Sinemamızda büyük bir krizin baş gösterdiği ve çekilen film adedinin iyiden iyiye azaldığı yılları temsil eder 80’ler. Ancak ilginçtir, nicelik azaldıkça niteliğin arttığı yıllardır aynı zamanda. Köyden kente göç, sosyo-ekonomik sorunlar, siyasi buhran gibi konu başlıkları beyazperdede kendine sıklıkla yer bulurken, Atıf Yılmaz’ın öncüsü olduğu “kadın” teması da bu yıllarda yükselişe geçer. Toplumda kadının yerini sorgulayan ve kadını a’dan z’ye her yönüyle ele alma gayesi taşıyan filmlerden biri de Şerif Gören imzalı On Kadın. Bu yıl 38. kez düzenlenen İstanbul Film Festivali’nde restorasyonlu olarak izleyicisi ile buluşan film bu vesileyle yeniden gündemdeyken, dilerseniz bu incelikli anlatıya hep birlikte göz atalım.
On Kadın, esasen 10 farklı kadının hikâyesini anlatmak için yola çıkan ancak 9 farklı kadının hikâyesini bizlere aktaran bir film. Neden dokuz olduğu önemli. 38. İstanbul Film Festivali’nde düzenlenen özel gösterime katılan başrol oyuncusu Türkan Şoray olayı şöyle özetliyor: “On tane kadın diye yola çıkıldı ancak dokuz kadın anlatabildik. Onuncu kadın da ben, sizler, kadınlarımız…” Türkan Şoray’ın olabilecek en yalın şekilde dile getirdiği bu tanımlama filmi de özetleyen cinsten. Evet, On Kadın toplumun farklı sosyo-kültürel sınıfından gelen bireyleri ele alan bir film. Ancak anlatıda ele alınan her bir kadın, aslında toplumdaki ve ekran karşısındaki hemcinslerinin birer yansıması. Bu da filmin toplumcu olarak nitelendirilmesinin önünü açan en önemli husus!
On Kadın, dokuz farklı kısa filmden oluşan bir yapım olduğu için hikâyeleri kendi içinde tek tek değerlendirmek zor. Ancak yönetmen Şerif Gören’in bu dokuz farklı hikâyeyi ustaca birbirine bağlaması, filme karşı uyanacak hayranlığın da önünü açıyor. Kaldı ki yönetmen, toplumda her daim ötekileştirilen, ataerkil düzende ezilmeye mecbur bırakılan kadını öylesine realist bir gözle ele alıyor ki, izlediğimiz film bir anda kurgusal bir anlatı olmaktan çıkıyor ve gerçekçi bir kadın tasvirine evriliyor. Ekonomik sınıf, eğitim düzeyi, sosyo-kültürel yapı gözetmeksizin, ekran başındakiler dâhil tüm kadınların adım adım aynı sona doğru itildiğini harikulade bir gözlem yeteneği ile izah eden Şerif Gören, kadına yöneltilen suçlu gözlere de adil bir eleştiri getiriyor.
Üstün körü bakıldığında film, toplumun farklı kesimindeki kadınların haksız yere suçlu yaftası yemesini konu alıyor. Ancak On Kadın’ın asıl başarısı, kadını yalnızca suçlu sıfatıyla göstermekle yetinmeyip, üstüne üstlük onu suça iten eril hâkimiyeti de tarafsız şekilde gözler önüne sermesinde yatıyor. Eğri oturup doğru konuşalım. Ne yazık ki ötekileştirmeyi seven bir toplumuz. Bu dili yüzünden hor görülen bir birey de olabilir, dini yüzünden marjinal sayılan da. Ancak ötekileştirmenin en acı veren yanlarından biri seksist bakış açısıdır. Bu öyle menem bir şeydir ki, bir noktadan sonra kişinin karşı cinse karşı dile getirdiği nefret söylemini de beraberinde getirir. Akabinde de ona yöneltilen suçlu bakışları… On Kadın’ın özeline döndüğümüzde ise bu dokuz farklı hikâyede de aynı ortak bağnazlığa rastlamak mümkün. Kadına bir metaymışçasına davranan erkek hegemonyasına! Tabii bu noktada filmi değerli kılan ana etmen ise Şerif Gören’in dokuz hikâyenin birçoğunda farklı kadın portreleri resmetmesinden öte, kadına karşı yükselen, yükselmek için hazır kıta bekleyen nefret söylemini sert bir şekilde eleştirmesi yatıyor. Tam da bu nedenle On Kadın, olanı olduğu gibi göstermekten öte, eleştirisini doğru noktaya ileten, zaman zaman sert ama bir o kadar da zekâ dolu bir iş olarak öne çıkıyor.
