Özkan Emre ile Çobanın Şiiri sayesinde tanıştık ama kendisi röportaj konusunda beni bir hayli teşvik etti. Çobanın Şiiri SİYAD kısa belgesel dalında adaylardan biriydi bu sene! Üniversite okuduktan köyüne dönen bir kadının hayatını anlatıyordu ve Özkan’ın da hayatı ona çok benziyordu. Köyde yaşayan Özkan doğanın kucağında yaşamaktan çok memnun olduğunu tekrarlıyor ve belgesel çekmeye devam edeceğini de söylüyor.
Öteki Sinema için söyleşen: Banu Bozdemir
Seni biraz tanıyabilir miyiz Özkan?
Ege Üniversitesi’nde Radyo Tv Sinema okudum, öğrenciliğim süresince ve yaşamım boyunca tütün işçiliği, radyoculuk, rençberlik, fabrika işçiliği, garsonluk, bulaşıkçılık, fotoğrafçılık gibi birçok işte çalıştım. İstanbul’da belgesel kameramanlığı yaptım bir dönem. Askerden sonra köyüme döndüm, burada yaşıyorum. Burada aileme yardım ediyorum, kısa videolar, bazen de belgesel çekmeye uğraşıyorum. Bu yaşam tarzını elimden geldiğinde devam ettirmek gayem, zaman ne gösterir bilemiyorum tabi. Köyde yazları yoğun ve yorucu geçiyor. Çok fırsatım olmuyor bir şeyler çekmek için ama yine de zaman buldukça kamerayı elime alıyorum, bu beni mutlu ediyor.
Çobanın Şiiri’nde üniversite okuduktan sonra köye dönen bir kadını anlatıyorsun. Bu günümüzde bir sürü insanın şehirden ve şehirleşmeden kaçma duygusuna ne kadar denk düşüyor sence? Ya da ayrıldığı noktalar neresi?
Şehirden köye göç eden insana dair benzer yönleri var. Ayrıldığı yönlerde. Evet şehirdeki yaşam bir zaman sonra çekilmez oluyor, beton binaların arasında, zor çalışma koşulları, yeşile doğaya olan özlem insanı köye itiyor. Belgeselimizin ana karakteri Kader’in durumu buna benziyor. Ama Kader ilk kez bir köy de yaşamıyor. Ya da tarlayı, toprağı, koyunu kuzuyu ilk kez görmüyor. Bir yuvaya dönüşte diyebiliriz aslında. Daha önce çobanlık yapmamış ama tarlada çalışmış, köyde yaşamının ne demek olduğunu biliyor.
Konularını nasıl seçiyorsun, daha çok neler senin ilgini çekiyor?
Toplumda bir farkındalık yaratan insanlar dikkatimi çekiyor. Herkes bir köye yerleşmek ya da sevmediği işini bırakıp özgürce yaşamak ister ama kimse buna cesaret edemez ya çoğu zaman. Cesaret eden insanları görmek, tanımak beni mutlu ediyor. Ve bu hikayeleri merak ediyorum. Belgeselleştirmeye çalışıyorum.
Örümcek Adam 1 Lira ve 525’de belgesellerin arasında. Birisinde öğrenci ve ulaşım ilişkisini, bir diğerinde de kendi çalışma koşullarını yaratmaya çalışan bir adamı anlatıyorsun? Belgesel çekmek senin için ne ifade ediyor? 525’de seslendirme sana aitmiş, ben İrfan Değirmencioğlu seslendirdi sanmıştım.
Ege Üniversitesi’nde okurken çekmiştik 525’i. O dönem 525 otobüs hattı kaldırılacaktı. Ege’de okuyan herkesin 525’le ilgili bir anısı vardır,525’i herkes bilir. Bir otobüsten fazlası bizim için.:) 525’i belgelemek istedim, arkadaşım Ali Kaymak ve Zeynep İnan’la birlikte güzel bir iş çıkardığımızı düşünüyorum. Örümcek Adam 1 Lira benim için çok özel bir belgesel, bitirme projemdi. Alsancak’ta bulaşıkçılık yaptığım bara yakın bir sokakta Gökhan Ağabey örümcek adam satıyordu. Her defasında merak ediyordum, eminim caddedeki herkes merak ediyordu Gökhan Ağabey’i. Bu adam kim? John Lennon’a benziyor, oyuncak örümcek adam satıyor. Bir gün yanına gittim ,tanıştım. Belgeselini çekmek istediğimi söyledim. İyi dost olduk. Tahmin ettiğimden çok daha güzel bir hikayesi ve dünyaya bakışı vardı Gökhan Ağabey’in. İrfan Değirmenci’ye benzetiyorlar ses tonumu, bilmiyorum. Ne cevap vereceğimi bilemedim.:) Seslendirme çok farklı bir alan biraz da zorunluluktan seslendirmiştim belgeseli.
Çekim koşullarını nasıl oluşturuyorsun, yardım, ödenek vs. aldığın kurumlar var mı? Ya da bir ekibin?
