“KLASİKLERİ NİÇİN OKUMALIYIZ?” (3)
Pascal Bonitzer’den İki Önemli Kitap:
“Kör Alan ve Dekadrajlar” ile “Bakış ve Ses”
“Klasikleri Niçin Okumalıyız?” serisinin üçüncü durağında, dilimize çevrilmiş en önemli sinema çalışmalarından ikisine (hatta üçüne) odaklanacağız. Metis Yayınları müthiş bir iş başararak, uzun yıllar (1969-1985) “Cahiers du cinema“nın editörlüğünü, yayın yönetmenliğini yapan Pascal Bonitzer’in “Kör Alan”, “Dekadrajlar” ile “Bakış ve Ses” adlı kitaplarını, gayet güzel ve çekici baskılarla Türkçeye kazandırmış. İyi de etmiş.
Aslında “Kör Alan” ve “Dekadrajlar” kendi içinde iki kitap, Metis ikisini birleştirmiş, “Bakış ve Ses” ise ustanın, dergideki bazı yazılarından müteşekkil bir kitap. Yani karşımızda, belirli özellikleri bakımından birbirinden ayırt edilebilen 3 ayrı kısa ama etkili sinema kitabı var. “Bakış ve Ses”in orijinal basımı 1976 tarihli, Yapı Kredi Yayınları 1995’te basmış, Metis ise ilk kez 2007’de. “Kör Alan”ın orijinal basım tarihi 1982, “Dekadrajlar”ın orijinal basım tarihi ise 1985. Metis’in bu iki ayrı kitabı tek başlık altında toplayıp bastığı ilk tarih 2006. Metis’in çevirmeni İzzet Yasar, yayıma hazırlayan ise Semih Sökmen.
Sinemayı harikulade bir sanat yapan birçok özellik sayabiliriz ama bunlardan bir tanesi beni özellikle büyüler. Sinema filmi, öncelikle bir düş/hayal yaratır ve seyircisini bu düşün hatta rüyanın demek daha doğru olur, devamı için sanatının özüne yani yaratım kısmına ortak eder. Hem de alabildiğine derinlemesine. Başlangıçta görüntü bir dikdörtgen kalıba sığmış gibidir. Buna “uzay” ya da “alan” diyelim. O dikdörtgenin/perdenin/ekranın dışında kalan hiçbir şeyi bilemeyiz. Aslında biliriz de bilemeyiz. Sahneyi inşa eden planlarla sınırlandırılmaya çalışırız. Film ilerledikçe, biz görebildiğimiz alanın dışını (alan-dışı ya da off-uzay) mütemadiyen hayalgücümüzle doldururuz. Film boyunca bu sürer. (Hatta Bresson, Straub ve Dreyer gibi örneklerde bu iş/görev, kum ocağında çalışmak kadar yorucu olabilir) Orada teknik bir set olduğunu, envai çeşit adamın orada bir takım ekipmanlarla bazı işlere imza attığını hem biliriz, hem de bilmezden geliriz. Bu, sinema sanatının en kışkırtıcı özelliklerinden birisidir. Yani, bizi/seyirciyi gerçek olanla gerçek-olmayan arasında gittikçe derinleşen ve karmaşıklaşan uçsuz bir yolculuğa çıkarmak. Sırf bu nedenden ötürü, sinema felsefesinin temel amacının gerçeği aramak olduğunu düşünmüşümdür.
İşte Pascal Bonitzer’in “Bakış ve Ses”i bu konunun ustaca irdelenmesiyle başlıyor, Bazin’den destek alıp, süreklilik ve bölünmüşlük kavramlarına yönelip, Vertov ve Godard üzerinden ustaca bir okuma yapıyor. Alan dışı, dış-ses kavramları üzerinden sinemanın temsil niteliğini sorguluyor. Bonitzer’in gerçekliğe dair görüşlerinde tutarlı bir felsefi duruşun izlerini görmek mümkün. “Gerçek’in Yırtıcıları” adlı bölüm başlı başına bir akademik makale. Bonitzer’in üslubu; düzeyli, tutarlı öte yandan meydan okuyan bir tarafı da yok değil. Mitry ya da Burch’a yer yer diş göstermekten çekinmiyor, onları mindere çağırıyor.
