İyinin ve kötünün, acının ve mutluluğun arasındaki çizgi belirsizleşmişti.
Sanki durmadan yağan kar her şeyin üstünü örtmüş(tü).
Kuru Otlar Üstüne, filmin ana karakteri Samet’in, uçsuz bucaksızmış gibi görünen köy yolunda, tek başına karlara bata çıka, çalıştığı köy okuluna doğru yürüyüşü ile başlar. Bir imge olarak perspektifin bir unsuruna dönüşen Samet’in mekanla kurduğu ilişkiyi yalıtılmışlık ve çıkışsızlık hissi üzerinden inşa eden Nuri Bilge Ceylan, bu sahnedeki kameranın objektif konumu ile filmin izleyicisini de gözlemci (observer) konumuna getirir.
Yarıyıl tatilinden okulların açılışı ile köye döndüğü öğrenilen Samet’in okuldaki personel ve köylülerle (Firdevs Hoca, Kenan Hoca, Bekir Hoca, Nail Abi, Feyyaz, karakol komutanı) kurduğu gündelik yaşam ilişkileri ekrana yansırken, bu sohbetler aynı zamanda onun sistem ve toplumla kurduğu ilişki ağının gözlemlenmesine de olanak tanır. Yönetmen, bu ağın yarattığı Özne’yi tanımlarken, görünen ve işitilen kadar görünmeyen ve işitilmeyeni de anlatısına dahil eder. Nuri Bilge, fotoğrafik gerçekliğe sahip kadrajlarıyla beraber, kameranın giremediği ama zihnin ve fikrin girebildiği yerleri Deleuzecü anlamda virtüel parçalar ima etmek için kullanır. Filmde çerçeve dışında kalan imajsız imgeler (Feyyaz’ın onu camda bekleyen annesi, Samet’in gece uykusunu bölen çatışma, Nuray’ın anne babası, Kenan’ın istihbaratçı sanıldığı için öldürülen eniştesi) görünenin ötesinde bir gerçekliğin inşasına zemin hazırlar. İzleyicisinin bakış açısına göre değişen anlam örüntüleri, film karakterlerinin ruhlarının derinliklerine girilmesine izin verirken, aynı zamanda izleyicinin ruhunu da savunmasız bırakır. Zamanın göreceli oluşundan hareket eden film, izleyicinin de bu göreceli ritmi hissetmesini ve hatta bu duyguya itaat ederek kendisini ona bırakmasını salık verir. Görünür olan ve duyulur olanın sınırlarını aşan bu bakış, gerçekliği de aşarak Lacancı anlamda hakikate ulaşılmasına aracı olmaya başlar.
Spor odasında kendisine izole bir alan yaratmayı seçen ve taşradaki zorunlu hizmetinde dördüncü yılını tamamlamak üzere olan Samet’i tanımlayan temel unsurların yersizlik, yurtsuzluk ve köksüzlük olduğu görülür. Kendine ve yaşadığı topluma yabancılaşmış olan Samet’in içsel bölünmesi ve varoluşsal boşluğu, -yönetmenin deyişi ile mutluluğun başka yerde olduğu avuntusu ile ilgili olarak- gitme arzusunda hissedilir. “Geldiğim ilk dakikadan beri, aklımda sadece gitmek var” diyen Samet’in burada kalan sayılı günlerini çekilir hala getiren tek unsur Sevim’dir.
“İnsan varken hayvana,
melek varken şeytana ihtiyaç nedendir,
hiç düşündünüz mü?
Alemde her şey zıddıyla kaimdir.”
Necip Fazıl Kısakürek
Doğuda bir köyde, İstanbul Türkçesi ile konuşan tek öğrenci olan Sevim’in masumluğu, ruhunun bozulmamışlığı ve yaşam karşısındaki tutku dolu duruşu, Samet’in anlamsız bir boşlukta salınışının karşıtı olarak yerini alır. Temsil edilemeyenin tahayyülü, Sevim’in bir arzu nesnesi olarak anlatıya dahil oluşu ile iyice alanını genişletir. Lacan, arzunun objet petit a (arzu nesnesi) ile ilişkisinin, arayış ve bulamayışta olduğunu belirtir. Arzu nesnesi, imkansız nesneyi imlerken, Özne yine de Öteki ile kurduğu ilişkide bütünlük algısına ulaşmayı dener. 14 yaşında bir öğrenci olan Sevim, 40 yaşlarında öğretmen olan Samet için arzunun imkansızlığını işaret eder. Yine de bu duygudan beslenen Samet, tatil dönüşü okul koridorunda karşılaştığı Sevim’e, onun için aldığı aynayı hediye eder.
