Türk korku sinemasının genç ve verimli yönetmenlerinden Özgür Bakar ile söyleşmeyi ne zamandır kafama koymuştum ancak “bir iki film daha çeksin, sinemadan kopmayacağını ispatlasın hele” diyordum kendimce…
Özgür Bakar, az zamanda çok film başararak ve gişe getirisi olan bir sinemacı olduğunu da ispatlayarak bizi sevindirdi. Şimdi onu ve filmlerini biraz daha yakından tanıma zamanı… Öteki Sinema okurlarının keyifle okuyacağı söyleşimizden yeni sinemacılar için de çıkarılacak çok ders var.
Sevgili Özgür, yönetmen olarak 2 yılda 3 uzun metrajlı filme imza attın. 4. Filmin Deccal de bu yıl gösterime girecek sanırım. Neden korku türü ve nereye yetişiyorsun diye sorayım ilk sorumu?
Yıllarca komedi sineması üzerine kafa yordum. Mizah dergisi kökenliyim. Televizyonda sit-com ve skeç yazarlığı yaptım. Bir yandan televizyonda yazdıklarımın kafamdaki gibi çekilmediğini görmek beni işin teknik tarafına itti. Alaylı olduğum için açığımı kapatmak adına hızlı adımlar attım. Film Fabrikası adında gerilla sinema platformu kurduk. Hala aktif olan bu forumdan 10 sene içinde sektörün önemli yerlerine gelmiş her departmandan adam yetişti. Şimdi alttan gelen başka bir nesil oradan faydalanmaya devam ediyor.
Komedi senaristliğim sürerken uzun metraj komedi filmi yapmak adına çok kapıları zorladım ama başarılı olamadım. Daha sonra gerilla tekniklerle bir uzun metraj komedi filmi çektim. “Bu bir soygundur” banka sistemini eleştiren bana göre senaryosu çok iyi bir filmdi. Rafımda duruyor, vizyona sokamadım. Komedi türünde üretirken naif durum komedilerinden faydalanan bir tarzım vardı. Fakat memlekette komedi çok başka yerlere gitti. Üretmekten mutlu olmayacağım bir yere. Beklentiler ile yazdıklarım uyuşmuyor alternatif bir yerde durması için de fazlaca lüksünüz olması gerekiyor. Hem yapım firması hem de komedi castı anlamında ciddi bir tekelleşme var. Başarısız olmak en son isteyeceğim şey o yüzden hem büyük castlar ve stüdyolarla çalışma fırsatım olmadan beni heyecanlandıracak şartlar oluşmadan komedi çekmemeye karar verdim. Ben etkilenmemek için bir iki usta dışında çok fazla komedi filmi izlemem. Asıl eğlencem korku sinemasıdır. Oyuncaklar, makyaj, ışık oyunları vs bayıldığım şeyler…
Başka bir yerde daha söylemiştim; Kendi sirkimi kurdum eğleniyorum. Senaryoları beraber yazdığımız Alper Kıvılcım ile yapımcıları ikna etmek için Ammar: Cin Tarikatı filmimin senaryosunun yanına bir sürü istatistik ve sunum hazırladık. Kimseyi ikna edemedik. Küçüklü büyüklü bütün yapımcılar korku sinemasına inanmadı. Türkiye’deki neredeyse bilindik bütün firmalar. (Hikayenin bu kısmı aslında daha eğlenceli ama konu çok dağılır diye girmiyorum.) Daha sonra Sami Dündar ile bir şekilde filmi hayata geçirdik. O dönem kafamızı ve gayretimizi başta sinema yazarları anladı ve destekledi. Öteki Sinema da bu anlamda teşekkür borçlu olduğum bir yerdir. Daha sonra seyircide de bir karşılığı oldu ki teklifler hep dışarıdan gelmeye başladı. Çoğu da başta ikna olmayan firmalar. Artık biz de senaryolarımızı hayata geçirmeye devam edebiliyoruz işte.
