Onur Yağız: ‘Betonlaşan bir dünyada, soluğu masalvari patikalarda buldum’

30 Aralık 2013

Onur Yağız, 1986 yılında Fransa’ya göç etmiş bir Türk ailesinde doğdu. Sorbonne üniversitesinde İngiliz edebiyatı, tiyatro ve sinema okuduktan sonra, Patika isimli ilk kısa metrajını çekti. Patika, Baba-oğul ilişkisini, mesafeleri, uzaklığı ve yakınlığı üzerine doğayı da yanına alarak anlatmayı seçen bir film… Onur Yağız ile sinemasının dilini, doğaya bakış açısını ve tabii ki filmin ana karakterlerinden biri olan bisikleti konuştuk.

unnamed

Röportaj: Banu Bozdemir

İlk sorum şöyle olsun, ilk filminle bu kadar başarı kazanmak nasıl bir duygu?

Sinemaseverler tarafından filmin takdir edilmesi hakikaten güzel bir duygu.

Fransa doğumlusun, Fransa’da eğitim aldın ve ilk filmini de orada çektin? Başından beri kafandaki düşünce bu muydu?

Evet 80’lerde Fransa’ya göçen bir Türk ailesinde doğdum. Üniversite’de edebiyat, tiyatro ve sinema öğrenimi gördüm ve Patika’yı orada çektim. Aslında küçüklüğümde şair olmak istiyordum, ta ki sinema ile tanışana kadar. Ama korku ve tembellik benim bir türlü film çekemememe neden oldu. Artık korkmuyorum ama tembelliğimi korudum. En azından, beni bilinçsiz film çekmekten alıkoyuyor.

İki ülkenin film çekme şartlarını kıyaslama imkanın oldu mu? Biraz bize Fransa’nın kısa filme bakış açısından, yönetmenlerinin beslendiği kaynaklardan bahsedebilir misin?

İki ülkenin çekim şartlarını kıyaslama imkanım henüz olmadı. Ama her ne kadar Fransa’daki olumlu şartlar Türkiye’de şimdilik olmasa da, Türkiye’deki sinema yapma azmi bence Fransa’da yok denilecek kadar az. Bence, sinema ahlaklı bir azim ve sabır isteyen bir sanat. Bir ülkede ekonomik açıdan işleyen bir sistem olması, o ülkenin sinemasını başarılı kılmaz.

İlk film değişik bir baba oğul ilişkisi anlatıyor… Önce ondan bahsedelim istersen, baba – oğul ilişkisine nereden bakıyor tam olarak film?

unnamed (1)Benim yapmak istediğim, öncelikle sinema diliyle baba oğul arasındaki uzaklığı vurgulamak ve sonra çocuğun eylemini takip ederek, bunun ne doğurduğunu göstermekti. Ana akim sineması, seyircilerin karakterlerle bir an önce bağdaşması için çaba gösteriyor. Bu olgu bana ters geliyor. Kimin kim olduğunu bilmeden bir karakterle bağdaşmak bana pek ahlaklı gelmiyor açıkçası. O nedenle, nasıl ki senaryoda baba ile oğul arasında bir mesafe varsa, gösterdiğim karakterlerle film arasındaki mesafeyi korudum ve usulca onlara yaklaştım, ta ki birbirilerine kavuşana kadar. Uzun lafın kısası, içerik ve biçim arasında bir bağ kurmak için çabaladım diyebilirim.

Bu kadar şehirleşme kafası yaşanırken, taşra bile yapı olarak şehirleşmeye çabalarken sinemada kırsal etkilenmesini nasıl yorumluyorsun? Senin filminin baba – oğul arasındaki yalnızlığı neye dayanıyor?

Taşra’da şehirleşme hevesi, şehir’de hayali bir taşra özlemi var galiba. Absürd bir dünya’da yaşıyoruz. Ama sinemanın kırsallığa ilgisini anlamak çok zor değil aslında. Dört duvar betonlaşan bir dünya’da, soluğu masalvari patikalarda buldum. Ve bu masalda, üç karakter var: baba, oğul ve bisiklet. Yalnızlıkları bisikletin sahibinin artık var olmamasına dayanıyor.

Bisiklet sadece bir araç mı filminde? Başka simgeleri de var mı?

Bir baba ve oğul arasında anne imgesel bir bağdır. O imge yoksa artık, onun olduğunu vurgulayan bir simge sadece bir araç mıdır diye sorguluyor film bence.

Babayla oğul arasında açığa çıkmayan paylaşımlar ve sırların görsel bir anlatımı var filmde. Kimi zaman zordur bu dili oturtmak… Böyle bir tercihin sebebi?

