Küçücük bir kelimenin içine sığan milyonlarca anlamdır Beatles. Çocukluk, gençlik, ilk aşk, arkadaşlık ve daha niceleri… Peki, müzik tarihini tümden değiştiren ve aktif olduğu dönemde “İsa’dan bile daha popüler” olduğu iddia edilen Beatles, yeryüzünde hiç var olmasaydı neler olurdu? İşte, bu ilginç sorudan filizlenen ve iyiden iyiye tekdüzeleşen müzik anlatılarına farklı bir renk katan Yesterday, The Beatles’ın kendine has cazibesini beyazperdeye taşırken, öte yandan grup üyelerine öykünen Jack Malik’in sıra dışı hikâyesi ile de izleyicisine özgün bir anlatı armağan etmeyi es geçmiyor.
Filmin konusuna kısaca temas etmek gerekirse, Jack Malik adı sanı duyulmamış başarısız bir müzisyendir. Arkadaşı ve menajeri Ellie ile birlikte küçük konserlere yolculuk etmekte ve arta kalan zamanlarda da bir markette çalışmaktadır. Ancak Jack’in günün birinde geçirdiği kaza ve öncesinde tüm dünyada gerçekleşen elektrik kesintisi, onu bu tekdüze hayattan çıkaracak ve gezegenin en önemli insanı haline getirecektir. Çünkü Jack, gözlerini açtığında The Beatles’ı hatırlayan ve onun şarkılarını tekrardan yorumlayabilecek tek insandır!
Yesterday, her ne kadar Jack Malik’in hikâyesini izleyiciye aktarsa da filmin asıl başrolü The Beatles ve grubun dillere destan müziği. Bu nedenle anlatıya eşlik ederken anbean Beatles şarkılarını mırıldanabilir yahut o benzersiz ritmin albenisine kendinizi bırakıp içinizin kıpır kıpır olduğunu hissedebilirsiniz. Keza yönetmen Danny Boyle’un kurduğu şablon da bu durumu fazlasıyla destekler cinsten. Evet, biz ekranda Jack Malik’i görüyoruz ama anlatı bize Beatles müziğinin ne denli efsanevi olduğunu bir kez daha hatırlatıyor ve izleyici can evinden vurmayı başarıyor. Bu da Yesterday’in tebessümle izlenmesine olanak tanıyor.
Kabul etmek gerekir ki insanoğlunu ayakta tutan, bu zor yaşam şartlarına karşı direncini arttıran yegâne kavramdır sanat. Müzik, edebiyat ya da sinema olmasa halimiz nice olurdu? Düşünmesi bile korkunç! Peki ya sanat kavramlarını simgeleyen kült olmuş isimler? Dostoyevski dünyaya gelmemiş olsaydı vicdanımızla yüzleşmek bu kadar kolay olur muydu? Ya da Orson Welles hiç doğmasaydı, içimizdeki çocuğun hep masum kalacağını keşfedebilir miydik? İşte, The Beatles da en az bu saydığımız isimler kadar önemli ve müzik tarihini hepten değiştiren bir figür. Sizi bilmem ama The Beatles demek, benim için tüm gençliğim demek. İlk âşık olduğumda, ilk ayrılık acısını tattığımda yanımda olan, mezuniyetimde benimle birlikte heyecanımı paylaşan sıkı bir dost, dostlar meclisiydi. Belki böyle bir grup dünya üzerinde hiç var olmasaydı biz yine yaşamaya devam ederdik ama manevi olarak yeterli olgunluğa ulaşabilir miydik, orası muamma. Çünkü John, Paul, George ve Ringo daima ailemizin uçarı çocuğu oldular ve hali hazırda da olmaya devam ediyorlar. İşte, Yesterday’in asıl başarısının gizli olduğu yerdeyiz. Film, The Beatles’ın hayatımız için ne kadar değerli olduğunu dakika dakika yüzümüze vururken, onların olmadığı bir dünyanın da ağaçsız bir yeryüzü olacağını betimliyor. Bir başka deyişle Danny Boyle, The Beatles’e anbean hak ettiği övgüyü teslim ediyor ve seyircinin saygı duruşuna geçmesine olanak tanıyor.
Film, bir yandan The Beatles’ın hakkını teslim ederken, öte yandan da ince nüanslarla hikâyesini süslemeyi ihmal etmiyor. Özellikle Jack Malik üzerinden gelişen endüstriyel müzik eleştirisi görülmeye değer. Düşünsenize, sektörü var eden The Beatles’ın şarkı sözlerini değiştirmek için çabalayan, albüm isimlerini komik bulan ve para dışında tüm maneviyatı kapı dışarı eden sözüm ona bir modernite ile karşı karşıyayız. Film tüm bu eleştirel tavrını doğasına uygun bir şekilde öylesine şık bir mizahla servis ediyor ki, kör göze parmak sokmadan enfes bir iğnelemeyi de huzurlarımıza getirmiş oluyor. Özellikle yer yer karikatürize olsa dahi, menajer Debra’nın varlığı burada fazlasıyla kıymetli. Müziğin ruha dokunan yüzünü, kişisel hırslarıyla kocaman bir karartıya dönüşten Debra, endüstrileşmek zorunda kalan her alanda karşımıza çıkması kuvvetle muhtemel bir tip. Onun ve yüklendiği misyonun varlığı, The Yesterday’ı basit bir “feel good movies” olmaktan öteye götüren ve anlatının alt metnini dolduran en önemli değişkenlerden.