Dörtnala film çekiyoruz gibi bi durum var gibi ama aslında vizyon stratejileri yüzünden öyle bir yanılgı oluştu. Ben 6 ayımı bir projeye ayırıyorum. Çalışma şekli olarak sadece uyurken duruyorum. Sevdiğimiz işi yaptığımız için aslında gün içinde beyin tam olarak o dönemde ele aldığım konsept üzerine çalışıyor. Gece gündüz keyifle projeyi geliştiriyorum. Beş buçuk ay ön çalışma ve yazım sürecine yetiyor. Filmleri genelde 2 haftada çekiyorum. Bu aslında inanılmaz bir şey. Çok ciddi bir ön çalışma yaptığım için sete girdiğimde kameranın yerinden makyajın stiline kadar her şey tüm ekipçe biliniyor. Benim filmlerimde sette eklenen bir detay bile neredeyse sıfırdır. Senaryom 70 sayfa ise parçalanmış ön çalışma metnim 140 sayfa civarında oluyor. Başka şekilde 15 günde bir film çekilemez bence. Bizden sonra bu düstur olmaya başladı zaten Filmleri teslim ettikten sonra bazen vizyona sokamıyoruz ve o süreçte film rafta beklerken biz yeni projeye başlamış oluyoruz. Mesela Helak 30 Ocak için planlanmıştı. Yer bulamadı. Mayısa ertelendi. Ben o sırada tam 8 ay sonra vizyona sokmak için plan yaptığımı Deccal’e başladım. Şimdi 2 ayda bir film çekiyorum gibi bir algı oluşacak yine…
Seyircinin en sevdiği filmin hangisi, sen de aynı fikirde misin?
Tartışmasız Azazil… ve ilginçtir ki Azazil benim en zayıf filmim. Eğer konuştuğumuz şey “sinema”ysa ve bir sıralama yapmam gerekirse en iyi filmim Kayıp Köy… En zayıfı Azazil. Ammar’da bireysel sinemamla seyircinin ihtiyaçlarını doğru matematikte harmanlayamadığım için bir sonraki filmde net seyirci odaklı bi film yapmak istedim. Bu yüzden korku seyircisi Azazil’de aradığı her şeyi buldu. Saf korku, islami ritüeller, karton karakterler anlaşılır diyaloglar, finale doğru klasik bir kreşendo vs…
Seyircimizde artık şöyle bir tahammülsüzlük var. Buna internet medyası ve kolay ulaşılabilirlik büyük oranda vesile olmuş olabilir. Sinema Ana akım izleyicimiz, yani bir filme hasılat rekorları kırdıran sayıdaki izleyicimiz bir filmde dramatik yapının tesirine ihtiyaç duymuyor. Bu çok tehlikeli bir şey. Kabul edilemez. Seyirci bilet alıp seçtiği türün maksimum tadına varmaktan başka bir şey düşünmüyor. Eğer komediyse haykırarak gülmeli, korkuysa 1 hafta uyumamalı, dramsa gözleri şişene kadar ağlamalı. Bu ihtiyaç sinemada skeç tarzını yarattı. Skeç illa komik olmak zorunda değil. Diğer türler için de bu geçerli olmaya başladı. Korku silsilesi, ağlak sahne silsilesi, parodi silsilesi… Bir hikaye, bir karakterin dönüşümü veya seyircinin bilinç altında etkilendiği kodların hiç birine ihtiyaç kalmadı. Sadece komik olsun diye o karakterin ağzından çıkması imkansız olan bir espriye ben katlanamıyorum. Ya da sadece korkunç diye bir sahneyi çekiyorsun ama mantıken o sahneden sonra o karakterin o evde kaldığına inanmıyorsun. Seyirci artık bunu sormuyor. O an korktu mu? Tamam. O yüzden böyle takıntılarım olduğu için ortalama bir yerde kaldığını görüyorum filmlerimin.
Azazil bu saydığım tehlikeler göz önünde bulundurularak ama yine de hikaye örgüsünü korumaya çalışarak yapıldı. O dönem vizyon tıkanıklığı olmasaydı olanın iki katı gişe hasılatı yapacaktı. Potansiyel olarak 3 ayrı seri içinden de ikincisine başlanması talep edilen tek film. Bence bu durum çok ilginç. Yapım tasarımına deli kafa yorduğum. Kostümün rengiyle, arka duvarın tonunun uyumuna kadar düşündüğüm, ilk kez geniş geniş resimler alabildiğim ve bence çok ilginç bir atmosferi de olan Helak hiç izlenmedi. 40 yıllık exorcist güzellemesi çalıştı.
Peki, bir seyirci olarak senin en sevdiğin 3 korku filmi hangisi? Bu soruyu soruyorum çünkü türe meraklı olduğunu biliyorum.