Gündelik yaşam tüm ağırlığı ve sıkıcılığı ile köyde devam ederken, okuldaki rutin aramalardan birinde Sevim’in çantasında bir aşk mektubu ve Samet’in hediye ettiği ayna bulunur. Samet ve Sevim arasındaki söze dökülmemiş gizli sözleşmenin varlığının hissedildiği bu sahnede ayna biraz da arzuyu dürten bir metafor işlevi görür. Yönetmen Sevim’in defterinin arasından düşen bu mektubun kimin tarafından ve kim için yazıldığını belirtmez, ayrıca mektupta ne yazıldığını da izleyicisiyle paylaşma gereği duymaz. Mektup, Samet için jouissance’ın imkansızlığını tekrar cisimleştirir. Samet, bu imkansızlığı bir süre de olsa aşmak için, kendine yazıldığını düşündüğü bu mektubu alır ve gizlice okur.
Samet mektubu okuduğu sırada onun yanına gelerek mektubunu geri isteyen Sevim, öğretmeninin çeşitli bahanelerle mektubu vermeyişine öfkelenir. Öğretmenini okul müdürüne, öğrencilere “temas” ettiği gerekçesi ile şikayet eder. İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne yansıyan bu olayın sonucunda hakkında soruşturma açıldığını öğrenen Samet, kendisini şikayet eden öğrencinin Sevim oluşu ile hayal kırıklığına uğrar. Bu şikayet, köydeki yaşamını ve ilişkilerini, konfor alanını bozmadan idare etme üzerinden kuran ve sürdüren Samet’in içindeki karanlık yanın görünür kılınmasını sağlar.
Samet, arzu nesnesi olan Sevim tarafından başına açılan bu işle beraber, arzusu üzerinde iktidarını kaybettiğini düşünür. İktidarını sınıf içerisinde öğrencileri aşağılayarak kurmayı deneyen Samet, Sevim tarafından ikinci kere şikayet edildiğinde arzusunu tekrar kontrol ederek, arzusunun efendisi olmaya çalışır. Sevim’i herkesin gözü önünde azarlar, cezalandırır ve sınıftan atar. Böylelikle arzusunun gerçeğinden duyduğu korkuyu bastırmayı dener ve en çok da Sevim’in ellerinden kayıp gitmesini engellemeye çalışır.
Samet’in ironik bir şekilde Sevim’e hediye ettiği aynanın aksine, Samet’e metaforik anlamda ayna tutan karakter aslında Nuray’dır. Giuseppe Verdi’nin bir ölüm operası olan La Traviata’sının görüntüye eşlik edişi ile Nuray’la tanışır izleyici. Filmde ilk duyulan müzik olan bu operanın, meşhur üçüncü perdesi olan Addio del passato, ölmek üzere olan Violetta’nın kendi gerçeği ile yüzleşmesini anlatır. İngilizce öğretmenliği yaptığı okulun koridorunda yürüyen Nuray, bu sahnede aynada kendisine bakar. Sonra da Samet’le buluşmak üzere kantine doğru yürümeye devam eder. Ankara Garı saldırısında bir bacağını yitirmiş olduğu öğrenilen Nuray’ın, hem fiziksel hem de ruhsal anlamda yara aldığı görülürken, o da tıpkı Violetta gibi kendi gerçeği ile cesurca yüzleşmeye hazırdır, kendi gerçeğinden kaçan Samet’in aksine…
İdeallerini yitirmiş Samet’in bireysel özgürlüğü savunan nihilist yanının tam karşısında, toplumsal bilinci ve politik duruşuyla duran Nuray, izleyicisine idealler için bedel ödemenin gerekliliğini hatırlatır. Resim yapmayı bırakmış olan bir resim öğretmeninin bireyci, liberal yanının aksine örgütlü toplumsal mücadele ve sosyal sorumluluğun gerekli olduğuna inanan Nuray’ın resim yapması da ikilinin yaşam karşısındaki duruşlarını görünür kılacak zıtlıklar olarak filmde yerini alırken, ikili arasındaki bu karşıtlıklar, aynı zamanda onların birbirlerine çekilmesine de neden olur.
