şu filozofumtrak, rüzgarda savrulan sarı otlar eşliğinde konuşan eleman.. Doktor diyordu, burada kendi adaletini kendin uygularsın. Köy yerinde böyledir. Bi silahın olacak illaki. Ya da buna yakın bir konuşma.

    Evet. Film böyle biter. Çözülmemek üzere bir dosya daha rafa kaldırılır. Çocuklar top oynuyordur. Top, bizim karakterlerimize doğru gider. Bizim çocuğumuz döner ve topa vurur. Oyun devam ediyordur. Ya da hayat.

  6. Öncelikle arkadaşların da belirttiği acımasız bir o kadar dayanaksız bir karalama olmuş.Karalama diyorum çünkü eleştiri farklı bir şeydir.Açıp internetten ne olduğuna bakabilirsiniz ya da bu zamana kadar bakmalıydınız.
    Şimdi gelelim sizin düşüncelerinizin neden karalama olduğunu
    1)NBC sinemayı para kazanmak için yapmaz.İnsanları kandırmak istese gider popüler işler yapar(Güzel de yapar yapsa tadından yenmez) ama yapmıyor bunu bir sormak lazım neden yapmıyor.Çünkü NBC sinemasının para ile işi yok derdi başka.Parayı aşmış bir insan olarak ‘sanat’ icra ediyor
    2)işçi sınıfının size göre hayatta yeri yok gibi görünüyor.Toplumdan pasifize edilmiş insanlar olarak değerlendiriyorsunuz.Amerika’ya ne zaman gittiniz bilmiyorum ama bir Türkiye’ye gelin ve işçilerle emekçilerle sohbet edin.Çoğunun sizlere anlatacak güzel hikayeleri ve aforizma tadında sözleri vardır.Onlarla sohbet etmekte tadından yenmez bir olaydır.
    3)Festivalde neden bu ve bunun türevleri ödül alır.Bunu da bir soruverin kendinize.Festivalde bulunan insanlar toplum adına duyarlı insanlardır.Orada para metasından çok insanlık adına ne yaptığın sanat mı zanaat mı yaptığın bunları yaparken neler kullandığın gibi ölçütler vardır.Bu ölçütler sadece Türkiye’ye has değildir.
    4)Sinema tarihinden de yoksun olarak gördüm sizi.Tarkovskiy çakması demişsiniz.Uzun planları kullanan herkes Tarkovskiy çakması o zaman.Açıp sinema tarihine bir bakın.Uzun planların ne anlama geldiğini,gerçekçi sinemanın olmazsa olmazı olduğunu göreceksiniz.Bu bilimsel mi?Kesinlikle değil ama algılama diye bir olay vardır.Deneyler yapılmıştır üzerine.Pudovkin,Vertov,Eiseinstein gibi sinemabilimciler bu konuda çok kafa patlatmışlardır.
    5)Hikayenin kadrajlamadan önemli olduğunu da söylemişsiniz.Evet hikaye önemlidir ancak ne bekliyordunuz onu kestiremedim.Bizim sinema tarihimize baktığınızda şunu göreceksiniz.-İnsan Davranışları-Tamamen bunun üzerine kuruludur.Siz hiç uzaya çıkan bir Türkiye vatandaşı gördünüz ya da duydunuz mu?Duymadınız çünkü yok.Ben uzay hikayesi neden anlatayım.Nüfus ettiğim toplumun o kadar derdi varken bu sorunlara bir nebze olsun karşı tavır almak daha önemli değil midir?Önem konusu göreliliği olan bir kavramdır.Ve NBC bunu seçmiştir.
    6)Sinema çok göster az konuştur temeline dayanır.Çıkış noktası budur ve bunun üzerine yoğunlaşır.Yok ben hikayemi metaforlaştırmam gider takır takır anlatırım diyorsan ki yapabilirsin iyi de izlenir bu arada.Bu sizin seçiminizdir.Ama o sinema değil fotoroman olur.
    Size burada sinema dersi verme gibi bir misyon edinmedim yanlış anlamayın ama bu ve bu tarz filmler kafanızı çalıştırmanızı ister.Arabanın farının giderek kararması,elmanın yuvarlanışı,Mahmut’un Samsun sigarasını içmesi,ZB sinemasında kapıların kapanmayışı bunlar üzerine düşünülmesi gereken noktalardır.
    Not:Hakaret ettiğiniz için sizi kınıyorum.Bu sizin haddinize değildir.
    Bir not daha,verdiğim örnekler farklı filmlerden farklı metaforlardır.