Bunu cevaplamak o kadar zor ki; Bana göre bir filmi muazzam yapan şey defalarca izlenebilir olması. Bıkmadan usanmadan izleyebildiğimiz şeyler de gerçekten klasik filmler oluyor. Yani poz kesmek için underground bir sürü film sayabilirim ama çoğu aslında video art’a yakın denemeler olduğu için saygınlık görmüş bütünün de o anda sizi etkilemekten başka bi iz bırakmayan işler.
Ne olursa olsun sadece ustaların üslubu aklımda kalıyor. Bu durumda filmden de ziyade yönetmen sinemasıdır benim sevdiğim filmleri oluşturan. Carpenter deyince akan sular durur. Argento’nun kanla dansı. Shining’de ki o atmosfer? Helak’da çocuğun misketlerinin yuvarlanıp gelmesi ve direkt the changeling filmine göndermedir. Şeytanın avukatı filminden ben korkarım mesela. Emily Rose hala evde tek başıma izleyemeyeceğim tek korku filmidir. Lake Mungo yeni dönemde çekilen bir film ama beni çok etkiledi. James Wan korku dilini değişik bir yere taşıdı kabul edelim ki…Yani başta dediğim gibi bu filmleri defalarca izleyebiliyorum. Fakat bir sürü de izlerken vay be dedirten alternatif filmler var.
Tür sineması yönetmenleri olarak birbirinizi takip ediyor musunuz, mangala, pikniğe gidip çocuk doğduğunda çeyrek takıyor musunuz?
Ben sanırım başka bir türü de bilezik olarak elimde tuttuğumdan olsa gerek çok rahat davranıyorum bu konuda ve hepsiyle bir şekilde karşılaştığımızda çok mutlu oluyor ve paylaşıma geçmek istiyorum. Alper Mestçi’yle çok yakınız. Siccin için salon kapattık beraber izledik. Kurgu odasına destursuz dalarım. Birbirimize devamlı film önerir, yeni yapacağımız şeylerle ilgili istişare ederiz. Genelde elimizdeyse vizyon tarihlerimizi konuşarak ayarlarız. Alper Mestçi bence islami korkunun Türkiye’deki en iyi yönetmeni.
Hasan hoca’yla bir gün bir kurgu ofisinde denk geldik. Daha doğrusu bana orda olduğunu söylediler. Hemen odasına gittim. Yaptığı sinemayı zerre anlamasam da çok saygı duyduğumu, farklı tarzlarımız olsa da yine de onun genişlettiği bir yolda hareket ettiğimizi söyledim. Teşekkür etti ama çok iletişimde kalamadık. Murat Toktamışoğlu’nun üç harfliler filminde supervisorlük yaptım. Afişinden genel tasarımına kadar çalıştım. Ekibimi paylaştım. Ağustos’ta vizyonda. Muska filminde küçük yapımcı gibi bir durumumuz vardı. Özkan’la post aşamasında beraberdik zaten. Korku mafyası gibi bir şey olduk yahu bir tek Can Evrenol kalıyor geriye O’nu da devamında anlatayım.
Geçtiğimiz yıl 10 yerli korku filmi gösterime girdi, bu yıl daha da çok olacak. Sence korku türü artık bir daha çıkmamak üzere girdi mi sinemamıza?
Hiç bir öngörüde bulunamıyorum açıkçası. Bence bunu analiz etmek sizin uzmanlığınız. Çünkü ben zaten kimsenin inanmadığı bir dönemde zaten ihtiyaç olduğunu anlatmaya çalışıyordum. İttire ittire bir şeyler yaptık. Şimdi Simit sarayı tuttu deyip 500 tane simitçinin açıldığı gibi bir duruma döndü olay. Benim tahminim şu olur. Komedi filmleri de fazlaca izleniyor diye mantar gibi türeyen, afişlerindeki fontların bile aynı olduğu filmler üretiliyor ama bakıldığı zaman yine sadece büyük ve iyi filmler ayakta kalabiliyor.