Bonitzer “Bakış ve Ses” adlı kitabında, benim de bir kısmına bayıldığım bir dizi film üzerinden (“Grev”, “Lacombe Lucien”, “Amarcord”, “Özgürlük Hayaleti” vb.) sinemada sesin, görüntünün, “anlam”ın ve “gerçek”in izlerini sürüyor. “Çölarzu” ve “Para Nerede?” adlı bölümleri çok beğendim. Ama “Gece Bekçisi” üzerine yazdığı kısmı, “Kapının Ardındaki Cellat” adlı yazısını tek geçiyorum.
Bonitzer; “Sesin Sessizlikleri” bölümünde; ‘ses’in ‘görüntü’yle bağlarının koptuğu noktalara değiniyor, görüntünün sesi, ya da sesin görüntüyü yalanladığı müthiş örneklerle tezini güçlendirip, “anlamı” yaratan ve/veya yeniden-yorumlayan ‘ses’e dair bir dizi aforizmayı peşpeşe sıralıyor. Bonitzer’e göre “bakış ve ses”, görüntü ve ses şeridindeki emeğin tabi oldukları, birbirini tamamlayan ve birbiriyle rekabet eden iki düzeyi temsil etmektedir ve ikisi arasında akıl almaz bir üstün gelme yarışı vardır. “Bakış ve Ses”, bu ve benzeri birbirinden ilginç teori ve tespitlerle, çok zengin bir okuma fırsatı sunuyor, ona şüphe yok. Gelelim diğer kitaba..
Bonitzer’in “Kör Alan”ı; Griffith, Eisenstein, Hitchcock ve Godard gibi sinemanın usta isimlerinden yola çıkarak, yakın plan, alan derinliği, alan-dışı’nın özel işlevleri ile kurgu teknikleri üzerinden sinemanın gerçeklikle olan ilişkisine odaklanıyor. Ve tıpkı Faure, Deleuze ve hatta Bazin gibi, sinemanın mutlak anlamda gerçekçi-ol(a)mamasıyla sonuçlanan paradoksal yanına işaret ediyor. Kitabın ‘plan’ kavramını incelediği bölümden sonra en çok sevdiğim kısımları “Bobinler ya da Labirent ve Yüz Sorunu” ile “Gerçekliğin Parçaları” adlı bölümler. Özellikle anlatıyı güçlendiren fotoğrafların seçimi mükemmel. Hitchcock’la ilgili kısım bir yenilik içermiyordu, onu geçiyorum. Bu arada Bonitzer, bu kitabında Christian Metz’e de sık sık selam çakmayı ihmal etmiyor. Ne de olsa aynı takımda sayılırlar.
Bonitzer’in “Dekadrajlar” kitabı ise ‘çerçeveleme’ kavramı kapsamında resim sanatının (kendine has hikayeleme özelliğini de ihmal etmeden) dramatik yönü ile sinema ilişkisini inceleyen ufuk açıcı bir çalışma. Bonitzer bu kitabında, görme ve gör(e)meme kavramları üzerine yoğunlaşıyor. Yine derin bir Bazin etkisi var, kabul, ama bu sefer Lacan, Deleuze, Epstein ve Barthes’ten güç alan farklı okumalar yapıyor Bonizter, Mitry’e de bulaşmayı ihmal etmeyerek. “Tablo-Plan”, “Düzeni Bozuk Objektif” ile “Dekadrajlar” bölümleri olağanüstü. Tablolar üzerinden yaptığı okumalar ve Antonioni bölümü çok daha kolay anlaşılır olsa da, burada biraz akademik ve zor anlaşılır bir dili var. Hele “Parçalanmış Yansı” gibi bölümlerde çok daha felsefi bir duruşa evriliyor Bonitzer. Her sarfettiği cümlenin belirli bir yoğunluğu ve ağırlığı var, gereksiz cümle kullanmaktan kaçınıyor, Allah’tan, çeviri, bir ölçüde akışı ve okumayı kolaylaştırıyor.