  7. Oktay Ege Amerika’dan Türkiye’yi anlamaya çalışırsan işte böyle saçma sapan yorumlara imza atmış olursun. Ayrıca yazının bulunduğu orijinal sitede yazının başlığı ”Fuck Nuri Bilge Ceylan”.
    Bir insanı her türlü eleştirebilirsin. Beğenirsin beğenmezsin o ayrı konu. Ancak senin yaptığın düpedüz küfür ve hakaret. 40 yaşına yaklaşmış, aile babası bir adamdan çıkan eleştiriye bak, olgunluğa bak. Ben kendi adıma utandım.

  8. Bu okuduklarımız, gereksiz özgüvenin yol açtığı türden bir durum.Sinema eleştirisinde Hıncal Uluç ekolünün bir devamı olarak görüyorum ve eleştiriyi okurken kaybettiğim 5 dakikamı geri istiyorum :) :)

  9. Eee siz neden yayınladınız ki bu yazıyı. Adam da kendini ”ulan ne eleştirmeninim ha” falan sanacak. O yüzden yazdıklarına yorum veya cevap yazmak bile bu kişiyi ciddiye almak olur. Bence Öteki Sinema gibi bir siteye bu tarz dayanaksız ve işkembeden salla gitsin tarzı yazıların konulması bile yanlış. Resmen başarılıya çamur at ve ünlü ol mantığı :D Basit değil mi?

  10. Güzel soru… Neden yayınladık? Cevap: Neden yayınlamayalım?

    Bir yandan da gerçekten test etmek istedik. NBC, Conan’ın da dediği gibi kanı akan bir ölümlü mü yoksa çoktan sinema tanrısı oldu ve dokunulmazlığa ulaştı mı?

    Biz ortada bir ‘kutsal’ göremiyoruz. Sinema yapan herkes eleştirilebilir. Bu sefer de öyle oldu. Yazının içeriği, duygusallığı yazarını bağlayan bir konu. Öteki Sinema ekibinin çoğu sizinle aynı görüşte ve yazılanlara katılmıyor ama biz editoryal faşizm yapıp bu yazıyı yayınlamasaydık. İnanın siteyi bugün kapatırdım!

    Eğer birisi, mesela “neden yayınladınız?” diye soran Nasurettin “Nuri Bilge Ceylan’ı çok seviyorum” diye bir yazı yazarsa onu da yayınlarız. O konuda herhangi bir sıkıntı yok… Bakın yorumlarınız da burada…

    Burası bize “sus konuşma” diyenlerin ulaşamayacakları bir alan… Profesyonel sinema yazarlığı yaptığım için sansürün kokusunu her yazımda buram buram çekiyorum içime… Öteki Sinema Öteki’dir arkadaşlar… Biz bunu hep yapıyoruz!

  11. bir hıncal uluç değil.. ama biraz çalışırsa olur.

  12. Acikcasi bu gelen tepkileri tahmin etmistim. Bu yazi bir bakima da bir deney gibi oldu. Bir yandan Nuri Bilge Ceylan’in peygamber statusunu kanitlamis olduk, diger yandan iki ayri dunyanin elestirel yaklasimi arasindaki farki gorduk. Beyazperde’ye yazmaya basladigimdan beri “Bu kadar kaba olmak zorundamisin” elestirilerine Amerika’nin (Evet Amerika, burada yasiyor olmamin, dunyamin bu ulkede geciyor olmasi suc sayilmis nedense) elestirel stiline kiyasla aslinda cok daha hafif oldugumu gostermeye calistim. Bariz bir kultur ve yaklasim farki oldugu ortada ve bu normal bir sey. Burada arkadaslarima ve esime hep soyluyorum, Turkiye’den bana kaba ve huysuz diye yorumlar atan kisiler keske sizin elestirilerinizi gorse, veya baska profesyonel elestirmenlerin yazilarini okusa diye. Bu yazinin cok daha kaba ingilizcesini yazdigimda hic bu tur bir tepki gelmemisti. Amerika’da da cok seveni var bu filmin hatta bir cok elestirmenin en iyi 10 listesine girdi. Ama kimse tutupta bana cok kaba olmussun demedi, Isin icinde kulturel bir fark var bu normal bir sey tabi. Burada arkadaslarim ve elestirmenler Kubricke ruhsuz, Kurosawaya sIkIci, Spielberg’e yapmacik dediginde gucume gidiyor biraz tabi ama yapicak bir sey yok.

