Hakkında hiçbirşey bilmeden, sadece Serdar Kökçeoğlu‘nun tavsiyesi üzerine alıp izlediğim bu film, son zamanlarda izlediğim en hoşuma giden filmlerden biri oldu. Başrolde efsanevi Peter ‘Robocop’ Weller var. Sırf bu bile filmi bana satmaya yetti doğrusu.

unknownFilmin yönetmen koltuğunda ise George Kosmatos oturuyor. Kosmatos’u Rambo II (1985), Leviathan (1989) ve Stallone’nin kara gözlükleriyle terör estirdiği Cobra (1986) gibi popüler ve kült aksiyon filmleriyle tanıyoruz. Ancak Of Unknown Origin kesinlikle bambaşka bir tepede duran bir film. Aslında benim her zamanki gibi Öteki Sinema okuyucusuna tavsiyem, önce gidip bu filmi izlemesi, sonra gelip bu yazıyı okuması olacak. Hakkında hiçbirşey bilmeden izlemesi çok daha keyifli olacak bir film Of Unknown Origin.

Oscar Wilde’ın dediği gibi bütün sanat aslında hem yüzeysel, hem de semboliktir. Of Unknown Origin, yüzeyde, bir adamın evini bir fareye karşı korumasını anlatıyor! Bugüne kadar izlediğim en iyi fare filmi diyebilceğim film, yüzeyin altında ise aslında bir adamın iç dünyasını, iş hayatını ve aile hayatını sembolize ediyor. Yani bu filmdeki fareyi sıradan bir 80’ler b-film ”canavarı” olarak görmek de mümkün, adamın AmericanPsycho-vari hayatında ters giden psikolojik bir durum olarak da görmek mümkün.

Filmin adı, Of Unknown Origin, ”kökeni bilinmeyen” manasına geliyor. Bu başlık hem zolojide farenin gerçekten kökeninin bilinmemesinden geliyor; Hem de dediğim gibi filmde adamın yaşadığı psikolojik bir sorun, kaynağı belli olmayan bir bunalıma da işaret ediyor.

Serdar Kökçeoğlu, bu filmi bana ”Stephen King’in yazıp çekmediği en güzel Stephen King filmi” diye tanımlamıştı. Aslında çok doğru bir laf. Ama Stephen King hikayesi kadar uçmadan anlatıyor film derdini. Ben ise Of Unknown Origin’i, 2006’da çekmiş olduğum kısa film Vidalar’a çok benzettim (Sulhi Dölek’in hikayesi). Vidalar yerine bu filmde ev sahibini delirten bir fare var karşımızda!

Filmin bu kendine has, garip havasını destekleyen bir de deli bir tesisatçı karakter var (Maury Chaykin). Bu karakter de filmin çözümlemesinde önemli bir yer tutuyor. Peter Weller ile bu tesisatçı arasında geçen diyaloglar, seyirciyi bu fare tehtidi konusunda hem bilgilendiriyor hem de adeta seyirci ile alay ediyor.

Filmin özellikle kadrajlarını ve genel olarak yönetmenliğini çok beğendim. Harika bir psikolojik çözümleme ve gerilim atmosferini beraber sunan, ama bunu da çok sade bir şekilde sunan bir tarzı var filmin. Özellikle adamın çalıştığı binanın dış cephe görüntüleri ve evin dekorasyonunu çok sevdim. Adamın fareler hakkında kütüphanede araştırma yaparkenki sahneleri ve özellikle bir sahnede adam kaldırımda yürürken devamlı açılıp kapanan kapılar ve giderek artan sokak gürültüsü gibi detaylar beni filme hayran bıraktı. Peter Weller’ın performansı ise zaten başlı başına filmi götüren bir unsur. Ken Wannberg’in müzikleri son derece atmosferik ve etkileyici. Senaryo, Chanucey Parker’ın ”The Visitor” adlı hikayesinden uyarlanmış. Yapımcı ise Scanner filmlerinin yapımcısı Pierre David.

Bugüne kadar izlediğim en iyi ”saldırgan hayvan” betimlemelerinden birini buldum doğrusu filmde. Neredeyse kedi büyüklüğünde (yoksa daha mı küçük, veya daha mı büyük acaba) olan bu canavar fare ile Peter Weller’ın mücadelesi, finali yeterince tatmin etmemesine rağmen, kesinlikle 80’lerin unutulumuş hazinelerinden…

cats

blank

Can Evrenol

University of Kent’ten “Sanat Tarihi” ve “Film Theory”mezunu. Bahçeşehir Üniversitesi’nde seçmeli sinema dersi vermekte. MEHTAP ve OMEGA VATAN isminde iki kısa romanı var. Yeni sinema filmi SAYARA (2024) çok yakında!

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Tuhaf Ama Çok Tuhaf Bir Film: Aswang (1994)

Wrye Martin ve Barry Poltermann’ın birlikte yönettikleri Aswang, kesinlikle izlenmesi
blank

The Lost World (1925)

Sessiz sinema döneminin en büyük ve en önemli şaheserlerinden biri