“Ellerinde hiç nasır yok Sal. Çünkü hiç gerçek iş yapmıyorsun oğlum.”

On the Road posterBazı dönemlerde bazı insanlar yaşar. Kendileriyle beraber yaşayan insanlardan daha farklı beklentileri, istekleri ve alışkanlıkları vardır. Yaşadıkları dönemde çevreleri tarafından ötekileştirilseler de, değerleri yıllar sonra anlaşılabilen bu isimler asla ölmez. Bizlerle birlikte yaşamaya devam ederler.

Öteki Sinema için yazan: Nuri Şimşek

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Birleşik Devletler’in Rusya ile soğuk savaş gerginliği yaşadığı bir ortamda doğuyor Beat Kuşağı. İnsanların komünizmden delice korktuğu, muhafazakarlığın tavan yaptığı ve zenci-beyaz ayrımının devam ettiği bir dönemde underground bir isyan hareketi, bir nevi özgürleşme çabası, cinselliğin ve uyuşturucunun tabu olmadığı bir ortamda insanın kendisini bulma arayışı. Jack Kerouac, Allen Ginsberg, William S. Burroughs gibi yazarların başını çektiği ve komformist hayatı yücelten Amerikan halkına karşı doğaçlama, tutkulu diyalog, açık cinsellik ve uyuşturucu kullanımıyla ilgili deneyimlerin kaleme alındığı Beat Kuşağı, 50li-60lı yıllarda altın çağını yaşasa da sonraki dönemde de kitleleri ve daha genelden bakacak olursak postmodern edebiyatı etkilemeye devam etmiştir. Kerouac’ın 1957’de yayınlanan ve kendi deneyimlerini anlattığı “Yolda”, dönemin en önemli eserlerinden biri olarak kabul görmektedir. Coppola’nın film haklarını 30 yıl önce satın aldığı eser, sonunda seyirciyle buluşma şansına ulaşmıştır.

Walter Selles ve Jose Rivera ikilisinin Motosiklet Günlüğü ardından tekrar bir yol filmiyle, üstelik böylesine önemli bir yol filmiyle karşımıza çıkması, uzun yıllardır filme alınmayı bekleyen edebiyat şaheseri “Yolda” hayranlarını başlangıçta heyecanlandırmıştı. Film seyirciyle buluştuktan sonra ise, her uyarlamada olacağı gibi eserin hayran kitlesi tarafından yoğun eleştiriye maruz kalan ikiliden senarist Rivera, kitaptaki ruhani meselelere filmde özellikle yer vermediklerini, romanda bahsedilen ruhaniyetin filme yerleştirilmesinin çok zor olacağını ve konulduğu takdirde sırıtacağını düşündüklerini belirtmiştir. Kitabın dili daha serbest ve daha plansız iken filmin bunun aksine daha düz bir doğrultuda ilerlediğini söyleyen Rivera kendisi için filmde asıl önemli olanın fiziksel bir özgürlük, bir yerlere gidebilme özgürlüğü olduğunu dile getirmiştir.

On the Road 01

Romana bağlı kalınarak yapılsa da eklemelerin ve çıkarımların olduğu bir senaryo ile çekilen filmi orjinal haliyle kıyaslamanın çok doğru olmadığını düşünüyorum. Sonuçta hangi uyarlama, asıl eserin başarısının yanına yaklaşabiliyor ki, bu film için öyle bir beklentiye girelim. Ben bu yazıda elimden geldiğince filme ve arkada planda anlatılmak istenen düşüncelere odaklanmaya çalışacağım.