    Ilginctir ki butun bu (bekledigim) negatif tepkilerin yaninda bir kac kisi “sonunda biri soyledi bunu” diye bana katildi, ya Facebookta Ilgin Ile Serhat, Berkin Celik, Cenk Kevorkian, Kubilay Kara, Erencan Yildiz, ya da bu yaziyi post ettigim kendi facebook sayfamda bu tur bir tepki ile cok karsilastim, “sana katiliyorum ama etrafta soyleyemiyorum” tarzinda. Hatta burada biri “bu cesarete sahip bir eleştirmenin ille de amerikadan mı çıkması gerekirdi?” demis.

    Film hakkindaki dusuncelerim ne olursa olsun, herhangi bir sanatcinin, “elestirilemez, halkin sanatcisidir” gibi bir statuye erismesi cok tehlikeli bir durumdur. Nuri Bilge Ceylan sevgisi ile buyumemis, bu dunyanin disinda yasamis birinin mi gelip filmi objektif gozlerle elestirmesini beklemek lazim? Yazik. Nuri Bilge Ceylan ile kisisel veya milliyetci bir baglantim yok. Sadece tamamiyle nbc fenomeni hakkinda hic bir fikri olmayan biri olarak filmini sevmedigimi yazdim. Zamaninda Beyazperde’de bundan cok daha “kaba” elestiriler yazdim, hic biri boyle tepki gormedi, onlar sirf turk olmayan yabanci yonetmenlerin filmleri diye mi? Ayrica amerika’da yasadigimi belirtmem hava atmak icin degil (Neyin havasini aticam? Ekonomimiz yerlerde surunuyor ve her hafta delinin teki otomatik silahla bir okula vs.. dalip cocuklari olduruyor) neden yakin tarih turk sinemasi ile hasir nesir olmadigimi aciklamak icindi. Bunu belirtmesem “bu hiyar turk sinemasi hakkinda bir sey bilmiyor turkiyede yasamasina ragmen” derdiniz. Iki ucu boklu degnek yani. Sira “kaba” elestiriye gelmisken, dedigim gibi bu iki ulke arasindaki bir yaklasim farki. Size iki dakkada buldugum rastgele bir elestiriyi veriyorum, Peter Travers amerikanin top 5 elestirmenlerinden biridir, hansel and gretel elestirisi:

    What to say about this lame-brained, limp dick attempt to update a classic Brothers Grimm tale into an f-bomb throwing vomit-inducing 3D franchise? I say, screw the damn thing and run the other way. It’s all kinds of sad to see the gifted Jeremy Renner (Hurt Locker, The Town) tainting his rep for the sake of a quick payday. Renner plays the grownup Hansel. The British actress Gemma Arterton takes on Gretel, his sister. And they’re both in the – wait for it – witch hunting business. That’s a cue for Norwegian writer-director Tommy Wirkola (Dead Snow) to explode heads and toss stuff at us in 3D. Hansel’s candy fetish has made him the first recorded diabetic of the Middle Ages. He carries an old-school hypodermic needle. Them’s the jokes, folks. Hansel does have a keen eye for business. “Trolls are extra,” he tells the sheriff (Peter Stormare). This may be the longest 90 minutes you ever spend in a theater. You¹ve been warned.

  13. Oldukça sığ sularda gezen bir eleştiri yazısı olmuş. Ne Nuri Bilge Ceylan sinemasına derinlikli bir bakış var (ki çoğu filmini izlememiş) ne de eleştiri sınırları düzgün çizilmiş. Malesef ki Öteki sinema gibi bir site için yakışan bir uslup değil. Bu arada kimse Nuri Bilge Ceylan sevmek zorunda değilde sanırım konu ondan baya sapmış.

