Onur Güler: ‘Türkiye’de toplumsal, sosyal sorunlara dokunmadan hikaye kuran arkadaşlara imreniyorum’

21 Kasım 2020

Onur Güler çektiği Yara filmiyle son olarak İzmir Kısa Film Festivali’nin Ulusal Kurmaca Film dalında birincilik ödülünü kazandı. Filmin konusu toplumsal bir yara olan, genelde aile içinde yaşanan ve dışarı taşmaması için özen gösterilen konulardan biri… Onur Güler diğer filmlerinde de kadınlık halleri ve insanın iç dünyasına ilişkin detaylara yer vermiş bir yönetmen. Sorularımı kendisine yönelttim.

Öteki Sinema için söyleşen: Banu Bozdemir

Merhaba biraz seni tanıyabilir miyiz Onur?

Merhabalar, konservatuar tiyatro bölümü mezunuyum. Üniversitenin üçüncü sınıfından itibaren küçüklükten beri oyunculukla beraber içimde filizlenen sinema aşkı alevlenmeye başladı. Dışarıdan sinema atölyelerine giderek kendimi geliştirmeye başladım. Sonra Rüzgarlar sinema filminde reji asistanlığı yaptım. Sonra ardından ilk kısa filmim Boşluk ile devam ettim.

blankYara aslında gayet bildiğimiz ama saklı kalmış bir konuya el atıyor, adli tıp doktorunun devreye girmesiyle düğüm çözülüyor. Yara’nın hikayesi nasıl oluştu, ortaya çıktı?

Bir arkadaşımın doktor ablasının evde ölen kişileri inceleyip normal ölüm mü diye bakıp ölüm raporu hazırladığını öğrenerek oluştu. Bu durumu ilk defa duymuştum. Sinemada izlemediğim bir doktor hikayesi olabilir diye düşündüm. Buradan evrildi diyebilirim.

Bu konuyla ilgili araştırmalar yaptınız mı? Mesela evde yaşayan diğer bireyler genelde bu durumdan haberdar olup üç maymunu mu oynuyor, yoksa gerçekten mi masumlar?

Yine arkadaşımın ablasıyla görüştüm senaryo aşamasında. Ondan sonra belediyeye gidip sadece bu işlere giden iki doktorla görüştüm. Senaryomu onlara anlatıp bu durumun gerçek hayatta olabilme ihtimalini sordum. Çünkü tamamıyla hayal olması hikayemi güçsüz kılacaktı. Fakat görüştüğüm üç doktor da maalesef böyle durumların yaşanacağını söyledi. Bu hikayeme daha çok sarılmamı sağladı. Hikayem gücünü hayatın kendisinden almalıydı.

Sonunda cenaze taşınırken, adli tıp doktorunun arabasına sıçrayan çamura ilişkin fikirlerim var ama senden duymak isterim?

Doktor hayatını steril bir ortamda yaşarken o eve gitmiş ve başına hayatı boyunca unutamayacağı bir olay gelip mesleğini geçerek bir karara imza atmıştı. Bir olayın görünmesini gizlemişti. Çamur hem kanunen bu durumun suç olduğundan artık bir suça karıştığını hem de hayatının artık eskisi gibi olmayacağını simgeler. Sonra çamuru silmesiyle her şeye rağmen bu kötülükten çıkacak bir umudun olduğunu söylemeye çalıştım.

