TÜRSAK Vakfı tarafından gerçekleştirilen 15. Randevu İstanbul Uluslararası Film Festivali bu yıl 14-20 Aralık 2012 tarihleri arasında Fransız Kültür Merkezi, Beyoğlu Cinemaximum Fitaş ve Levent Cinemaximum Kanyon’da izleyicilerine merhaba diyor. Festivalin, Öteki Sinema olarak en çok ilgimizi çeken bölümü, tabii ki Pelikül Kabuslar ismi altında, korku gerilim filmlerine ev sahipliği yapan bölüm!
“Pek çoğumuzun gece 12’den sonra görmek istemeyeceği türden, paranormal aktiviteler, yaratıklar, seri katiller, doğaüstü güçler, bu sefer saat 12’den önce, seyircinin Pelikül Kabuslar’ı olmak için hazır bekliyorlar.”
Birbirinden ilginç yedi filmin yer aldığı bölüme kısaca bir göz atalım istedik.
Grabbers / Canavarlar (2012)
Coupling severlerin yakından tanıyacağı Richard Coyle, şimdi de karşımıza buz gibi İrlanda birası kokan polis üniformasıyla, unutulmuş bir küçük adanın güvenliğinden sorumlu ama kendisi oldukça güvensiz bir tip olan polis memuru Ciarán olarak çıkıyor. Hayattan son beklentisi elini kolunu ne idüğü belirsiz bir şehir efsanesi olmaktan öte gidemeyen Canavarlar’a kaptırmak olan Ciarán’ın, başının belada olduğu içki probleminin aslında hayatını kurtaracağına inanması ise başına gelebilecek en güzel şey. Tabii, merkez emniyet müdürlüğünün başına sardığı, çaylak olduğu kadar güzel polis memuru Nolan’dan sonra. Çatlak laborant Dr. Adam’ın da yardımıyla, biraz viski, birkaç dost, güzelce bir kız, bir de ufak mahalle barının yenemeyeceği herhangi bir canavar yok dünya üzerinde.
Canavar efektinden hoşlanan B-movie severler, bu sene neredeyse dolaşmadık festival bırakmayan ve kullandığı her korku klişesini kahkahaya çevirmeyi gayet iyi beceren Canavarlar, sizin de uzun süredir görüp görebileceğiniz en sevimli kâbusunuz olacak.
Citadel / Kale (2012)
Hamile eşi bir çeşit vahşi çocuk katil grubunca gözlerinin önünde öldürüldüğünden beri, agorafobiden muzdarip Tommy, aynı çetenin hayatında daha da büyük kâbuslara yol açacağını, bu cüce katiller gözlerini küçük kızına diktiklerinde fark edecektir. Gözü açık gördüğü bu kâbus, geçmişiyle ve en çok da en büyük korkusu, her şeyin başladığı Kale’yle yüzleşmesini kaçınılmaz hale getirecektir. Hayat arkadaşınızı kaybettiğiniz bu akıl almaz çeteye karşı korumanız gereken bir de küçük bebeğiniz olunca, çevrenizdeki pek çok insanı bir avuç küçük veledin katil olabileceği gerçeğine inandırmanız olasılık dışı kalıyor. Durum böyleyken, Tommy’nin yapabileceği en akıllıca şeyse, kaçmak, kaçabileceği en uzak yere, gerekirse dört yanı çevrili bir deliğe de olsa, kaçmak.
Glasgow ve Dublin’in en gri banliyölerinde, yaşanabilecek en gerilimli hikâyeyi, olabilecek en huzursuz edici şekilde perdeye yansıtan Ciarán Foy, bu başarılı ikinci film denemesiyle, sadece korku filmleri festivallerinin takdirini kazanmakla kalmıyor, tüm gerilim severleri koltuklarından kaldırmayacak bir kâbusa davet ediyor.
The Conspiracy / Komplo (2012)
Olan biteni belgelemek adına çıktığınız bir yolculuk, belgelenen olmanızla son bulacak ise, kaydı durdurmak için ne yaparsınız? Hele de kamera sizin kontrolünüzden çıkmış ise. Kamerayı kim mi kullanabilir? Paranoyakların dahi gerçek düşmanları vardır, sizin niye olmasın?
Komplo teorilerinin peşinde iki belgeselciyi kendine başrol oyuncusu olarak seçen Christopher MacBride, bir noktada yönetmenliği bıraktığında, bu iki başrol oyuncusu da oyuncu olmaktan çıkıp kurban olacaklardır. Üretilen tüm komplo teorilerinin sahteliği peşinde sürüklenirken, en gerçeğine rastgelenler, bu kâbusa ortak olmak isteyenler, kendi komplo teorilerinizi evde bırakıp bizimkilerle tanışın.
In Their Skin (Replica) / Misafirler (2012)
Haneke’nin Ölümcül Oyunlar’ı bu akşam size misafirliğe geliyor. Sakın kapıları açmayın.