Ne yaparsanız yapın sektörde belli bir kemik rakamda olan korku izleyicisi için ne kadar film çekilirse çekilsin türü kendine yol edinmiş ve hakkını veren yönetmen ve yapımcıların filmlerinin ayakta kalabileceği bir yere gelip, öyle devam eder diye düşünüyorum. Umarım da öyle olur. Her kim ki karnı ağrımadan bir iş yapıyorsa zaten ortada kalıyor. Türü tam anlamıyla ciddiye almadan tek filmlik atışlar yapılacaksa kalıcı hiçbir şey olmaz. Eğer herkes iyi film yapmak adına yola çıkarsa bizim de alternatif korku alttürlerine geçişimiz kolaylaşır. Cin temasından sıyrılırız.
Filmlerini çekerken en çok neyin eksikliğini hissediyorsun. Teknik zorluklar var çünkü bu türde… Drakula İstanbul’da filminde duman efekti için ekibin onlarca sigara yakıp tüttürdüğü hala anlatılır.
Yani her ne kadar ön çalışma ile hallediyoruz desem de benim eksikliğini duyduğum tek şey zaman. Onun dışında korku sinemamızın mızmızlanacağı bir durum yok. Ben en fakir çektiğim filmde bile insanları bilgisayar ortamında silip yerine karakter animasyonu cinler yerleştirmiştik. Vizyon ve bence sete hakim olacak pratik beceriler birleşirse yapılamayacak bir şey yok.
Şu an kendi adıma ihtiyaç duyduğum tek şey daha fazla çekim süreci. Özel sahneler yani bizim Money shoot dediğimiz planlar için 1 gün ayıramıyoruz mesela ve bu çok acı. Oyuncuyu tavana asacağım bir sahnenin olduğu gün o sahnenin önünde 10 sayfalık diyalog çekmek zorunda kalabiliyorum. Bu da bütçeyi belli bir matematikte tutma zorunluluğundan. Malum en kötü gişe senaryosunu düşünerek hareket ediyoruz.
Başka türde film çekmeyi düşünüyor musun?
Komedi ve Bilim Kurgu… Hatta bilim kurgu ile korkuyu birleştireceğim. Senaryosu hazır gibi. Lüksüm olmasını bekliyorum. Bunu da yaratmanın planlarını yapıyorum. Yeni filmim Deccal yine korku unsurları taşısa da aslında içeriği ile biraz benzerlerinden ayrılacak. Çünkü bir kehanet filmi. Ölçeği biraz büyülttüğüm bir iş oldu. Kabir azabından sonra kıyamet alametlerine el attım Kıyamet alameti de malum sadece bu coğrafyayı ilgilendirmiyor o yüzden kendi içinde ölçeği geniş bir iş oldu. Uluslararası bir dil yakalayıp farklı ülkeleri de hedefledim. Bunun ardından direkt Amerikalılarla bir projemiz gündemde. Ardından Azazil 2 niyeti var. Sırayla bunları yaptıktan sonra mutlaka komedi olacaktır diye düşünüyorum. Önemli olan amacımızın ve önceliğimizin iyi film yapmak olması.
Korku sineması tüm dünyada ticaridir ancak kimi zaman inanılmaz eleştiriler ve sanatsal kaygılar barındırır. Sen bu konuda ne düşünüyorsun?
Kesinlikle! İçinde savrulduğumuz ve kısır döngü halinde sıyrılamadığımız için nefret ettiğim tek şey kapitalizm. Kandaki zehir gibi. Oksijenin aslında bizi zamanla öldürdüğü gibi. Kapitalizm odaklı sağlam bir metafor noktası yakalarsam alt metin olarak yerleştireceğim ilk temadır. Daha önce siyasi bir denemenin yapımında bulundum. İş hayata geçmedi.
Ülkemizdeki bir cenahın yurt adı altındaki binalarda öğrencilerin kanını emerek yaşatılan gizli bir sistem kurduklarını bir vampir filmi olarak çekecektik. Teaser’ı youtube’da var. Ticari meselesi ile ilgili de bir kaç bir şey söylemek isterim ama tepki alacağım kesin. Bence sinemanın tamamı ticaridir. Festival sineması da kendi içinde başka bir pazarı yönetiyor. Sinema icat edildiği andan itibaren ticariydi. Nickelodeon’lar bile jetonla çalışıyordu biliyorsun Fakat sinema ticari tarafını korurken bir toplum, bir kültür dizayn edebilir. Bu güç elindeyken arada bizi sarsacak sanatsal anlamda tokatlayacak eserler kültür sıçraması yaşatabilir. Bunu her zaman desteklemek, takip etmek ve yaymak gerek. Bence doğru olan da olabildiğince bu vizyonu ticari sinemanın da içine yedirmek. O yüzden en ticari filmlerde bile doğru bir dramatik yapı ve metaforlar olmalı. Temel sanat kaygısı taşınmalı. Ortaya bir masa kursak ve bi tarafına zeytinyağlı sağlıklı gıdalar koysak öbür tarafına kızartmaları hamburgerleri dizsek ve halkı serbest bıraksak önce kızartma bölümünü bitirir. Kolay ve lezzetliyi tüketir.