Evet bu dili oturtmak zor oluyor ama sebebi çok basit. Ben seyirciye güvenmeyi tercih ettim. Onu sözsel anlatımın bir esiri olarak değil de, görsel anlatımın özgür bir parçası olarak görmeyi tercih ediyorum. Ve şayet anlamazsa, veya anlatmak istediğimden başka bir şey anladıysa, bunu bir anomali olarak değil de, benim bile tahmin etmediğim bir kesif olarak görüyorum. Sinema berekettir, seyirciyi hapsettiğimiz bir kısır döngü olmamalı. Söylediklerim naif belki ama, ben öyle düşünüyorum.

Teknik ve maddi olarak koşulların gayet iyi olduğunu duydum, Fransa’da devletin kısa filme katısı nedir? Ya da başka katkılar oldu mu filmine?

Fransa’da CNC (Centre National de la Cinématographie) ve doğup büyüdüğüm bölge olan Franche-Comté’nin sinema fonlarından yararlandık. Bana sağlanan teknik ve maddi koşullar gayet iyiydi. Ama bu koşulların var olması için yapımcım ve ben çok uğraştık. Olay çantada keklik değil yani, özellikle bu tür sinema yapmaya çalıştığınızda ve Fransız “auteur” sinemasının ana akımından uzak durduğunuzda.

Bisiklet, orman, doğa, çocuk… Hepsi özlediğimiz, şehir insanından uzak kavramlar… Senin hayatındaki ya da Fransa’daki karşılığı nedir bu kavramların?

unnamed (2)Ben Jura dağlarında küçük bir kasaba’da doğup büyüdüm. Orman, doğa, bisiklet hayatımın hep bir parçasıydı yani. Filmde gördüğümüz manzaralarda yaşadığım o yerlerin yüceltilmiş fantastik görüntüleri zaten.

Filminin bu kadar ilgi görme nedeni ne sence?

Bu soruyu yanıtlamak benim için gerçekten çok zor ama samimiyetinden olabilir. En azından ben filmi yaparken kendimle samimi olmaya çalıştığımı söyleyebilirim.

Kısa film teknik olarak mı öne çıkmalı, konu olarak mı?

Sinemanın bir bütün olduğuna inanıyorum. İçerik ve biçim birdir. Sinemada küçük veya büyük konu yoktur, iyi veya kötü filmler vardır.

Bu bir çocuğun dünyası aslında, büyüklerin dünyasında olma isteme hali. Küçük bir kurnazlıkla büyükleri dünyasına geçebiliyor. Aslında kurmak istediğin şey çocuk dünyasının naifliği mi, büyük dünyasının oyunları mı?

Bence tam tersi. Çocuk babasını kendi dünyasına çekmeye çalışıyor. Bisikletin annesine ait olduğunu düşünürsek, yaptığı kurnazlık da o kadar küçük bir şey değil aslında. İlk izlenimde çocuğun eylemi naif gelebilir fakat hayata dair daha temel bir şey var orada. Ama sonuç itibariyle film tabi ki yoruma açık.

İkinci filmi çekecek misin? Nerede çekeceksin, konusu belli mi?

Yapımcımla iki iddiali kısa film projemiz var, biri Fransa’da (Babil Mahzeni), diğeri Türkiye’de (İpek Yolu). İki proje içinde Türkiye’de ortak yapımcı arıyoruz. Bir de uzun metraj projemiz var tabi.

Bazen ilk filminde yakaladığın başarıyı diğer filmlerde devam ettirmek zor olabilir, var mı öyle bir kaygın?

Ukala olmak istemiyorum ama gerçekten hiçbir kaygım yok. Ben projelerime, yapımcıma, teknik ekibime ve kendime güveniyorum.

Söylemek istediklerin?

Filmime gösterdiğiniz ilgiden dolayı sizlere çok teşekkür ediyorum. Umarım gelecekte yeni filmlerimi konuşuruz…

blank

Banu Bozdemir

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu... Sinema yazarlığına Klaket dergisiyle adım attı, Milliyet Sanat muhabirliği yaptı. Skytürk TV’de sinema, sanat ve "Sevgilim İstanbul" programlarında yapımcı, sunucu ve yönetmenlik yaptı. TRT için Bakış isimli bir kısa film çekti. Yayınlanmış yirminin üzerinde çocuk kitabı var. Halen cinedergi.com’un editörü, beyazperde.com ve Öteki Sinema yazarı.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Kibar Dağlayan Yiğit: ‘Belgesel ne bir hobi ne de meslektir, yaşam biçimidir’

Dünyaya sunulacak bir katkının da filmlerle belgesellerle olacağına inanan Kibar
blank

Elvin Adigozel: “Gerçekten Azerbaycan sinemasının yüzü olmayı istiyorum”

Elvin Adigozel ile Azerbaycan sineması üzerine konuştuk ve onun da