Filmin kadının ötekileştirilmesine ve her daim suça itilmesine karşı dik duruşuna ne kadar övgü sözcükleri sıralasak az. Nitekim On Kadın, 80’lerde çekilmiş dahi olsa zamansız bir film. Feminizm hareketinin adeta vücut bulmuş hali. Bu nedenle Şerif Gören’e ve karakterlere tüm yeteneği ile hayat veren Türkan Şoray’a toplumun böylesine bir sinir noktasına temas etmeleri hasebiyle ne kadar teşekkür etsek az. Ancak gel gelelim filmin biçimine. Evet, Şerif Gören sinemamızın en önemli yönetmenlerinden biri. Her daim meselesini beyazperdeye aktarma gayreti içerisinde olan toplumcu bir sinemacı… Ancak ne var ki usta yönetmen On Kadın’da, toplumun farklı kesimlerinden bireyleri hikâyesine monte etmeye çalışırken, anlatının da dinamizmini ziyadesiyle baltalıyor. Bir başka deyişle Şerif Gören tam manasıyla kendi topuğuna sıkıyor! Net bir eleştiri getirmek gerekirse, On Kadın’ın kimi hikâyeleri bütüne hizmet etse dahi kendi içerisinde anlamsız ve izleyiciyi hikâyeden koparacak cinsten. Bu da her bölüme yeterince özen gösterilmediği gerçeğini karşımıza getiriyor. Kaldı ki dokuz farklı hikâyenin süre dağılımının dahi birbirinden çok farklı oluşu Şerif Gören’in özensiz yönetimine dair mesajı bize ileten önemli ayrıntılardan.
Tabii filmin beylik laftan öteye geçemeyen diyalogları da zaman zaman evlere şenlik bir ruh haline bürünüyor. Kadının ötekileştirilmesini betimleyemeye çalışırken, birbiriyle çelişen birçok cümlenin senaryoya dâhil edilmesi, On Kadın’ın deyim yerindeyse bir çorbaya dönüşmesine neden oluyor. Özellikle anlatının “Feminist” isimli sekizinci bölümünde, yükselen kadın hareketine ve çağdaşlığa parantez açmaya çalışırken sarf edilen cümlelerin yapaylığı hikâyenin gerçekçilik dozajını zedeliyor. Nitekim böylesine değer yargılarına sıkı sıkıya sarılan ve omurgalı bir duruş sergileme gayreti içerisinde olan filmlerin yegâne şartı tutarlılık olmalı. Ancak On Kadın, bir yandan kadının bir seks objesi olmadığını savunurken öte yandan seksin cazibesine gönderme yaparak, “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” söyleminin de beraberinde gelmesine fırsat tanıyor. Esasen bu da çıkış noktasıyla ümit vadeden bir filmin, Şerif Gören’in elindeki malzemeyi efektif kullanamaması sebebiyle seyir zevkini düşürüyor ve inandırıcılığını gölgeliyor.
On Kadın’dan söz açılmışken sinemamızın Sultan’ı Türkan Şoray’a değinmeden geçmek olmaz. Dilerseniz geçtiğimiz yıla gidelim ve Oscar ödüllü Cate Blanchett’ın 13 farklı karakteri canlandırdığı Manifesto’yu hatırlayalım. O dönem başarılı oyuncu hakkında methiyeler düzülüyor, ne denli büyük bir yetenek olduğu sayfalarca yazılıyordu. Peki, burada Türkan Şoray’ı nereye koyacağız? İtiraf etmek gerekir ki; dokuz farklı karaktere hayat veren ve yer yer bayağılaşan diyaloglara rağmen yeteneğiyle filmin en büyük kurtarıcısı olarak arz-ı endam eden yetenekli oyuncu şüphesiz ki On Kadın’ın en büyük şansı. Nitekim her bölümde üzerine düşeni fazlasıyla yerine getiren oyuncu, ekran başına geçen izleyicinin de pür dikkat kesilmesine olanak sağlayan yegâne etmen. O nedenle Türkan Şoray hakkında sıralanacak tüm övgü sözcükleri, özellikle de On Kadın özelinde yetersiz kalacaktır.
Kadına yönelen suçlu gözlere eleştirisini dile getiren ve yine kadının metalaşmasına tepkisini ortaya koyan On Kadın, eksileri olan ancak Türkan Şoray’ın hayranlık uyandıran performansıyla şaha kalkan önemli bir toplumsal film. Hikâyesini yalnızca odağına aldığı dokuz kadınla sınırlamayan, aksine bu hikâyeye tüm kadınların hikâyesidir diyen film, Şerif Gören‘in talihsiz yönetmenliğine rağmen ilgi çekici konusu ve lafı gediğine oturtan yapısıyla sinemamızın görülmeye değer işlerinden.
Öteki Sinema için yazan: Polat Öziş