O yüzden sanat ve ticari kaygılardan gelen kolay anlaşılırlık harmanlanıp öyle verilmeli. Sanat hep bir tık üstte olmalı. Sahne hep yüksektedir. Fakat izleyiciye de o sahneden el uzatmalı kendi çalıp söylememeli. Seyirci de kafa yormalı tabi ama arada kafasını çevirmesi için eserin seslenmesi gerekir. Ben hep söylerim Godfather dibine kadar sanat filmidir diye. Godfather’ı sevdirmeden. Terrence Malik veremezsin.
Öteki Sinema yazarlarından Can Evrenol, Baskın adlı kısa filmin uzun metrajını çekti. İzledin mi?
Evet izledim. Bayıldım. Can benim kapı komşum. Acayip bir enerjisi var çok seviyorum. Tanışma hikayemiz de çok ilginçti. Feci cesaretli ve insanın kafasını açıyor. Kıskandığım tarafı belli matematikleri düşünerek film çekmemesi. Gerçekten eğlenmiş. Lafını da söylemiş. İşçilik çok şıktı. Zaten ülke sınırları umrunda değil. Yolu açık olur umarım.
Son filmin İslami korku diye adlandırdığımız türe giriyor ama bu kez cin yok! Neden gişe garantili cin temasını bir kenara bıraktın?
İki filmden sonra o dönem için güçlü olan bir yapım firması ile anlaşınca küçük adımlarla önce cinden sonra islami korkudan sıyrılma planımı devreye sokmuştum. Tabi sonuç olarak yine de başka insanların parasını harcıyorsun ve bunlar genel sinema maliyetlerine göre korku sinemasında biraz daha tabana yakın olsa da ciddi rakamlar. Bu yüzden belli ticari kaygıları da göz önüne alarak cin meselesinden kurtulacak bir formül aradım ama Türk korku seyircisini bi seferde islami referanslardan uzaklaştıramıyorsun korkuturken.
Yine de içine hem paralel kurgular hem ince göndermeler, metaforlar, altmetinler yerleşince izlemesi yorucu bir film çıktı. Bir riskti ve bu riskin bedelini ödedik. Film izlenmedi. Fakat filmin izlenmemesi ile ilgili yapılan analizler filme değil daha çok vizyon tarihinin duyurulduğundan 4 ay sonrasına atılması ve Mayıs ayında en garanti görülen filmlerin bile izlenmemesi yönünde… İzleyip denk gelenler en iyi filmim olduğunu söylüyor ama gişe anlamında kısmeti yokmuş dedik önümüze baktık. Ammar’da ilk acemiliğime rağmen yapmaya çalıştığım bir sürü ince detay film malum ortamlara düştüğünde farkedilmiş ve asıl memnun etmeye çalıştığım seyircinin takdirini almıştı. Helak için de sanırım böyle olacak. Zaman içerisinde bence film yerini bulacak.
Öteki Sinema’yı seviyor musun, bir sinema yayını olarak ciddiye alıyor musun, dürüstçe cevap ver?
Öteki sinema sevgimi uzun uzadıya yazmak yerine tek bir cümleyle özetleyeyim. Bir gün Öteki Sinema’ya röportaj vereceksin deseler inanmazdım. Kendi adıma kişisel zaferlerimden biridir. Bu sizi koyduğum yeri açıklar sanırım. Ciddiye alma meselesini de… Ben öteki sinema’nın ele aldığı tarzın keşke basılı bir medya karşılığı da olsa hatta buradaki kafanın kendine has bir film günleri ya da festivali olsa diyorum. Kesinlikle belli etkinliklerin öncüsü ya da reel ödülleri vs olsa diyorum.
Teşekkürler Özgür Bakar…