  14. Burada kendi adıma bir putlaştırma göremiyorum ancak dediğine bir noktada katılıyorum.Türkiye’de çıkan bir çok sinema dergisini ve bir çok eleştirmeni takip eden birisi olarak dediğin tespit doğru.Orada bir putlaştırma ile karşılaşabiliriz NBC yaptıysa oradaki objenin kesin bir anlamı vardır diyerekten yere göğe sığdıramama olur olmadık her şeye anlam yükleme oluyor.Benim takıldığım nokta şu hakarete varan bir eleştiri olması.Evet sevmeme hakkın sonsuz bir şekilde mevcut ama bir insana sahtekar demek için yeterli neden değildir sevmemek.
    NBC sinemasının eleştirilmemesinin bir nedeni de ikili ilişkilerini kurmuş olmasıdır.Bugün sinema eleştirmenlerinin çoğuyla birebir tanışıklığı arkadaşlığı olan birisidir.Bu da eleştirmenlerin nesnel değerlendirme yapmasının önüne geçiyor.
    Bir nokta da şu benim aldığım duyumlar akabinde söylüyorum.Bu sadece bir duyum kesinliği doğru değil.Aldığım duyum şu Festival jüriliği yapan sinema tarihçilerimizle bir araya geldiği film bitmeden önce hangi noktalarda düzenleme yapması gerektiği noktasında danışmanlık aldığı.Tabii belli paralar karşılığında oluyor bu.Bu sadece bir duyum yanlış anlaşılmasın.

  15. Demek ki Nuri Bige Ceylan’ı SEVMEK zorundasın Oktay Ege Kozak!
    Üslup düzeltmeyi ne kadar da seviyoruz. Herkes ne kadar “siyaseten doğru”. Birazcık amatör ruhla yazılmış bu yazıya ellerimizde yabalar ve meşalelerle köşeye kıstırmışız, veriyoruz kalayı. Ben daha çok yazıyı eleştiren kişilerin sözlerine takıldım:
    Murat Camgöz demiş ki: mayo modellerine beyinsiz diyor o yüzden seksist. Aslında yazıda mayo modelleri kadın erkek olarak ayrılmamış ama herhalde Murat beyin algıda seçiciliği var, kafasındaki imaja göre cinsiyet boşluğunu kadın olarak doldurmuş. Ki bu durum bizzat kendisinin seksist olduğunu gösterir. (Çünkü yazıyı okurken nedense ben erkek mayo modellerini tasarladım kafamda. Onlar kadınlardan daha beyinsiz oluyorlar. Evet bu yönden seksistim)
    Metafor (ismi de manidar) arkadaşımız açıkladığı elma metaforunun kesinlikle doğru olduğunu nereden biliyor? “Derse devam” dediğine göre kendisi bu konuda otör mü? İsmini seçme biçimine göre öyle ama, peki gerçek eleştirmenlik bu şekilde mi oluyor? Yani “ben böyle okudum bu filmi, o zaman doğru olan benim dediğimdir” şeklinde mi yürüyormuş işler? Bence asıl eleştirilmesi gereken bu, çünkü maalesef eleştirmenlikten anladığımız bu.
    Yine Metafor arkadaşımız demiş ki: “Yeri gelir Anadolu insanı ile konuşmayı, (atıyorum) bir Amerikalı dostunuz ile konuşmaya yeğleyebilirsiniz.” Bu nasıl ağdalı bir popülerizmdir böyle? Demiş ki: “Anadolu’da gezdiğiniz zaman, filozof olması gereken işçileri de görebilirsiniz, hayat üzerine unutamayacağınız bir ders aldığınızın farkına vararak, (blok ders yapmak istercesine) saatlerce konuşmak isteyeceğiniz insanları da…” Bu ihtimal, Anadolu dışında mesela Trakya’da ya da Türkiye dışında rastlayabileceğimiz filozof olması gereken insan ihtimaliyle eşittir. Anadolu’yla ilgili böyle bir istatistiksel çalışma mı var? N’olur bu tür hazır formüllerle savunma yazısı yazmayın, n’olur!
    Cemalettin demiş ki: “Festivalde bulunan insanlar toplum adına duyarlı insanlardır”. Buna gerçekten çok güldüm. Yazık, masumca bir inanış bu. Ya da kendisi fazla elitist. Demiş ki: “Hakaret ettiğiniz için sizi kınıyorum. Bu sizin haddinize değildir.”. Aslına bakarsanız tanımadığınız, yüzyüze konuşmadığınız ve üzerinde tecrübeniz olmayan birisine had bildirmek kimsenin haddi değildir. Ama çok severiz ve çok yaparız bunu (bazen ben de yapıyorum galiba).
    Murat Erdem ve Devran, düzeysiz olduğunu düşündükleri bir yazıyı düzeysiz bir biçimde cevağlandırmışlar gibi geldi bana. Nasurettin Öteki Sinema’da yayınlanması gereken yazılar hakkında bilgi sahibi…
    Aslında ben en çok fazla yumuşak bir cevap veren Murat Tolga Şen’e üzüldüm. “ÖTEKİ” sinemanın ne olduğu konusunda daha sert bir cevapla herkesi susturabilirdi gibime geldi. “Öteki Sinema ekibinin çoğu sizinle aynı görüşte” demiş. Gerçekten mi yav? Yandık o zaman… Gerçi benim üzerime vazife değil.