Kahramanımız Sal Paradise’ın Amerika’nın bir tarafından başka taraflarına yolculukları sırasında yaşadığı deneyimlerin anlatıldığı “Yolda” da en dikkat çeken özellik Dean Moriarty karakterinin kapladığı yoğunluk. Sal babasının ölümünden kısa bir süre sonra ortak arkadaşları sayesinde tanışıyor Dean ile ve baba figürünün yarattığı boşluğu onunla kapatmaya çalışıyor. İzlediğimiz hikaye genel olarak yolda geçen fakat yoldan daha ziyade yolculara ve özellikle de Dean karakterine odaklanmış durumda. Daima hareketli ve neşeli olan Dean çevresindeki insanlara verdiği enerji ile onları motive eden, heyecanlandıran, mutlu eden bir konumda. Hayatına girdiği herkesin yaşantısına büyük etkileri olan biri. Aile ortamı hiç yaşayamayan, babasını kaybetmiş, 9 yaşından beri sokaklarda gezen ve tabunun, kısıtlamanın ne demek olduğunu bilmeyen Dean, yaşadığı hayattan keyif alarak günlerini geçirirken, sahip olduğu özgürlük anlayışı çevresindekileri de derinden etkilemiştir. Yaşayamadığı aile ortamını, yeni hayatında kurma fikri düşüncelerinin derinliklerinde hep varken; bir yere bağlı kalmadan yaşamanın verdiği çekicilikle sürekli git-geller yaşayan Dean kendi hayatından bir şeyler kaybettikçe etrafını aydınlatmaya devam ediyor. Yazarlık hayatının başlangıcında olan Sal, Dean ile arkadaşlığı devam ettikçe yeni maceralar yaşıyor, yeni maceralar yaşadıkça yazıyor ve yazarlığı da arkadaşlıklarıyla beraber büyüyordu.

Dean karakteri herkesin hayatında büyük etkilere sahip, kişilerin yaşamları üstünde büyük değişimlere sebep olmakta. Bütün bunlar olurken Sal de diğer insanlar gibi değişiyor, fakat bunu yaparken olanı biteni incelemeyi de, anlamlandırmaya da çalışıyor. Bunu yaparken kendini akışın içine bıraksa da ayakları her zaman diğerlerine göre daha sağlam bir şekilde yere basıyor. Sal, yaşadıkları maceraların başlangıcını Dean sayesinde yapsa da güneye inmek tamamen kendi kararıydı. Yolda olma fikri bir kere zehirlemişti onu, keyfi almıştı bir kere, artık duramazdı. Dean bu yolculuk sırasında da Sal’in yanındaydı, başlangıçta. Fakat ikilinin arasındaki iplerin kopması, ilişkilerinin toparlanamayacak şekilde bozulması yine aynı gezide ortaya çıkan bir durumdur. Teatral bir bar sahnesi ardından dizanteriye yakalanan Sal’i o hasta haliyle terk eden Dean, arkadaşını yüzüstü bırakırken belki de özgürlüğünün gerekliliklerini yerine getiriyor ve hiç bir yerde hiç bir sebepten ötürü sabit kalamamasını değer verdiği bir dostunu kaybederek ödüyor.

On the Road 02

Kadınlar konusunda da genelde hep ikinci planda kalan Sal, belki de en güzel ilişkisini pamuk tarlasında çalıştığı dönemde yakınlaştığı Terry ile yaşıyor. Gelecekleri olmadığını bilerek ama yine de tutkuyla yaşadıkları ilişkileri sonraki dönemde Sal’in diğer kadınlara yaklaşımını da önemli ölçüde etkilemiştir. Filmin kilit kadınlarından biri ise Marylou’dur. Dean’in yanında yollarda bir hayat yaşayan genç kadın, cinselliğini sınırsızca yaşarken, yaptığı her hareketle asıl oğlanımız Sal’i etkilemeyi başarıyor. İçinde bulunduğu hayatın karmaşını bir yandan severken bir yandan da daha sakin bir hayatın özlemini çeken Marylou, ilerleyen bölümlerde eski nişanlısına geri dönerek hep hayalini kurduğu güzel bir ev ve çocuk hayalini Dean veya Sal’den değil bambaşka birinden karşılama kararı alarak, gerçekleştirmiş oldukları bir çok çılgınlığın mutlu olmak için yeterli olmadığını söylüyor bizlere.