Bu noktada parantez açılması gereken noktalardan biri de şüphesiz Jack Malik’in tüm film boyunca yaşadığı vicdan muhakemesi. Yalan söylemeye alışkın olmadığı her halinden belli olan ve attığı her adımda daha da büyük bir hülyanın ortasına saplanan Jack’in “yardım” çığlıkları, filmin dramatik yönünü güçlendiren ve hikâyeyi çeşitlendiren etmenlerin başında geliyor. Esasen Jack’in yaşadığı gelgitler, insanoğlunun en büyük mücadeleyi yine kendisiyle verdiği gerçeğini bir kez daha gözler önüne seriyor. Doğru da yapsak, yanlış da yapsak, içimizdeki o hiç susmayan ses, bizi her defasında karanlık bir dehlizin ortasına bırakıyor. Ve Jack bize bir kez daha hatırlatıyor ki, o karanlık dehlizden aydınlığa çıkabilmek için tek geçerli yol, içimizdeki o aykırı sesi sonsuza dek susturmak!
Seneler sonra dahi Yesterday ile ilgili hatırlanacak en önemli olay ise şüphesiz ki John Lennon. Hadi itiraf edelim, Lennon’ın Jack’in karşısına çıktığı sahnede hepimizin tüyleri diken diken olmadı mı? Esasen, Richard Curtis’in yazdığı senaryo ve Beatles’in olmadığı bir dünyada John Lennon’a biçtiği paye, akıllara tek bir kişiyi getiriyor: Pete Best. Bilmeyenler için tekrar edelim. Best, Ringo Starr öncesi Beatles’in bateristiydi ve yakışıklılığıyla da grubun en popüleriydi. Onun git gide yükselen şöhreti altında ezilmek istemeyen John, Paul ve George menajer oyunlarıyla Best’i gruptan kovdurdu. Sonra ne mi oldu? Beatles tarafı malumunuz. Best ise büyük bir depresyonun ortasına saplandı. Küçük gruplarda müzik yapmayı denedi ama olmadı. İntihara teşebbüs etti, hayatta kaldı. Sonrasında ise müziği bıraktı. Ama Beatles travmasını atlattıktan sonra huzurlu, hem de daima huzurlu bir hayat yaşadı. Hatta tüm Beatles üyelerinin gıptayla baktığı bir huzurlu hayat… John, Paul, George hatta Ringo dahi Pete Best’e haksızlık ettiklerini ve onun aile hayatına özendiklerini ayrı ayrı röportajlarında hep dile getirip durdular. İşte, tam da bu yüzden Yesterday’de 78 yaşında, huzurlu bir ihtiyar olarak karşımıza çıkan John Lennon’u Pete Best ile özdeşleştirmek pekâlâ mümkün. Evet, belki Beatles olmasaydı müzik dünyasının bir yanı eksik kalacaktı. Belki John, John Lennon olamayacaktı. Ama en azından hayatını sürdürebilecekti; hem de Pete Best gibi huzurlu… Yalnızca bunu düşünmesi bile Yesterday’i alelade bir eğlence olmaktan çıkarıyor ve izleyicisini düşünmeye sevk eden dolu dolu bir anlatı olarak betimlememizin önünü açıyor.
Peki, bu kadar övgü sözcüğü sıraladıktan sonra gelelim filmin eksi yanlarına. En başta dile getirmek lazım ki, son zamanlarda gördüğümüz en yanlış cast seçimiyle karşı karşıyayız. Jack Malik olarak karşımıza gelen ve Beatles şarkılarına ses veren Himesh Patel’in performansı rampa aşağı son sürat giden bir arabanın el freni çekmesine benziyor. Beyazperdedeki duruşundan, performansına kadar tel tel dökülen ve adeta anlatıyı sabote etmeye çalışırcasına bir oyunculukla karşımızda beliren Himesh Patel açık ara Yesterday’in en zayıf karnı. Olayın vahametini bir de şöyle açıklayalım. Figüranın dahi başrolden rol çaldığı bir atmosfer varsa karşımızda, hikâyeniz benzersiz bile olsa, anlatının ivme kazanmasını beklemek yalnızca hayalcilik olur.
Tabii bir de bu özgün müzik hikâyesinin içine giydirilen bayağı romantik-komediye değinmek lazım. En az Himesh Patel’in zayıf performansı kadar göze batan Jack ve Ellie ilişkisi, böylesine şık bir senaryonun en büyük handikabı. Anlatıyı git gide klişe bir haleti ruhiyeye büründüren ve sonu henüz başından belli olan bu ikili arasındaki aşk, diyaloglarından cıvıklığına dek, The Yesterday’in şaşalı atmosferine gölge düşürecek cinsten. Bu dakikalardaki tek artı değer ise şüphesiz ki Lilly James. Işıltısıyla bu anlamsız romantizmin kurtarıcısı olan güzel oyuncu, yeteneği ve ekran albenisi ile bu dakikaları çekilir kılan tek değişken.
Liverpool’dan çıkan ve sonrasında “İsa’dan bile daha popüler” olan The Beatles’ın, hiç var olmadığı bir dünyada neler olabileceğini oldukça eğlenceli bir dille ele alan Yesterday, efsanevi müzik grubuna hak ettiği övgüyü bahşederken, özgün ve fantastik anlatısıyla da izleyicisine keyifli anlar vadeden bir seyirlik. Her ne kadar kendi içerisinde eksileri olsa da, Beatles’in dillere destan şarkıları, ince göndermeleri ve zekice yazılmış esprileriyle dinamizminden taviz vermeyen film, tüm sanatseverlerin hayran gözlerle eşlik edeceği kıpır kıpır bir iş. Ne diyelim, iyi ki varsın The Beatles, her bir parçan, her bir bileşeninle iyi ki bu dünyada var oldun ve o eşsiz müzikleri biz fanilere armağan ettin!
Öteki Sinema için yazan: Polat Öziş