    Peki herkesin toplu halde Nuri Bilge Ceylan’ı savunması sizde de şüphe uyandırmıyor mu? Bir tek ben mi bilimsel bir zihinle şüphe duyuyorum?

    Piçin önde gideni olduğu için çok sevdiğim Oscar Wilde iğrenmeyle karışık demiş ki “Sadelik gösterişin en büyüğüdür”. Kral çıplak diyorum ben de. Uyanın da Türk Sineması kısır döngüsünden kurtulsun.

  16. Buradaki yorum yapan insanların üstünde birleştiği nokta, yazarın hakarete varan bir eleştiri yapıyor olması. İşte bunu anlamıyorum.

    – Onca emek var!
    – Ama bak görsel bir şölen!
    – Festivallerin niye bu kadar ödül verdiğini bi’düşünün, boşuna olamaz değil mi?
    – Çok süper metaforlar var, sen anlamamışsın!

    Ortada bir eser varsa, sanatçı kendi köşesinden bir şeyler anlatıyorsa; bu esere maruz kalan kişi de “kendi köşesinden” eserin kendisine ne hissettirdiğini apaçık söyleyemez mi?

    Yukardaki metni kaleme alan insan, sıkıntıdan kendi kolunu yemek istemiş ve yönetmenin kendisini kandırdığını hissederek kızmış. Bunu ifade etmek ne zamandan beri hakaret olmuş?

    İnsanlar, pek tabii ki yanlı olacaklar, ya ne olacaktı? Kim, “tam” anlamıyla objektif olabilir ki? Sinemanın ya da sanatın objektif ve tümüyle tarafsız olarak değerlendirilmesi gerektiğini nereden çıkarıyoruz?

    Daha derine gidecek olursak, ortaya bir eser koyuyor olmak zaten bir taraf seçmek ve bunu ilan etmek değil midir?

    Yazar şahsi kanaatlerini aktarırken, kendisini eleştiren insanlar neden ellerinde sinemayı hatasız bir şekilde ölçebilen cetvel varmış gibi davranıyorlar? Sanki o hatasız cetvelleriyle ölçmüşler ve NBC’nin inkar edilemez bir şekilde harika filmler yaptığını şüphe götürmez bir şekilde tespit etmişler gibi…

    Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar, hoşça kalın.

  17. Sn.Oktay Ege Kozak’ın eleştirisini eleştirenler,farkında değiller mi acaba,kendilerini ne duruma düşürdüklerinden?Yazdıklarını tekrar okumuşlar mı acaba?NBC filmlerinden vebalı görmüş gibi kaçmak istemek,sıkıntıdan kolunu koparıp yemek istemek,bu şekilde eleştirilmeli mi?NBC filmindeki metaforları anlamayan ya da onun filmlerini kutsamayanlara yer yok mu sinema dünyasında?Ya NBC filminde gerşekten bir metafor yoksa da siz öyle olduğunu sanıyorsanız,hiç böyle düşündünüz mü?Bir çiçeği 2 sayfa boyunca tasvir etmek o satırları yazanın gözlem gücünü,senin sadece bir çiçek olarak gördüğün objede onun daha neler neler gördüğünü ve daha bir çok şeyi anlatır ama burada sinemadan bahsediyoruz,o zaman tüm NBC filmlerinden daha şaheser ve daha metaforik bir film söyleyeyim size;ne yazık ki filmin adını ve yönetmenini unuttum;film bir odada geçiyor ve film boyunca,duvarda duran bir resme yavaş yavaş zum yapılıyor.
    Vah vah vah Kubrick’lere vah vah vah.Hele hele Tarantino’lara vah ki vah,seyreden herkes bir şey anlıyor.Bir NBC olamıyorlar.