Filmin önemli karakterlerinden bir tanesi de Carlo’dur. Dean’e saplantılı bir aşkla bağlı olan ve bu beklentilerinin bir türlü istediği şekilde karşılanmadığı içsel buhranlar yaşayan Carlo, eşcinselliğini ve bu durumun getirilerini en rahat şekilde Sal ile paylaşıyor. Filmin kritik noktalarında karakterlerimizin bir araya geldiği ortamların yaratıcısı yada buluşma sebepleri olarak ortaya çıkan Carlo, farklı deneyimler tecrübe etmek için Afrika’ya gidiyor. Amerika’ya tekrar döndüğünde, yaşadığı intihar eğilimlerini ve sonrasında hayatın güzelliğini keşfetmesiyle ilgili yaptığı konuşmasında kendi üzerinden Beat Kuşağı’nın hayata bakışını betimlemiştir: “20 gündür denizdeydim, düşünceler içinde. Ve sonra kendimi öldürmeye karar verdim. Sonra intihar mektubum olmadığını fark ettim. Doğru kelimeleri bulmak için zihnimi taramaya başladım.Sonra bir baktım ki bütün mürettebat güverteye çıkıyor. O andan sonra atlayamadım. Ama, tam o anda, kalbimin sesini anladım. Yaşamak! Hayatın bilgeliğinden faydalanmak. Mest olma, intikam ve gerçek ile birlikte. Bunu yaptığıma da memnunum, yoksa bu müthiş otu kaçıracaktım.”

On the Road 03

“Yolda”yı romanın aslına bakarak değil de, elimizdeki veriler ile değerlendirdiğimizde filmin çok da başarısız olduğunu söyleyemeyeceğim. Özellikle oyuncu seçiminin doğruluğu ve bu oyuncuların performansları yönetmen Salles’in hemen her filminde olduğu gibi yine çok üst düzey bir konumda bulunuyor. Sal karakterinde Sam Riley rolüne güzel adapte olabilmişken Dean’i canlandıran Garrett Hedlund ise her türlü övgüyü hak eden bir oyunculuk sergilemiş. Filmin en hassas karakterlerinden biri olan Marylou ise Alacakaranlık serisinden hatırlayacağımız Kristen Stewart’ın oyunculuğu ile bir çok yerde iki baş karakterden rol çalmış. Filmin son bölümlerine doğru, arabanın içinde Dean’den ayrılacaklarını anlamaya başladığı sahnede göstermiş olduğu abartısız ama bir o kadar da etkileyici, mimik yüklü performansı genç oyuncunun gelecekte doğru projelerle daha da yükselebileceğini biz seyircilere göstermiş olması açısından güzeldi. Aynı sahnedeki ışık kullanımı da yönetmenin yaratmak istediği etkiyi arttırarak, seyir zevki bir hayli yüksek bir sinemasal deneyim yaşatıyor.

“Yolda”, film olarak romanının yarattığı çapta büyük etkiler yaratmayacak belki fakat kitabı okuduktan sonra yola ve yolda olmaya bakışı değişen okuyucu gibi seyircinin de filmden sonra “yol” kavramına daha farklı bir gözle bakacağına ve kendini yola atmak isteyeceğine inanıyorum. Okuma oranlarının bir hayli düşük olduğu canım ülkemde belki de insanlar Beat Kuşağı’nı, Jack Kerouac’ı ve On the Road’u bu film sayesinde öğrenecekler.

Uyuşturucu ve alkolün öcü olmadığı, edebiyatın ve şiirin hayatın hep içinde olduğu, kalabilmek ve gidebilmek kavramlarının en derinine kadar sorgulandığı, teneffüs edilen her nefesin hakkını vermenin yaşam yolculuğunda ne kadar önemli olduğunun anlatıldığı bir başkaldırı hikayesi olarak On the Road, bir Into the Wild olamayacak belki ama dünya düşünsel sistemi içinde farklı bir konumda bulunan insanları seyirciyle buluşturası açısından önemli bir film olarak izlenmeyi hak ediyor.

blank

Misafir Koltuğu

Öteki Sinema ekibine henüz katılmamış ya da başka sitelerde yazan dostlarımız her fırsatta harika yazılarla sitemize destek veriyor. Size de okuması ve paylaşması kalıyor...

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

The Purge / Arınma Gecesi (2013)

James DeMonaco'nun yönettiği The Purge / Arınma Gecesi, seyirciye başarılı
blank

Casablanca (1942)

Başrollerini dönemin en ünlü oyuncuları Humphrey Bogart ve Ingrid Bergman’ın