Yara bir önermede bulunuyor mu? Mesela hep bunu düşünürüm bu tarz filmler çekilir ama gerçekten mağdurlarına ya da kitlesine ulaşır mı diye? Sen ne düşünüyorsun bu konuda? Sanat farkındalık yaratırken onarma gücü içerir mi, içermeli mi aynı zamanda?

blankFilmleri izlerken önerme veya tema aramayı hiç sevmem. O yüzden bu konulara hep uzak oluyorum. Biliyorum teknik anlamda bir önerme veya temaya ihtiyaç var. Fakat böyle düşününce beni didaktik bir duygu ele geçiriyor. Bu da hikayeyi yapaylaştırıyor. Bu filmin mağdurlara ulaşması sizler, seyirciler ve festivaller sayesinde olacaktır. Sanat, dünyayı değiştirmeyebilir ama insanı değiştirebilir. Sanata büyük bir yük vermek istemem. Fakat hem sanatın hem sanatçıların ışık tutma, farklı pencereler açma gibi bir misyonu olmalı. Buna kötü bakılmamalı. Nasıl bir öğretmenin veya bir mühendisin mesleklerine dair bir misyonları var ise sanatçının da olmalı. Sanat, farkındalık ve görünürlük kazandırma açısından çok önemli bir araçtır.

Kadın cinayetleri, kadının yok sayılan varlığı ve erkeklerin kadın bedeni üzerinde tahakküm kurma isteği. Kadın ne zaman ve nasıl kendisini güvende hisseder sizce?

Kadın, kendi ayakları üzerinde durmayı kendine şiar ettiği müddetçe güçlüdür ve güvendedir. Maalesef geleneksel ve toplumsal kodlarımız bu duruma izin vermiyor. En güçlü gözüken kadın akşam sevgilisine karşı güçsüz ve içine kapanık olabiliyor. Toplum baskısı, aile yaşantısı, gelenekler, biyolojik saat vs. gibi durumlar kadının bedeni ve kararları üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanır. Bu durumun çözülmesi basit değil Avrupa bile 60 yıl önce kadına seçme hakkı verdi. Bunu söylerken bile doğru mu biliyorum diye Google’a bakıyorum şu anda.

Filmlerinde sosyal sorunlara karşı daha duyarlısın. Bundan sonraki filmlerinde de buna benzer sosyal temalar görecek miyiz?

Türkiye’de yaşayıp toplumsal, sosyal sorunlara dokunmadan hikaye kuran arkadaşlara imreniyorum. Türkiye gibi birçok medeniyet barındırmış; Mezopotamya, Ortadoğu ve Avrupa’yı içinde barındıran dinamiklere sahip bir ülke. Ve bu ülkede 33 yıldır yaşıyorum. O yüzden insan doğası ve psikolojisini temel alan toplumsal meseleler yeni filmlerimde de olacak gibi gözüküyor.

Kısa film yolculuğu senin için nasıl bir anlam ifade ediyor,  bu yolculuk devam edecek mi yoksa uzun metraj çekme isteği ya da durumu var mı?

Kısa film yolculuğunu ben çok önemsiyorum. Çünkü bana çok şey öğretti. Ben sinema okumadım fakat çektiğim kısa filmlerle neredeyse bir filmin bütün süreçlerini öğrendim. Kısa film yaparken kendimi çok özgür hissediyorum. Para batırma veya seyirci gelecek mi şu olacak mı gibi korkularım olmuyor. Kendimi bir noktada rahat bir şekilde denemiş oluyorum. Bu sanat ürünü ortaya çıkaran her yaratıcının istediği bir süreçtir diye düşünüyorum. Son bir kısa filmle beraber uzun metraja evrilecek bir sürece girdim diyebilirim.

blank

Filmlerde oyuncu seçiminin önemi konusunda neler söylersin? Tülin Özen ve Nihal Yalçın ile çalışma sebebin, onların bu projeye sahiplenme biçimleri hakkında yorumlarını alsak?

Bir filmin başarısı; hikaye-senaryo, reji ve doğru cast seçimidir diyebilirim. Karakterlerinizi yaşatacak onlara nefes aldıracak kişiler doğru olmalı. Yaşından, görüntüsünden vs. neredeyse her şey. Tülin Özen ve Nihal Yalçın’a gelirsek ikisi de çok profesyonel oyuncular olduğundan kısa uzun ayırt etmeden olaya tamamıyla bir sanat yapıtı olarak bakıyorlar. Senaryoyu okuyup olumlu dönüşleriyle beraber çalışmalar başladı. Filmin en çok beğenilen yanlarından biri karakterleri bu kadar yaşanılır kılmaları. Onlara tekrardan teşekkür ediyorum. Ayrıca Nurhan Özenen Hanım’a da sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

Festivaller ve ödül sistemleri hakkında neler düşünüyorsun?

