Sokağa takılmaya başladıktan sonra orada önceleri tanımadığım ama sonra onları baştan çok önemli adamlar zannederken sadece öyle görünmeye çalışan, koltuk altlarında sürekli dosyalarla dolaşan adamlar olduklarını anladığım Yeşilçam tipleri vardı. (Sokak: Filmciler Sokağı yani Gazeteci Erol Dernek Sokak.) Bunlar kendilerine senarist derlerdi.
Bu Yeşilçam senaristleri rolünü çok iyi oynarlardı. Bazı yönetmenlerin masasında otururlar, uzun uzun konuşurlardı. O zamanın modası, akımı diyelim, heybe gibi bir çanta taşır, ”aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni” tarzında fular takar, öyle dolaşırdı bu adamlar…
Daha sonra bu adamların sadece piyasaya girme, yer tutma ama asıl amaçlarının film yönetmek olduğunu, senaryo yazmakla hiç dertlerinin olmadığını anlamıştım. Çoğu delirdi, aralarından bazıları eserlerinin çalındığını iddia etti. Hep senaryoları çalınıyordu. Böyle mutlu oldular.
Hatta bu adamlar kendilerini sol tandans göstermeye çalışan üçkâğıtçılardı. Karikatür tipler.
Konum bu değil. Gerçekten pratik adamlar da vardı. Onlar tam Yeşilçamlıydı. Mesela Recep Filiz. Bazı filmlerde oynayıp senaryo da yazıyordu. Bir dönem seks furyasında da senaryolar yazmış. Üç günde senaryo yazarlardı.
En önemlisi Bülent Oran. Çok tatlı bir entelektüel. Birlikte çalıştık. Ona sorular sormuştum; ”Amaan Osman, hiçbir şey değil onlar” diye cevaplayıp gözümde büyümüştü. Öğrencilerin kısa filminde oynuyorduk. Sabahın dokuzu, meyhane sahnesi, Bülent Oran “ben gerçek rakı istiyorum” dedi. Ben de aynısından istedim. “Ben içmem ama rakı gerçek olmalı, sinema “gibi” değildir” dedi. Buna benzer bir cümle. Ben içtim.
Safa Önal senaryo anlatırken dramatik sahnelerde keman çalarmış. En fazla senaryo yazmış adamlardan.
Pezevenk Zurnik vardı, Zurnik Bey. Öztürk Serengil kahvede onunla dalga geçerdi “pazevenk babaj” diye. Zurnik de hem Yeşilçam’a kadın katkısı yapmış, hem de senaryolar yazmış bir adamdı. Randevuevi işletirmiş. Zaten Manukyan’ın akrabası falan. Güzel adamdı, kahveye ayaklarını sürterek girerdi, yaşlıydı artık.
Haşmet Zeybek, Oktay Güzeloğlu’nun açtığı Nevizade Sokak’taki Mini Meyhane önünde hikâyelerini anlatırdı. Oktay dinlerdi. Sonra Oktay Güzeloğlu anlatırdı. Saatlerce anlatırlardı. Okay Güzeloğlu daha çok anlatırdı. Haşmet Abi kaçardı. Sonra Oktay Abi bize anlatırdı. Hikâyeler hep dekadans. Kesik Ayten pavyonda çalışırken tuvaletçi olmuş, sokakta mobilyalar, suratına kezzap atılmış konsomatris, offf, kaçardık. “Adam üç gündür aç” diye başlardı yaşayarak anlattığı hikâyelere, gülmeye başlardık, bayardı. Güldüğümüz halde o anlatmaya devam ederdi. Biz daha fazla gülerdik. Hiç anlatacak adam bulamazsa yoldan geçenlere anlatırdı. Oktay Güzeloğlu fazla senaryo yazamadı ama Leman grubu dergilerinde bunları anlattı durdu. İyi de yaptı. Haşmet Zeybek birkaç senaryo hediye etti…
Şimdi hâlâ o tipler Cihangir kahvede senaryo yazıyorlar, ekip kuruyorlar. Parola: Ne tutar, ne çalarız.
Senaryonun gizli kahramanları… Özellikle Kemal Sunal’a yazan Suavi Sualp, İhsan Yüce, Ahmet Üstel, Aydemir Akbaş da var bu kadroda. Bu isimler iyi komediler yazdılar ama yine de şöyle. “Suavi Abi bize bir komedi yaz, var mı bir şey” şeklinde ısmarlama işler.
Sanayi, yan sanayi. Gelişmemiş bu işlerde para da yok. Hep arak zaten. İkiz Tepeler, Bataklıkta Bir Gül, Romeo ve Jülyet… Sadece daktilocu lazım. Bir de yönetmen kompleksleri. Senaryoları çizer. Kendi bir şeyler yazmaya çalışır. Notlar alır. Yazıya karşı bir tavır var, saygı yok, korku var. Senarist “ya bu laf çok önemliydi, niye karaladın” diyemezdi. Bu şarkla alakalı bir durum.
Seks filmlerinden birinde o dönemin yıldızı senaryo istiyor. Prodüktör kızıyor; “Ne senaryosu, soyunup sevişeceksin işte.”
Öteki Sinema için yazan: Osman Cavcı
Yeşilçam senaristlerini çok iyi anlatmışsınız Osman abi.Kaleminize sağlık.
Abi yazılarını büyük beğeniyle okuyorum. Benim gibi nice insan olduğunu da biliyorum. Senden isteğim mümkünse daha sık yazmandır. Seviliyorsun, teşekkürler.