blank70’li yıllarda komşumuz Gönül Abla’nın evinde sinema makinisti kocasının Killing mecmualarını hatırlıyorum. Resimli, siyah beyaz, seksi fotoroman. Çocukluk aklımla kodlayamıyorum ama ayıp dergi gibi. Kaçamak bakarken annem elimden alıyor. Yerde yatan siyah külotlu, sütyenli, jartiyerli bir kadın, başında kırbaçlı cani, iskelet kostümlü Killing. İçimde bir ürperti, elektriklenme. Çok güzel kapakları vardı.

Babam çocuk tiyatrosu yapıyordu. Bir gün beni de götürdü. Beyoğlu’ndaki artistler kahvesinde bekliyoruz. Ben çocuğum, 7 yaşında falan. Kahveden Killing çıktı, yürüdü, “baba Killing” dedim. Killing’i ilk kez gerçek hayatta görmüştüm. Tabii ki o rolü oynayan artistlerden biriydi…

Babam ile yine ailece turneye gitmiştik. Aydın’da askeriyede oynayacaklar. Ahır gibi soğuk bir sinemanın kulisindeyiz. Askerler, çavuşların bağırmaları ve küfürleri ile sinema salonuna dolmaya başladı. Babamlar da arkada oyunun hazırlıklarını yapıyor. Beyaz bir perde var. Aniden perdede Killing filmi başladı, siyah beyaz. Killing yine kadınları dövüyor. ”Kahpe yosma!” Islıklar falan, zaten film ortadan başlamıştı. Bir yanlışlık olmalı. Subaylar filmi durdurdu. Salonda ıslıklar. O akşam tiyatro oynandı.

Killing fotoromanları tabii ki Yeşilçam tarafından sinemaya kopyalandı. Fena da değildir. Genelde Yılmaz Atadeniz çekmiştir. Başarılı aktarmalar. Aslında hikâyeler özgün ama komik, çocuksu. Fotoroman hikâyeleri çok iyidir oysa.

Yalnız Killing’i oynayan aktörler çok şanssız. Kimse tanımıyor onları. Hiç itibarları yok. Çünkü bir iskelet kostümüyle oynamaktalar. Ama aynı zamanda da çok şanslı. Mine Soley, Melek Görgün gibi kadınlarla sevişiyorlar. Kimse tanımıyor onları. “Abi ben Killing’i oynadım” dese, “Hastir ordan” derler. O derece.

Bir gün Galata Köprüsü’nde (Karaköy) film çekimi var. Killing balıklama denize atlıyor. Yönetmen bağırıyor; “Stop! Toplanıp gidiyoruz.” Denize atlayan Killing’i unutuyorlar suyun içinde. Halk ve amatör balıkçılar çıkarıyor zavallı Kiling’i sudan.

  • “Ekip nerede lan?”
  • “Abi gittiler.”

Sıcak çay, battaniye falan veriyorlar. Zaten kış, zavallı Killing eve yürüyerek gidiyor. İşte böyle bahtsız, itibarsız bir rol. Setçiyi giydirsen oynar. Önemli olan seslendirme, dublaj sanatçısı.

İzlediğim 1967 yapımı Kilink: Soy ve Öldür filmi komik ama güzel. Pek anlamadım ama konusu: Dış güçler toplantı yapıyorlar. İstanbul önemliymiş. Bir mikrofilmin peşindeler(?). Bu arada altın blankkaçakçılığı varmış. Altınlar bir şileple kömür halinde İstanbul Kuruçeşme limanına geliyormuş falan. Ajanların parolası dikkat çekici: “Tarla kuşu solucan sever, Amerika’da karabataklar balık tutar.” Anlayın işte. Hani çocuklar, ajan filmi izledikten sonra kendi aralarında böyle oynarlar ya; naif, çocuksu.

Killing bu ajanların içine çoktan sızmıştır. Kadınla seviştikten sonra balkondan atar. Vamp yıldız Suzan Avcı, Suzi adlı sevgilisidir. Ajanlar onu ele geçirir. Konuşması için soyup bağlarlar, sado mazo resimler, yılan ile işkence. Sonra baş ajanın sevgilisi Killing’in mekânına gider. Yine sevişirler. “Konuş kahpe!” Dayak sahneleri sado mazo. Konu çok önemli değil aslında. Bugünkü festival trendi; bir film var ortada, izleniyor.

Zincirlikuyu Mezarlığı. Kiling mikrofilmi ilginç bir teknikle öldürdüğü bir kadının sırtına görünmez yazmıştır. Şimdi onu okuyacak bir aletle gelir ama aleti koyacak çantası falan yok. (Mikrofilm dedikleri de 8 mm. film zaten. Çıplak gözle bile görünen.) İzleniyor yine de.

Polis ekibi baskın yapar. Zaten epeydir bu ajanların peşindedir koca emniyet. Komiser şef sivil gayet, beyaz pardösülü. Diğer polisler karakol polisi. Toplam 6 kişi. Komiser bağırır; “Sarın mezarlığı!” Ulan 6 kişiler zaten. Ayrılırlar şefin etrafından ama 6 kişi koca mezarlığı saracak, çok zor. Zaten komiser yine o 6 kişiyle Killing ve sevgilisini kıstırır. Yine aynı polisler…

blank

Kadını mezara ters gömmüşler. Üstelik kadın Hristiyan’dı. Kırık Türkçeyle konuşuyordu; “Ben va seninle sevişmek istemek, vur bana Killing!” Bunu da geçtik.

Yılmaz Atadeniz çok iyi bir kurgucu. Filmi çekerken kurgulayan adam. Ama senaryo? Niye acaba? Hiç mi okumazdı, aralarında tartışmazlar mıydı ya da ne içiyorlardı? Fakat senaryosuz da çekilmiş olabilir. Bazı filmlerin dublaj (seslendirme) odalarında seslendirenler tarafından ağız okuyarak yazıldığına şahit olmuştum.

Çok eğlenceli bir kült film.

Öteki Sinema için yazan: Osman Cavcı

blank

Osman Cavcı

1962 yılında İstanbul'da dünyaya gelen Cavcı, tiyatro sanatçısı İsmail Cavcı' nın oğludur. Baba mesleği olan tiyatroya olan aşkı 1972' de bir turnede (İzmir Turnesi) başlamıştır. Daha sonraları Ertem Eğilmez ile tanışmasının ardından 1981 yılında sinemaya adım atmıştır. İlk sinema filmi Ertem Eğilmez'in yönettiği Hababam Sınıfı Güle Güle'dir.

İlk sinema filminden sonra Türk filmlerinde rol almaya devam etmiş, Muhsin Bey filmi ile genç yaşta kariyerinin zirvesini yakalamıştır. Muhsin Bey'de organizatör Muhsin Kanadıkırık'ın genç yardımcısını kendi adıyla oynamıştır. Filmdeki bu rolüyle geniş kitlelerce tanınmıştır.

1 Comment Leave a Reply

  1. Osman abi sizi yeni projelerde görmek isteriz sizin yazıları okumak çok güzel.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Osman Cavcı Yazıyor: Benim Öğretmenim Kel Mahmut

Osman Cavcı yazıyor: Benim öğretmenim Kel Mahmut. Evet, Hababam Sınıfı’ndan
blank

Osman Cavcı Yazıyor: Turşu Suyu İçen Yönetmenin Projesi

"Turşu suyu yerine rakı içip gitseydi, belki de bütün arzularına