Festivaller maalesef kısa filmlere karşı ödülleri çay kaşığıyla veriyor. Ayrıca festivallere davet etme konusunda da yine aynı kötü süreçleri yaşayan arkadaşlarımız var. Tabi bu söylediğim bütün festivaller için geçerli değil. Tamamıyla profesyonel işleyen festivallerimiz var. Zamanla düzeleceğini umut ediyorum. Maddi destekler arttırılmalı.

Filmlerinin bütçesini nasıl oluşturuyorsun?

İlk filmimi tamamıyla kendi kısıtlı bütçem ve imece usulü ile gerçekleştirmiştim. Bu filmde Kültür Bakanlığı’ndan destek çıktı ayrıca film bittikten sonra İzmir fuarında gerçekleşen Sinema Burada festivalinde work in progress yarışmasında birincilik ödülü alarak post prodüksiyon sürecini o şekilde yapabildik. Bütçe konusunda senaryoyu kısıtlı mekanla yazmaya çalışıp ihtiyaçları minimuma indirmeye çalışıyorum. Yıllardır para olmadığından film yapamayan arkadaşların bahanesini normal karşılayamıyorum. Bir şekilde film çekilebiliyor. Tabi desteklerin arttırılması çok önemli.

Pandemi sürecini nasıl değerlendirdin, bu sürecin filmini yapsan, nasıl bir film ortaya çıkardı?

Pandemi sürecinde bitiremediğim kitaplar ve filmleri bitirmeye çalıştım. İngilizce eğitimime hız verdim. Ayrıca yeni kısa film senaryomu tamamladım. Pandemi sürecinin ilk başı hepimiz için keyifli gelse de zamanla olayın gerçek yüzüyle karşılaşınca herkesin keyifleri kaçtı. Kıymet bilmek bu dönemde önemli oldu herhalde kaybettiklerimizin kıymetini bilmek ile ilgili bir film olabilirdi.

Çevrimiçi festivallerle ilgili düşüncen nedir?

Çaysız simit, limonsuz midye gibi tatsız tuzsuz diyebilirim. Festivaller bu konuda biraz daha cesaretli olmalılar diye düşünüyorum. En azından ödül töreni veya önemli birkaç şeyi yüz yüze kontrollü gerçekleştirmeliler. Bu konuda Boğaziçi Film Festivali’ni kutluyorum.

Son olarak neler söylersin?

Filmlerin ne olursa olsun perdeyle buluşması gerektiğine inanıyorum. Bu sürece alışmayıp heyecanla filmlerin perdelere kavuşması en büyük arzum. Böyle güzel röportajı bana ayırdığınız için size de teşekkürlerimi sunarım.

blank

Banu Bozdemir

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu... Sinema yazarlığına Klaket dergisiyle adım attı, Milliyet Sanat muhabirliği yaptı. Skytürk TV’de sinema, sanat ve "Sevgilim İstanbul" programlarında yapımcı, sunucu ve yönetmenlik yaptı. TRT için Bakış isimli bir kısa film çekti. Yayınlanmış yirminin üzerinde çocuk kitabı var. Halen cinedergi.com’un editörü, beyazperde.com ve Öteki Sinema yazarı.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Pelin Şeyhun: ‘Şimdi kafamın arkasında kendime sürekli bir festival jürisi gibi bakıyorum’

İstanbul Golden Fest’te kurmaca dalında en iyi kısa film ödülünü
blank

Yavuz Pullukçu: ‘İnsan ve doğa hikayelerine dokunmak mutluluk verici’

Yolunu belgeselin gittiği kadar yol ilan eden ve iki belgeselinde