De Palma Usulü Hırslar ve Tutkular : Passion
İş ve aşk yaşamında istediğini almak, zirvede olmak için ne kadar ileri gidilebilir? Cevabı usta yönetmen Brian De Palma ‘Passion’ ile veriyor…
Öteki Sinema için yazan: Egemen Tokatlıoğlu
Kim ne kadar mütevazi davranırsa davransın tutkular ve hırslar insanoğlunun daima benliğinde olan duygulardır. İşini temiz yapan ve başkalarının işine değil de kendi işine bakan, dışarıdan ne kadar uysal diyebileceğimiz bir insanın bile çizgisinde daima bir hırs vardır. İnsan doğasının gereğidir bu. Çünkü yükselmek bir yerlere gelmek, diğerlerinden sıyrılmak ve bunun yanında kişisel egoyu tatmin etmek adına hırs daima bizleri besler. Bu sosyal statü zincirinin en altından en tepesine kadar mevcut bir durumdur. Okul yaşantımızda, iş yaşantımızda çevremizdeki insanların azmi, hırsı, bir yerlere gelme çabası belirli bir noktada takdir edilebilecek bir durumdur. Ancak bu hırs kişiyi ele geçirdiğinde, dahası ona zirveye ulaşmak ve istediğini almak için her şeyi yaptırabilecek duruma geldiğinde artık kırmızı çizgi geçilmiş, kişi kendisini kaybetmiş ve bambaşka bir insan olmuş demektir.
Usta yönetmen Brian De Palma, iş dünyasındaki tutku ve hırsı bizlere 2012 yapımı son filmi ‘Passion’ üzerinden anlatıyor. Nitekim büyük bir şirkette patron ve zeki asistanının bu hırs zincirindeki konumları bizlere çok da yabancı gelmiyor. Lüks bir yaşam süren ve şirketin tepe konumundaki yöneticisi Christine (Rachel McAdams), Isabelle (Noomi Rapace) ile iyi ilişkileri olan bir kadındır. Ancak günün birinde Isabelle’in dikkat çeken bir ürün düşünmesi ve bunu hayata geçirmek istemesiyle patronu Christine’in de kıskançlık ve hırs algısı ortaya çıkacaktır. Öyle ki Christine, Isabelle’in projesini kendi projesiymiş gibi sahiplenecek kadar ileri gider. Bu işe yatırım yapacak yönetim aslında Isabelle’in hayata geçirmiş olduğu projeyi Christine’in sanarak ve Christine’e övgüler yağdırarak kabul eder. Christine büyük bir pişkinlik ile iş yaşantısında bu gibi durumların olduğunu ve bunu ihanet olarak algılamaması gerektiğini Isabelle’e söyler. O dakikada Isabelle kendisi ile çelişmeye başlar. Hırslıdır, zekidir ama iyi bir insandır. Kimseye tuzak kuracak oyun oynayacak biri değildir. O dakikaya kadar…
İstediği her şeye sahip olmuş Christine için bu sıradan bir durumdur. Ama başarısı takdir görmeyen Isabelle için bu durum yıkıcıdır. Isabelle kafasında tasarladığı oyuna başlar. Bizler Isabelle’in hamlelerini izlerken aslında ne denli içten samimi ve zararsız olabileceğini en azından ifadelerinden anlarız. Yine de buradaki paradoks kişiyi ne kadar sıkarsan, çok iyi bir kalbi bile olsa işinde gösterdiği zekiliği, kıvrak bir hamle ile sana karşı kullanabildiğidir. De Palma, bu noktada hırslar ve tutkuların insanları ne denli ileriye götürebileceğini ve zeki bir kadının iyi biri olsa dahi yoldan çıkıp bu zekasını bir silah gibi kullanabileceğini göstermiş. Birbiri ardına gelen oyunlar, Christine’in bir kokteylde Isabelle’i küçük düşürmesi ve ardından Isabelle’in hamleleri… Hepsi bir satranç hamlesi gibi zekice yapılan hareketler aslında köke indiğimizde insan doğasının hırsları uğruna vahşi bir hayvana dönüşebildiğinin zeki göstergeleridir.
Christine’in gönül eğlendirdiği ve maddi açıdan Christine’e bağımlı olan Dirk (Paul Anderson)’de bu oyundan nasibini alacaktır. Ortada bir piyon gibi dolanan Dirk’in Christine’e parasal manada bağlılığı, büyük ölçüde onun kirli para işlerini aklıyor olmasından kaynaklanmaktadır. Şayet Christine’e sırt çevirirse bu oyunların da açığa çıkacağını ve Christine’e ne kadar borçlu olacağının farkındadır. Farkında olmasa bile Christine bunu ziyadesiyle hatırlatmaktadır. Bir piyon konumuna gelen Dirk, her ne kadar Isabelle’e karşı yoğun duygular beslese de Christine’in oyununun bir parçası olarak Isabelle’e karşı büyük bir komploya dahil olacak ve Isabelle’i tamamen kaybedecektir.
Burada en çarpıcı anlardan biri kuşkusuz Christine’in ani ölümü ile ilgili kafa karıştırıcı bir hamle yapan De Palma’nın bize yaşattığı o şok durumdur. Aklımıza Christine’in kukla gibi oynattığı Dirk şüpheli gibi gelse de polis ilk şüpheliyi Christine’e tehdit mesajı yazan –ki o da Christine’in oyunudur- Isabelle olarak belirler. Isabelle hapistedir ancak oynanacak oyun daha bitmemiştir.
De Palma zeki bir senaryo ile bizleri filmin içine çekiyor. Ancak o kadar da zeki değil… Özellikle filmin bir yerinden sonra olacakları tahmin etmeye başlamak, bu hırs üçgeninde dönen taşları yerlerine koymak o kadar da zor olmuyor. Filmin türü açısından paralellik gösteren Side Effects (2013) bu gerilim dolu entrika ve bilmece olgusunu çok daha etkileyici bir biçimde sunuyor. Bu nedenle kıyas yapmak ne kadar doğru bilinmez, tür açısından beslendikleri dinamiklerin aynı olduğunu düşünürsek Side Effects’in yanında oldukça zayıf kalıyor Passion… Brian De Palma gibi bir yönetmenden daha çarpıcı bir film beklerken günümüzde sıklıkla çekilen ve orta düzeyde seyreden entrika-gerilim bazlı bir film ile karşılaşıyoruz. Vasat demek belki yanlış olur ancak orta çizgilerde seyrettiği bir gerçek. Finalinde çok da sürpriz bir son sunmayan filmin belki de tatmin etmekten uzak ve Side Effects ile arasını açan durumlardan birisi de bu olsa gerek…
Negatif yönleri olsa ve filmi orta seviyeden bir üst seviyeye taşıyamasa da usta yönetmenin elinden çıkmış bu entrika dozu yüksek gerilim filmi türü sevenler için keyifli bir seyirlik olabilir.