Herhangi bir kurumdan destek alıp bir şey çekmedik daha, bilmiyorum umarım bir gün rahat rahat belgesel çekeriz. Çekim koşullarımız gerçekten çok zor. Çoğu bütçesiz işler, Çobanın Şiiri’ni çekerken annem yemek hazırladı köyde bize, Kader’in ablası Reyhan Abla ulaşıma destek oldu. Filmi birlikte çektiğim görüntü yönetmeni arkadaşım Ali Uzun kendi imkanlarıyla geldi Mersinden. Malzemelerimiz tam değildi vs . Ama tüm bunlar yine de sinema yapmaya engel değil. İnsan bunu içinde taşıyorsa zor da olsa üstesinden geliyor. Yapacak bir şey yok, Ahmet Uluçay’ın izinden gidip karpuz kabuğundan gemiler yapmaya çalışmaktan vazgeçmeyeceğiz. Genellikle iki kişi çalışıyoruz. Görüntü yönetmenimiz Ali’yle Ege’de birlikte okuduk, İstanbul’da birlikteydik. Çok iyi bir göze sahip, birbirimizi tamamlıyoruz belgesel konusunda, iyi de dostuz. Yine son çektiğimiz Çobanın Şiiri filminde köyden arkadaşlarım da çok yardımcı oldu, sesi onlar aldı, bize çok yardım ettiler.
Bundan sonra çekmek istediğin bir hayat, bir konu var mı? Daha çok doğal olanın, sistemle uyuşmayan olay ve insanların peşindesin gibi? Kendi hikayende bu hayatlara yakın. Hepsini harman ettiğimizde neler söylersin?
Bazen soruyorum kendime, hayat nedir. Neden varız, mutlu oluruz diye. Bir insanın sürekli aynı işi zor çalışma şartlarında, ürettiği şeye yabancılaşarak yapmasının onu hiç bir şekilde mutlu edeceğine inanmıyorum. Hep aynı döngü hasıl oluyor hayatta. Oku, iş bul, çalış, evlen, araba al, ev al kredi öde. Ya da tatile çık yine kredi öde. Bilmiyorum tabi ki de kişiye göre değişir mutluluk anlayışı. Köyün güzel taraflarından biri, toprağa bir fidan dikiyorsun, yıllar sonra onun meyvesini topladığında bu seni çok mutlu ediyor. Ya da canın mı sıkkın, uzaklaşmak mı istiyorsun vur kendini ormana doğaya doğru. Şehirdeki insan nereye gidecek? Bunlar benim derdim, insandan ziyade zamanla artık müşterilere dönüşmeye başladık. Sürekli ihtiyacımız olmamasına rağmen bir şeyler satın alıyoruz, tüketiyoruz. Ama niçin, yaptığımız bu şey neye faydalı? Bu yüzden ben bu döngünün dışına çıkmış insanlara saygı duyuyorum. Diyorum ya herkes bu hayatlara benzer bir hayata özlem duyuyor. Ama o fanusun içinden çıkamıyoruz. Bir de üretmek ne kadar güzel bir şey. Hayvanlarla iç içe olmak, toprakta bir değer yaratmak, dalı kırılan bir ağaca aşı yapmak, bunun yerini ne tutabilir hayatta? Daha çok para mı? Kesinlikle hayır. Kışın çekmek istediğimiz bir belgesel var. İstanbul’da daha önce dikkatimi çeken ama belgeselleştiremediğim güzel bir insanın hikayesi.
Festivallerde yer alıyor musun, çok fazla festival yapılıyor. Festivallerin bakış açısıyla ilgili neler düşünüyorsun?
Festivallerde yer alıyoruz. Birçok festival de finalist oldu Çobanın Şiiri, birçok insana ulaştık. Kısa filme, belgesele ilgi duyan izleyen çok insan var. Festivaller daha görünür olmalı diyorum ben, daha halkın içinde olmalı.
Kısa filmcilerle bir araya gelip sektörel sorunları, beklentileri ya da güzel anları paylaştığınız oluyor mu? İzmir’de kısa filmci olmak nasıl bir duygu peki?
Kısa film derneğine üyeyim ama faal değilim, çoğu zaman köydeyim. Özer Ağabey var İzmir’de, kısa filmci Özer Kesemen yıllardır tanışırız, fikir alışverişinde bulunuruz. Yine aynı okuldan mezun olduğum Baran ve Çağatay var, yanlarına giderim sohbet ederiz. Birlikte bir şey çekemedik daha. Sorunlar hep aynı aslında, ekonomik anlamda film çekmek bizi yoruyor. Kendi imkanlarımızı zorluyoruz.
Son olarak neler söylemek istersin?
Bir keresinde öğrenciyken bir film çekmiştik. Annemi oynattım. Oyuncu bulamadım Güzel de oynadı. Film bittikten sonra teyzemlere film çekmek ne ekin harmanına, ne tütün çapasına, ne hayvan bakmaya benziyor çok zor demiş. Tüm bu zorluğuna rağmen bana her zaman destek olduğu için anneme, aileme ve dostlarıma teşekkür ederim.