  18. wherearethevelvets… Üstadım bir konuda kesinlikle aynı fikirde değiliz… ÖTEKİ SİNEMA’da yazan insanların tamamını bir etiketin altına ittirme fikri oldukça yanlış! Bu yazıyı savunan ya da savunmayan Öteki Sinema yazarları var. Ne yazık ki bütün yazarların tek örnek burada yazılan her yazıyı ve içeriği sırf bu sitede yer aldığı için desteklemesi gibi bir durum söz konusu olamaz!

    Misal, yıllardan beri “minimalist sinema” kisvesi altında yapılan özentiliklerin geyiğini yapmaktan bile sıkılmış biri olarak ben, yazıdaki üslubu beğenmedim. Mesele hakaret edilmesi falan da değil! Hakaret etmek de bir haktır, ama yazıya baktığımda tamamen kişisel beklentilerin, ya da zevklerin dışında olduğu için NBC eleştirilmiş gibi duruyor (Bir okuyucu olarak yorumumdur.)

    Yoksa, 200 plandan oluşan 3 saatlik bir filmin ya da Anadolu insanının Shakespeare misali döktürmesinin bana göre savunulacak bir tarafı yok! Bu gün Karşıt Sinema’nın videosuna taşıdığı, minimalist sinemanın kof planları adına Act One mevzusu da benzer bir eleştiri olarak yer almış Facebook’da… Yani bunları eleştirmek zaten tabu falan değil!

    Bir de NBC’ye sanki sinemamızın en büyük karın ağrısıymış gibi bakmak kolaycılığın daniskası gibi geliyor bana. Yani adam dışarıda bilmemne ödülü almış diye kimse koşa koşa salonlara doluşmuyor bir defa bu mevhumu bir eleyelim baştan. NBC’ye gelene kadar, insanların zekasını hiçe sayan şive komedileri, kültür bakanlığından ödenek alan belli başlı özenti minimalist denemeler, içeriğe dair hiç bir şey göremediğimiz şişirme filmler, sırf sözüm ona teknik desteğin reklamı ile, doğru düzgün kurgulanmaya bile gerek görülmeden paldır küldür vizyona sokulan filmler çok daha büyük sıkıntıdır…

    “Yıllardır söyleyemediklerimize tercüman olmuş” diyen arkadaşların da hangi gezegende yaşadıklarını bir kere daha teyit ettirmelerinde fayda var!

  19. bu site bütün görüşlere yer veren bir platform ve bu eleştiri yazısı da gayet normal olarak bir eleştirmenin haklı serzenişini dile getiriyor ve ‘zorunda mıyım’ diyor dilber ay ablamızın haykırdığı gibi şaka bi yana şimdi şurda yok bu adam amerika da yaşıyor yok saçma sapan eleştiriler getiriyor gibi yorumlarda ne kadar mantıklı tartışılır..haaaa bu sitede özellikle murat tolga şen gibi bir star wars fanının veya fatih yürür gibi kendi neslimin bir yazarının yeni çekilen üçlemeye ve george lucas ın star wars a senelerdir tecavüz ettiğini söyledikleri gibi ve onların bu eleştirilerine karşı benimde george lucas ı ve yeni üçlemeleri sapına kadar savunmam gibi ege bey in de zorunda mıyım demeye hakkı var! ve benimde murat tolga şen ve fatih yürür e gerçek bir star wars fanı olmak için george lucas ve yeni üçlemeyi ‘sevmemek’ zorunda mıyım demeye hakkım var!

  20. İşte aynı sebeplerden dolayı, insanların bu yazıyı beğenme, beğenmeme ve eleştirme hakları da var. Ama bu sefer şöyle bir kısır döngü oluşuyor; “Eğer bu yazar, bir izleyici olarak yönetmene hakaret etme hakkına sahipse; neden benim de bir okur olarak yazara hakaret etme hakkım olmasın?”. Zaten farkındaysanız, tartışmayı tetikleyen de genellikle bu etki – tepki meselesi oluyor. Herkes her şeyi söyleme konusunda özgür… Ama ne kadar özgür?

