Geçtiğimiz sene yerli korkuları tiye alan bir korku-komedi ile yerli ortak yapımcı ile çekilen bir ‘çöp’ filmi de sayarsak toplam 28 tane yerli korku filmi gösterime girdi. Yabancı korku filmlerine baktığımızda ise toplam sayının 31 olduğunu görüyoruz. Ağırlık her zaman olduğu gibi ABD yapımı filmlerde; gösterime giren yabancı korku filmlerinin 13 tanesi ABD yapımı, ortak yapımları da eklersek bu rakam 24’e çıkıyor. Yani ABD’nin eli değmeyen sadece 7 korku filmi izleyebilmişiz. Bu durumda 2016 vizyonunun toplam korku filmi sayısı ise 28’i yerli, 31’i yabancı olmak üzere 59 ediyor.
Vizyona, yabancı korku filmleri penceresinden şöyle bir genel olarak baktığımızda, senenin ses getiren iyi filmlerinin değil de daha çok ABD’deki büyük stüdyoların desteğini almış filmlerin tercih edildiğini görüyoruz. Bunda tabii ki ABD’nin yaygın dağıtım ağının ellerinin fazlasıyla uzun olmasının etkisi bariz. Araya sıkışan birkaç düşük bütçeli korku filmi de hem fazla salon bulamadığı, hem de yeterince tanıtımı yapılamadığı için tatmin edici seyirci sayısına ulaşamamış.
Aşağıdaki listede Türkiye’de gösterime giren 59 film arasından seçtiklerimizden oluşan, öne çıkan korku filmlerini bir araya getirdik.
Evolution / Evrim
Evolution, geçen sene Türkiye’de gösterime giren korku filmleri arasında tartışmasız en iyisiydi. Lucile Hadzihalilovic, sadece yetişkin kadınlar ile erkek çocukların bulunduğu, çürümeye yüz tutmuş hastanesi ve az eşyalı basit köy evleriyle sanki başka bir dünyaya ya da zamana aitmiş izlenimi veren bir adayı mekân olarak seçerek tedirgin edici bir atmosfer yaratıyor. Nicolas isimli çocuğun denizin dibinde bir erkek çocuk cesedi görmesiyle fitili ateşlenen gizemli olaylar silsilesi, seyirciyi hiç ummadığı yerlere götürüyor.
The House on Pine Street / Lanetli Ev
Perili ev ve hayalet filmlerine getirdiği yeni bakış açısı ile dikkat çeken The House On Pine Street, ezberbozan yapısına rağmen alt türün klişelerine sadık kalmaya devam ediyor. Anne (ya da baba) olma endişesini merkezine alarak her anıyla etkili olmayı başaran bir anlatı sergiliyor.
The Corpse of Anna Fritz / Ölüm ve Ötesi
İspanya’dan ucuz, basit ama her yönüyle dört dörtlük bir korku-gerilim. İnsanlığın karanlık yönlerine göz atan The Corpse of Anna Fritz’in hazmı zor sahnelerle süslü anlatısı her izleyiciye göre değil. Nekrofili ve kadın düşmanlığı gibi hassas mevzuları böylesi heyecanlı bir öyküye yedirmek gerçekten beceri istiyor.
Goodnight Mommy / Ölümcül Oyun
Yaklaşık iki sene süren festival yolculuğu sonrasında nihayet geçtiğimiz sene gösterime girebilen Goodnight Mommy, müziğe sırtını dayamadan seyirciyi germeyi başarabilen ender filmlerden biri. Kim Jee-woon şahikası A Tale of Two Sisters sosuna fazlaca bulanmış olsa da, Haneke sinemasına yakın dursa da kendi ayakları üzerinde durmayı biliyor. Çok ama çok sinir bozucu bir deneyim.
The Shallows / Karanlık Sular
Blake Lively’nin canlandırdığı Nancy’nin tek başına sörf yaparken köpekbalığı saldırısına uğrayarak, kıyıya çok yakın bir yerde mahsur kalmasını konu alan The Shallows, tıkır tıkır işleyen bir katil hayvan filmi. Jaws sonrası belli aralıklarla popüler olan bir dolu ‘çöp’ köpekbalığı filmi içinde ışıl ışıl parlayan bir avuç filmden biri olarak hatırlanacak.
Ouija: Origin of Evil / Ölüm Alfabesi: Kötülüğün Başlangıcı
Berbat bir ilk filmin sürpriz gişe başarısı sonrasında projelenen Ouija: Origin of Evil, herhangi bir ‘işçi’ yönetmenin ellerinde sıradan bir korku filmi olabilirdi ama Mike Flanagan’ın yerinde tercihleriyle bambaşka bir hale bürünüyor. Aslında ortada öyle ahım şahım bir senaryo yok, klasik bir perili ev hikâyesi anlatılıyor. Ama doğru oyuncu tercihleri (ve yönetimi), tadında ve etkili koltuktan zıplatan sahneler (jump-scares), ilk film ile kurulan çok doğru bağlantılar ve olası bir devam filmine doğru atılan şık köprü ile Ouija: Origin of Evil, bir devam filminde olması gereken bütün özelliklere eksiksiz sahip. Flanagan, son dönem ana akım korku sinemasının en etkili yönetmenlerinin belki de başında geliyor.
The Neon Demon / Neon Şeytan
Pusher üçlemesi, Bronson, Drive ve Only God Forgives ile müthiş bir filmografi oluşturma yolunda emin adımlarla ilerleyen Nicolas Winding Refn’in son filmi The Neon Demon, yıldız olma hedefiyle büyük şehre gelen ve büyüleyici güzelliğinin de yardımıyla kariyer basamaklarını hızla tırmanmaya başlayan genç bir kızın yaşadıklarını anlatıyor. The Neon Demon, cafcaflı ama içi boş moda dergileri gibi rengârenk. Işıltısı ile bile gözlerinizi alacak birçok sahneye ev sahipliği yapıyor. Evet, çok da ağırlığı olan farklı bir şey anlatmıyor ama biçimsel tercihleriyle fark yaratıyor.
Don’t Breathe / Nefesini Tut
Evil Dead yeniden çevrimiyle birçok tartışmaya maruz kalan Fede Alvarez’in özgün denemesi için tersyüz edilmiş, bol sürprizli bir ev istilası (home invasion) diyebiliriz. Müthiş temposuyla neredeyse nefes almanıza bile izin vermeyen, adıyla uyumlu Don’t Breathe, önceki senenin yıldızı It Follows gibi Detroit’in terkedilmiş banliyölerinde geçiyor. Filmin hayranlarına önümüzdeki yıllarda çekilmesi planlanan bir devam filminin onaylandığı müjdesini de verelim.
Baskın: Karabasan
Can Evrenol’un uzun süredir beklenen ilk uzun metrajlı filmi Baskın, galasını Toronto Uluslararası Film Festivali’nin ünlü Midnight Madness seçkisinde gerçekleştirdikten sonra birçok önemli festivale konuk oldu. Yurtdışında aldığı olumlu tepkilerle göğsümüzü kabartan film, Türk Korku Sineması için yol gösterici bir öneme sahip. 1 Ocak 2016’da genel gösterime giren Baskın, beş polisin gizemli bir kâbus ağının içine düştüğü geceyi anlatıyor. Silent Hill ve Hellraiser kırması bir cehennem tasvirinin başköşeye yerleştiği final bölümünü (eğer hala görmediyseniz) muhakkak görmelisiniz.
Murat Kızılca
Not: Daha önce CineDergi Ocak 2017 sayısında yayınlanmıştır.
İyi filmler, izlemediklerim varmış.. Teşekkürler.