Bir gün Samet ve Kenan’ı yemeğe çağıran Nuray’ın evine, Samet, Kenan’a haber vermeden tek başına gider. Oysa evlenmek isteyen Kenan’ı, Nuray’la tanıştıran kendisidir. O akşam Nuray’la birlikte yemek yerler, şarap içerler, uzun uzun sohbet ederler. Bu sohbet sırasında “Nereye baksam bir boşluk” diyen Samet’in kendi öznel bilinci ile toplumsal bilinci arasındaki yarılmalar yaşadığı, anlam ve mutluluk arayışından vazgeçtiği görülürken “Sen şimdi dünyaya nasıl bakıyorsun? Kendini nasıl konumlandırıyorsun? Neredesin? Neler hissediyorsun?” diye soran Nuray Samet’e ayna tutar. “Tarih umut etmenin yorgunluğunu çağrıştırıyor” diyen Samet, “Tüm insanların ihtiyaçları karşılandığında, mutlu olacaklarına inanıyor musun?” diye sorar Nuray’a, soruları ile Samet de Nuray’a ayna tutar ve bu sohbette Nuray’ı etkiler, aynı zamanda etkilenir de…
Sevim’in şikayetinden sonra genel çekimlerin yerini yakın çekimler alırken, izleyici de Samet’e yakınlaşmaya ve onunla empati kurmaya başlar. Samet’le izleyicisinin özdeşim kurmasını talep eden yönetmen, yemek sahnesindeki ikili arasındaki sohbette Samet’in, Nuray üzerinde iktidar kurmasına olanak tanır. Narsist bir hazla, Kenan’ın arzusunun nesnesi olan Nuray’ı, Kenan’dan intikam almak için ayartan Samet, beklemediği bir şekilde Nuray ile karşıtlıklarından doğan bir cinsel çekimin de ortasında bulur kendisini. Yönetmenin Samet’in bir yanını karanlıkta bıraktığı aydınlatma, film boyunca dikkatleri çekerken, Nuray da aydınlığı azaltmak istercesine, sevişmeden önce Samet’ten ışıkları kapatmasını rica eder. Işıkları kapatmak için dışarı doğru çıkan Samet, filmin bir yapıntı olduğunu hatırlatma görevi ile sette yürürken aslında aynı zamanda gerçek ve gerçeklik arasındaki farka da işaret eder, filmin anlatısına dahil olan fotoğraflar gibi.
Işıkları söndürdükten sonra banyoya giren Samet, Nuray’ın karşısında yıkıma uğramaktan korkarak cinsel güç arttırıcı hap alır. Performans sergileyeceği zaman, olası bir aksiliğin kendisini güçsüz kılabileceğine dair korku, Samet’in tamlık algısı ile ilgilidir. Samet, tamlığını garanti altına almak için bu hapı alır. Samet ve Nuray, kendi karanlık yanları (alterego) ve gölgeleri (persona) ile; eksikleri, arzuları, fikirleri ile baş başa kalırlar ve sevişerek kendilerini tanımlamaya çalışırlar. Samet, erkek olarak sembolik rolünü Nuray sayesinde üstlenirken sevişmeleri sonrasında, “Bir an geldi sanki bu yaşadığın olay mukaddermiş gibi düşündüm” der ve ekler: “Bu eksik halinle tam tersi tamamlanmış gibisin.” Böylelikle ötekinin bakışında ve arzusunda kendisini yeniden tanımlayan Nuray, bedeninden zihinsel tamamlanmışlığa ulaşmaya çalışırken, içine girdiği krizde, tüm değerleri yıkma ve yeniden inşa etme cesareti göstererek, yaşamın anlamını ve dünyada ne kadar yer kapladığını keşfetmeye çalışır.
Samet’in, Nuray ile geçirdikleri geceyi Kenan’a anlatmasından sonra, Nuray ile evlilik hayalleri kuran Kenan, Nuray’ın telefonlarını açmaz. Karlı bir akşam ikilinin kapısını çalan Nuray, Kenan’a aralarındaki problemin ne olduğunu sorar. Durumu şaşkınlıkla izliyormuş gibi yapan Samet, sınıfta çocuklara hakaret ederek ve cezalandırarak kurduğu iktidarını, bu sefer de Nuray’la birlikte olarak kurmuş ve bir anlamda da Kenan’ı cezalandırmıştır. Şimdi ise kenara çekilmiş bu başarısının tadını çıkarmaktadır ve bu haliyle maalesef Nuray’ın da dediği gibi; “…dünyada güzel olan her şey, daha insana ulaşamadan, insanın kendi ördüğü ağlara takılıp kal(maktadır).”