  21. Ehemmm… Cevabımda popülizm yazacağıma popülerizm yazmışım. Çok güldüm kendime. Vardır bu lapsusun bir anlamı.

    Sevgili Fatih’ciğim. Yazılarımın anlaşılamaması benim için çok normal çünkü düşünce uçuşması nedeniyle karman çorman yazıyorum. Ben yazıyı (dikkat edersen) NBC hakkında fikir beyan etmek için yazmadım. Onun hakkında söylediğim tek şey: ister sevin, ister sevmeyin her sanatçı hakkında bir şüphe olsun içinizde (onu fanatik bir biçimde savunmadan önce). Kusursuz insan henüz imal edilmedi. Bir de “minimalizm” namına bir alıntı yaptım. O kadar.
    Cevabımın tamamı, buraya cevap yazan kişilerin de aslında bazı hatalara düştüğünü göstermek için yazıldı. Üsluptan bahseden insanların haliyle üsluplarına dikkat etmesi gerekirdi, öyle değil mi?
    En üzüldüğüm nokta ise benimle hemfikir olmadığını söylediğin yerde aslında benimle aynı şeyi söylemen. Nüansı gözden kaçırdık herhalde. Cevabımdan tekrar alıntılıyorum:
    “Murat Tolga Şen… “Öteki Sinema ekibinin çoğu sizinle aynı görüşte” demiş. Gerçekten mi yav?”
    Gördüğün gibi “ÖTEKİ SİNEMA’da yazan insanların tamamını bir etiketin altına ittirme” işlemini ben yapmıyorum. Ben bizzat buna karşıyım. Ama orada da belirtmişim zaten bu benim üzerime vazife değil :) Haddimi kimse bildirmesin lütfen :)
    İkinci olarak… Yine nüans… Ben ÖTEKİ SİNEMA dememişim ÖTEKİ sinema demişim. Yani siteden değil bir sinema anlayışından bahsediyorum. Benim bir öteki sinema anlayışım var ve buna göre Amerika’da Blue-ray basımı çıkan, tüm dünyada çeşitli ülkelerde gösterilen Türkiye açısından mainstream sayılabilecek bir film olan Bir Zamanlar Anadolu’da pek de öteki kavramına uymuyor. İnsanlar neden bu yazının Öteki Sinema’da yayınlandığını, bu yazının Öteki Sinema’ya yakışmadığını söylemişler. Halbuki öteki sinema yapı gereği mainstreama karşı değil midir? Siyaseten yanlış olduğu için ötekileştiren yapıtları da benimsemez mi? Öteki sinema ürünlerinin çoğu (özellikle de benim ilgilendiğim istismar sineması ve korku sineması ürünleri) zaten düzeysiz değiller midir? Aslında ironik ama, sınırını bilmeden yazılan bu düzeysiz eleştiri yazısı öteki sinema felsefesine uymuyor mu? Saldırıya geçmeden önce yüreğimizi biraz geniş tutmamız gerekmez mi? Bu konuda haklı olabilirsin. Murat Tolga Şen’den (site değil) sinema olan Öteki’yi savunmasını istemem biraz abartılı olmuş. Özür dilerim. Kimse de benimle aynı görüşü savunmak zorunda değil.
    Sevgiyle kalın :)

  22. Valla where are the velvets benim dusunduklerimi oldugu gibi yaziyorsun kendimi daha fazla savunmam icin ugrasmama gerek kalmiyor, cok sagol :) Bu arada yaziyi savunanlarla nefret kusanlarin orantisi yavas yavas donuyor mu ne? :)

  23. Sizin adınıza çok sevindim sayın Oktay Ege Kozak. Aslında ben sizin yazınız dışında başka şeylerden bahsediyorum ama sizi savunduğumu düşündüğünüze göre, eh, birşey değil diyeyim bari :)
    Aslında şu yukarıda yazılanlar içinde sizi hakkıyla savunan bir kişi varsa o da Enes Güler’dir. Ben veya başkası değil.
    Ayrıca ne sizin nefret kustuğunu düşündüğünüz kişiler yazınızın değerini azaltıyor, ne de sizi savunduğunu düşündüğünüz kişiler yazınızı daha değerli kılıyor. İyi veya kötü olsun cevap veren her kişinin sizi ciddiye aldığını düşünün. Tüm yazılanlar da bence belli bir düzeyde gerçekleşen tartışmadan başka birşey değil; tartışmak da güzeldir.
    Bu arada şüpheleri ortadan kaldırmak için eklemek istiyorum: Ben yukarıda yazanlar arasında bir tek Fatih Yürür’ü (onu da uzaktan) tanıyorum.