Pascal Bonitzer’in “Kör Alan ve Dekadrajlar”ı, “Bakış ve Ses”i iyi düşünülmüş, iyi yazılmış, çok sağlam kitaplar. Ha, bu çalışmalarla ilgili olumsuz izlenimlerim, eleştirilerim var mı? Dürüst olmak gerekirse, var. Bir defa bu Cahiers’çiler için arzın merkezinde (ya da pergelin dayanak noktasında diyelim) her zaman Godard ve Bazin yer alıyor. Her daim böyle olmuştur. Godard ve Bazin’in gölgesinden çıkabilmiş, çıkmayı başarabilmiş Cahiers’çi yok denecek kadar azdır. Mesela, Mitry’e -öyle ya da böyle- otomatikman çakma, karşı çıkma güdüsü bir “Cahiers” aşil topuğudur. Her türlü teoriye zorlama da olsa bir Godard filminden ve mecburlarmış gibi Vertov ya da Eisenstein’dan örneklem seti de uydurulur. Bazı zırvalamalar için ise mecburen Godard’ın Dziga-Vertov dönemindeki tuhaf deneysel girişimleri kaynak gösterilir. Bazin’in her lafı kutsal kelam kabul edilir. Sinema yazınının sıkı takipçileri için bu tip aşırı-yorum (over-interpretation) halleri bazen can sıkıcı olabiliyor. Ne yalan söyleyeyim, Bonitzer de zaman zaman bana bu hissi yaşatmadı değil.
Bir de şu Türkçe’ye çevrilen sinema kitaplarında adı geçen filmler için, şöyle kitabın sonuna yönetmen, yıl, filmin orijinal ismi, Türkçe ismi ve özellikle İngilizce ismi yer alan bir film listesi eklense fena olmayacak. Ya da filmin adının ilk geçtiği sayfada bir dipnot da olabilir. Bazen kaos oluyor, teoriye temel teşkil eden filmin hangi film olduğu anlaşılmıyor. Bir de biz, sinema(kitabı)severler, bu kitaplardan izlenecekler filmler listesi çıkarıyoruz, iyi oluyor. Sevaptır yahu.
Sonuç olarak her şeye rağmen; Pascal Bonitzer’in “Kör Alan ve Dekadrajlar”ı ile “Bakış ve Ses”i okuduğum en iyi sinema kitapları arasında yer alıyor. Metis Yayınları’na ve çevirmen İzzet Yasar’a teşekkür ediyoruz. Meraklısı; adeta birbirini tamamlayan ve aşan, bu güzel kitapları kaçırmasın derim, ben. İyi okumalar…
Ustadim size tek ulasabilecegim yer burasiydi tesekkur etmek istedim sayenizde sinemanın ne buyuk deniz derya oldugunu biraz daha yakindan keşfediyorum kendi adima.Ki kendimi sinefil zannederdim.Siz eleştirmen de ote ve değerli tarihçisiniz bana gore sinema tarihçisi.Baska sitelerde de yazi yazanlar var ama bu doygunluk oturmuşluk yok okuyunca anlıyorsunuz farki.Sagolun her sey icin.
Tabi hakkını yemeyeyim benzer doygunluk bir de şurada mevcut http://www.sinemabuyusu.com/index.php/yonetmenler-ve-kimi-filmleri-1914-2000.html/comment-page-2#comments bunun harici kitap gibi yazan yok.Kitap demişken tavsiyeler de devam ederse, varsa tabi zulanızda paylaşılacak guzel seyler ricamız olur.Hoşça kalın
Öncelikle yazdıklarınız için teşekkür ediyorum, paylaştığınız link de çok hoşuma gitti, oradan yeni filmler öğrendim, açıkçası o sitede gördüğüm bazı filmleri hiç duymamıştım, süper oldu.
Kitap incelemelerine kaldığımız yerden devam edeceğiniz, aslında Veysel Atayman anısına yeni bir kitap incelemesine başlamıştım ama henüz bitiremedim, takip edenler ve önemli bulanlar olması ayrıca güzel. Daha da hız katarak o konudaki paylaşımlarımı arttıracağım.
Geri-bildirim için tekrar teşekkürler..
Ben teşekkür ediyorum asıl o kadar ekmeğinizi yedim.Şu dikkatimi çekti bir de gerek siz gerek linkteki isimsiz arkadaşımız yazarken biraz da kendiniz için yazıyor olmalısınız.Memento filmindeki adam gibi kendinize hatırlatmalar yapiyorsunuz belki yıllar sonra donup bakmak için.Tahminim böyle.Yani sinema sevginiz birikiminiz paylaşma isteğiniz bir yana da başka türlü insan patlar bir yerde yahu durur.Vallahi kitap, film sizin yazdığınız her yazıyı okurum kuru övgü değil.Bir de kült dosyalara ileride ” ¿Quién puede matar a un niño? ” filmini almayı düşünüyor musunuz hocam süper olur.Kafamda tam oturtamadım ama birşeyler de söylemek istiyor film çok belli.Uzun da sürse beklerim.İyi geceler kaleminize bereket.