İkinci dönem eğitim ve öğretimin bitiş günü gelmiştir. Artık karneler alınacaktır, okulda yoğun bir telaş vardır. Sevim, Samet’in kapısını çalar ve ona mozaik pasta getirdiğini söyler. Samet’in kullanamadığı yaşam enerjisini harekete geçirebilmek için Sevim’e muhtaç oluşu, küçük kıza olan zaafı ve zayıflığı tekrar görünür olur. Arzu ve jouissance dürtüsü arasında kalan Samet, fantezi nesnesi Sevim’le kurduğu ilişkide anlamsız yaşamına bir parça anlam katmak amacı güder. Bu anlamı (zevki) daha da keyifli yapan unsur jouissance’ın bilinçaltındaki kuralsızlığa denk gelmesidir. Bu yüzden Samet, küçük kızı konuşması için manipüle eder: “Tayin istediğimi duymuşsundur. Çok yakında gidiyorum, bir daha dönmemecesine. Öyle olunca insan her şeyi bir daha gözden geçirmek istiyor. Yaşananları olup bitenleri.. Olduysa kalbi kırılanlar vs. özür mahiyetinde konuşmalar yapılabilir. Tüm bunlar geriye dönmeyecek oluşum da göz önüne alındığında, acaba Sevim bana bir şey söylemek istiyor olabilir mi? Bir daha dönmemecesine gidiyorum, ben burada iken bana söylemek istediğin bir şeyler olabilir mi Sevim’cim?”
Filmin sonunda, solgun bir güneşin yansıdığı Nemrut’ta Samet, Kenan ve Nuray, aralarında yaşanan her şeye rağmen -ütopik bir evrendeymişçesine- bir arada görünürler. Tepeye doğru yürürken, Samet’in iç sesi görüntülere eşlik eder. Samet, arzu nesnesine sahip olunamayacağının farkında, ondan uzak durmanın daha doğru olacağını düşündüğü yalanını kendisine söyler, bu iç seste: “…Sonra Sevim’i düşündüm, onda aradığımı.. Bu yaşama kapanmış kıpırtısız coğrafyada onda aradığımı. Onda aradığım, kendimde bulamadığım bir şey belki, bir enerji, aşkınlığın küçük bir belirtisi. Onu değil onun ötesini düşlemiştim ben. Onun ötesinde kurduğum bir hayal dünyasının sadece bir aracı kılmak istemiştim aslında onu. Ama biliyordum, aramızda yine de çığlıklarımızın birbirine ulaşamayacağı kadar derin ve geniş bir uçurum, bilinçlerimizin yakınlaşamayacağı kadar acımasız bir uzaklık vardı… İmkansızlığı düşlemiştim kafamda.” Simgesel düzendeki fantezi, bu düzenin eksiksiz ve tam oluşu üzerinedir. Gerçekle yüzleşmek, -Samet’in davranışlarının aksine- bu eksiği kabul etmek, iktidarsızlığının ortaya çıkışını kabul etmek demektir. Samet, henüz kendi gerçeği ile yüzleşmeyi başaramaz, değişip dönüşemez. Belli ki hissettiği tüm sorunlarla beraber bir başka şehirde kendine inşa ettiği gerçeklikle yaşamaya devam edecektir. Samet, Nuray ve Kenan da insan ruhunun açmazları, çıkmazları ve karanlıkta kalan yanları ile trajik birer özne iken aslında “İnsanca Pek İnsanca” bir bunalımın da anıtı gibidirler, tıpkı izleyicinin kendisi gibi…
Öteki Sinema için yazan: Zehra Yiğit
Filmi sinemada izlerken içten içe filmin bitişine yaklaştıkça huzursuzluk hissi hakim oldu, filmin bitisiyle birlikte bu his iyice depreşti, sanki ne olduğunu bildiğin ama kabul edemedigin bir durumun içine girdim, film ile ilgili kabul edemediğim huzursuzluğumun sebebini tamamiyle anlayabilmek için 2. kez izledim fakat yine eksik kalan bir şeyler vardı ve anlamı tamamlama sürecim yazın ile birlikte tamamlandı.Tesekkur ederim.
Sevgili Deniz, değerli yorumların için teşekkür ederim. Filmi ben de iki kere izledim. Sizin huzursuzluk olarak tanımladığınız benimse adını henüz koyamadığım his, günlerce yakamı bırakmadı. Beynimin içinde diyaloglar tekrar tekrar dönerken ve bu diyaloglara filmin müziği eşlik ederken, bu yazının çıkışı da biraz ruhumu zorladı. Benzer hisleri paylaştığımız dostlarımızın varlığı keyif verdi.