  24. Son zamanlarda ceylanı sevmeyen bir tek ben varım sanıyordum. hatta onu sevmemek ayıp bir şey miş muamelesi görüyorum kendini sinema izleyicisi zanneden arkadaşlarım tarafından :)) ben hep derim, fransa özellikle türk sinemasıgelimesin diye bu tür filmlere ödül veriyor :))

  25. Nuri Bilge Ceylan’ı sevmem. Tabulaştırılmasını anlayamayan biri olarak yazını da beğendim.

    Yalnız dikkatimi çeken NBC fanlarının kurdukları cümleler nasıl da birbirinin aynısı. Başlık dışında hiçbir şeyi okumadan, kızgın meşaleleri ve oraklarını hazırlayıp öfkeli bir kalabalık haline dönüşmüş gibiler. ”Çok acımasız, zevkler ve renkler tartışılmaz, hiçbir temele dayanmayan bir eleştiri, eleştiriye karşı değilim ama bu çok sert” !

    Tanrım nasıl da ”çift düşün yeni konuş” …

  26. Çok afilli kelimelerle süslenmiş içi kof bir eleştiri. Dakikalardır okuyorum ve şu an giden dakikalarıma üzülüyorum.
    Elmaya gelince..
    Elmaların hikayedeki karakterleri temsil ettiğini gözden kaçırmış.
    Böylelikle filmi nasıl ve boş izlediği aşikar.
    Popülaritesi yüksek amaçsız karakterlerle tembel senaristlerin yaz(ama)dığı senaryolar günümüzde gişe rekorları kırıyor.
    Bu da kitleyi doğuruyor.
    Elbette sen o kof sinema filmlerine vakit ayıracaksın biz ise sanatsal filmlere.

  27. Eleştirinin birçok yerine katılmadığım halde, usturplu ve tutarlı bir eleştiri olarak kabul etmek gerekir. Ingmar Bergman filmlerini şu açıdan severim. Anlamsız birçok diyalog ve sahne izlediğimizi düşünürüz. Ama bir yerde kısacık öyle birşey anlatır ki taşlar birden yerine oturur. Begman koca keçi boynuzunu sabırla çiğnedikten sonra bir damla balla ödüllendirir izleyicisini. Bir Zamanlar Anadolu eleştirisinde eleştirmen aslında filmin asıl güzel yanını da vurgulamış farkında olmadan belki de. Fotografik görsel şölenin ötesinde filmin en güzel yanı savcının doktora anlattığı ölüm hikayesi. Filmin anlatmak istediği keçi boynuzunun bir damla balı işte burada saklı. Filmi ayrıksı ve özel kılan da bu. Üç Maymun’da suda boğulan küçük çocuğa gönderme, Kış Uykusu’nda yarı entellektüel Aydın’ın karşısında sanrılarını dışa vuran kasaba öğretmeninin başkaldırışı kadar çarpıcı…

  28. Bir ekleme daha yapmak isterim naçizane. Eğer Anadolu’da uzun süreler bulunduysanız, Beyoğlu’nın salaş barlarında ya da Boğazda yalısında oturan eski aristokratların Şekspirvari cümleler döktüren yarı entellektüelleriden daha çok ve daha tutarlı (Hem de hayatında Shakespeare’i hiç duymamış) Şekspir parçalayan bir çok insanla karşılaşabilirsiniz…

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Uçurtmayı Vuramazlar!

Tunç Başaran: “Bir sevgi filmidir Uçurtmayı Vurmasınlar. Filmi bu duygularla
blank

Sinema Yazarları Altın Portakal’dan Korkuyor mu?

Murat Tolga Şen yazıyor; Antalya'da her şey yolunda mı? İşte