Küçük bir kız, onun keşfedilmeyi bekleyen hayal dünyası ve seyircinin gerçeklik algısını yavaş yavaş şeffaflaştıran mükemmel bir macera. Hayır, bu sefer yanıldınız, herhangi bir Alice in Wonderland uyarlamasından bahsetmiyorum… 1980’lerde çekilmiş çoğu fantastik filmin kaderinde kısa zamanda unutulup gitmek, şanslıysa da sadece fazlasıyla küçük bir topluluk tarafından hatırlanmak vardı, bunu meraklıları çok iyi biliyor. Ancak Bernard Rose’un 1988 yapımı fantastik korku filmi Paperhouse nasıl olmuş da bu kadar kayıplara karışmış hiç mi hiç aklım almıyor. Bu filme nasıl denk geldim, nereden nasıl bir referansla Paperhouse’u seyretmeye karar verdim hiç hatırlamıyorum ama film seçimi konusunda son zamanlarda aldığım bir doğru karar varsa o da kendime zaman yaratıp Paperhouse’u seyretmek oldu. Böyle filmlerin deneyimini insan nadir yaşayabiliyor.
Anna vaktinin çoğunu annesiyle geçiren on bir yaşında bir kızdır. Alkol problemi ve işinin yoğunluğundan ötürü Anna’nın babası, küçük kız ve annesiyle ilgilenememektedir. Vaktinin çoğunu boyama defterine veren Anna’nın sağlık durumu ile ilgili gizlediği bir sır vardır. Anna zaman zaman bilincini kaybetmekte ve bayıldığı zamanlar çok gerçekçi rüyalar görmektedir. Her rüyasında kendini açık yeşillik bir alan bulan Anna, boyama defterine çizdiği bir evin rüyalarında yer edindiğini fark eder. Bu evde Anna’nın yarattığı Mark yaşamaktadır ve iddiasına göre çok uzun zamandır eve hapsolmuştur. Mark ile bir arkadaşlığa başlayan Anna, çizim evin içini ikisinin de hoş vakit geçireceği şekilde dekore etmeye karar verir. Zamanının büyük kısmını Mark ile çizim evde geçirmekten memnundur. Bilmediği ise karanlık bir gücün çizim eve doğru yola çıktığıdır.
Catherine Storr’un 1958’de yayınlanan çocuk romanı Marianne Dreams’ten uyarlanan Paperhouse, yönetmen Bernard Rose’un üçüncü filmi. Korku fanatikleri Rose’un adına çok da yabancı olmasalar, zira kendisi doksanların kült korku filmi Candyman’in (1992) de yönetmeni. Storr’un çocuk romanı hakkında pek bir fikrim yok ama Candyman’e hayat veren ismin elinden çıkan Paperhouse’un hitap ettiği yaş grubu kesinlikle küçük çocuklar değil. Bir çocuğun hayal dünyasını layıkıyla yansıtan, yer yer absürd ve grotesk bir atmosfere sahip Paperhouse, özellikle ikinci yarısında ürkütücü bir hal almaya başlıyor, öyle ki Anna ve Mark’a bela olan “çılgın adam”la girilen çatışmanın, dönemin sayısız slasher filmine açık bir selam çaktığı bile söylenebilir. Paperhouse bir çocuk romanından uyarlanmasına rağmen daha çok genç yetişkinlere hitap eden bir film.
Paperhouse kendine has atmosferi ve sürükleyici hikayesinin yanında çocuk oyuncuları ile de dikkat çekiyor. Anna rolünde başarılı bir performans sergileyen Charlotte Burke, ilginçtir daha sonra herhangi bir sinema filminde rol almamış. Mark’ı canlandıran Elliot Spiers ise 1991 yılında sıtma tedavisi olurken kötüleşmiş ve 1994’te vefat etmiş. Paperhouse’dan sonra rol aldığı ve son filmi olan Taxandria (1989) bu sebeple adına itaf edilmiş. Paperhouse’da iki oyuncunun da çok iyi iş çıkardığını kesinlikle söylemek gerek.
Filmin bir diğer başarılı kotarılan kısmı da zekice ayarlanmış planları ve kamera hareketleri. Hareketli kamera olayına bu tarz filmlerde mesafeli bakmama rağmen Paperhouse’da bazı planlar çok hoşuma gitti (özellikle filmin başlarındaki saklambaç sahnesi). Anna’nın mumlarla dolu odaya girişini gösteren aşağı yukarı bir dakikalık plan ise harikaydı. Özellikle atmosferi ön planda tutan kısa filmler çekmek isteyenler için Paperhouse’da çok malzeme var.
Tabii kadı kızının kusuruna değinmeden olmaz. Seyircisini ilk dakikalardan etkisi altına alan Paperhouse alışık olunmayan bir hikaye mimarisi sunuyor. Anna ve Mark’ın Paperhouse evrenini keşfi ve baş antagonist “çılgın adam” ile savaşları filmin ilk bir saatinde bitiyor, geriye kalan yirmi dakika ise ikili arasındaki romantizme ve Anna’nın rüyalarından arınışını anlatıyor. Bir anlamda sıkıştırılmış coming of age bölümü diyebileceğimiz bu yirmi dakikanın filmin sonuna konulması, ilk bir saatin gerilim ve merak yüklü akıcılığını ciddi biçimde zedelemiş. Anna ve Mark arasındaki ilişki filmin içine daha yoğun yedirilebilirdi. Gene de bunu bir kusur olarak değil de Rose’un hikaye anlatımı için yaptığı biraz sıradışı ama bilinçli bir seçim olarak görmek de mümkün. Açıkçası Bernard Rose bu iyi niyeti hakediyor.
Paperhouse, çocuk korku edebiyatıyla vakit geçirmiş herkesin kesinlikle seyretmesi gereken bir yapım. Alice’in maceralarına gönül vermişseniz ve benzer hikayelere açsanız, Paperhouse sizin seyrinizi bekleyen geçmişten bir mesaj. İlk fırsatta filmi edinmeye bakın.
Öteki Sinema için yazan: Yigilante Kocagöz
Film enteresan bir şekilde beni içine çekti, gözümün dolduğu onlar oldu, ama korktuğumu söyleyemem :) Fakat genel olarak çok beğendiğimi söylemeliyim, gözden kaçmış bir film olduğunu düşünüyorum.
yorum için teşekkürler. ben de çok korkmadığımı itiraf etmeliyim ancak ufuktaki adamın “I am blind!!!” diye bağırarak eve yöneldiği sahnede ciddi bir gerilim yaşadım.