Küçük kızlarını talihsiz bir kaza sonucu kaybeden Hughes ailesi, çareyi oğullarını da alıp, banliyödeki evlerinde kafa dinlemeye ve acılarını dindirmeye çalışmakta bulur. Yüzler asık, yemekler tatsız, ilişkiler sarsıntıdadır. Tahammül sınırlarının yine oldukça düşük olduğu bir günde, kapılarında yan komşuları Miner’lar belirir ve kendilerini bir anda gerilimli bir evcilik oyununun içinde buluverirler. Aperatiflerden tatlılara doğru yaklaşılırken, Miner’lardaki komşuculuk merakı yerini anlamsız sorular, aşırı dost canlısı tavırlar, histerik kahkahalara bırakır. Bu üçlüde tuhaf bir şeyler vardır ve ta ki Miner’ların oğlu Jared, Hughes’ların oğlu Brandon’un boğazına bıçağı dayayana kadar fark edilmemiştir. Amansız kimlik savaşı böylece start alır. Miner’lar bu ailenin adeta aynadaki yansımasıdır ve onları yok etmedikleri takdirde, sadece bir yansıma olarak kalacaklardır.
Çığlık 2’den beri özlenen performansını Misafirler’de yeniden yakalayan Selma Blair, kalemi kadar kuvvetli performansıyla senaryosunun önüne geçen bir senarist-oyuncu Joshua Close varken, Hughes ailesini ele geçirmek, kolaylığı şöyle dursun, Miner’ların da kâbusu olacaktır.
Dead Mine / Ölüm Tarlası (2012)
50 yılı aşkın süredir hazine avcılarının rüyalarını süsleyen, Yamashita hazinelerinin peşinde, bu sefer de bir Amerikan avcı grubu. Endonezya’nın 2. Dünya Savaşı sonrasından beri girilmemiş kayıp topraklarında, tek çıkış yolunun, girdikleri yolun sonuna kadar gitmek olduğunu keşfedecekler. Bir labirentin içinde dönüp duran bu ekip, her köşe başında hayatlarını tehlikede hissedecek, her girdikleri çıkmazda ölümün yaklaşan nefesini enselerinde duyacaklar.
HBO Asya’nın Singapur’la ilk ortak büyük yapımı olan film, genel prodüksiyon tasarımı ve yarattığı dünya ile gerçekle kurgu arasında sıkışan ve kendi kabuslarının içinde debelenen bir grup hazine avcısını, kamerasını titretmeden izlemeyi başarıyor.
Chained / Tutsak (2012)
Korku-gerilim filmlerinin virtüözü, Vincent D’Onofrio’nun kaba Alman aksanı ve soğukkanlı oyunculuğuyla çizdiği, gündüzleri taksi şoförlüğü, geceleri ise seri katillikle uğraşan bir Bob portresi.
Bob yolcu olarak arabasına aldığı kadınları, evine götürüp, türlü işkenceler yapıp keyfini çıkardıktan sonra öldürerek cesetleri imha etmektedir. Bir gün karşısına çocuklu anne Sarah çıkar. Sarah’yı rutin işlemlerden geçirdikten sonra, ileride kendisine ‘Tavşancık’ adını takacağı, 9 yaşındaki oğlu Tim’i de kendisine çırak olarak tutar ve ona yaptırdığı ilk iş, kendi annesinin kalıntılarından kurtulmaktır. İspanyol filozof George Santayana’nın “Aileler çocuklarına deneyimlerini ve anılarını bırakırlar, çocuklar da onlara ölümsüzlüklerini bahşederler.” cümlelerinden kurulmuş hastalıklı bir baba-oğul ilişkisi çerçevesinde, Bob, Tavşancık’ı varisi olarak yetiştirir.
Sıcak olması beklenen bir ev, taklidi yapılan bir baba-oğul ilişkisi ve normalmiş gibi sürdürülen, bıçağın en keskin ucundaki bu hayat, Bob’u, daha da önemlisi Tim’i kâbus gibi bir sona doğru sürükleyecektir.
The Sleeper / Uyku Katili (2012)
5 kız, bir yurtta bir arada kalıyorlarsa ve bu yurt da ormanın derinliklerinde ıssız bir yerdeyse, bir röntgencileri olması kaçınılmazdır.Sene 1981, genre’ın gerektirdiği her unsur arka planda hazır, o asmakatlı ev, o pijama gecesi konsepti ve acı acı çalan telefon.Yurda her yeni gelen kız öğrenci yurt müdiresi için birer çömezken, aynı zamanda Uyku Katili için de yeni birer kurban adayıdırlar. Her gece aynı tonda çalan telefon, kızların her birinin yaklaşan sonlarına doğru adeta birer çağrıdır.
Yönetmenin bu ilk filmi Uyku Katili, türün en eski klişelerine sadık kalarak ortaya çıkarılan bir vintage korku ürünü. Teen slasher’dan sıkılıp yine de onsuz olamayanlar için itinayla seçildi ve kâbusunuz olmayı bekliyor.
Siz yine de siz olun, her çalan telefonu sakın açmayın.
Kaynak: http://randevuistanbul.com/
ya bırak, silin abi bu entry’i..
süper lakayıt bir organizasyon. Benden rica ettiler, korku filmleri gecesi yapıyoruz Flavio’ya çal dediler, eyvallah dedim. Aldım soundtrack listemi gittim, ortalıkta organizasyondan tek bir insan yok. Normal Asmalı kalabalığı.. millet yine electro house’unu dinliyo. Mekanın sahibiyle bu Pelikül’cüleri aradık, telefonları kapalı. Kös kös geri döndüm. Taksi parası g.tüme girdiğiyle kaldı. Bi de ertesi gün email attım, özür dilediler eksik olmasınlar ama bi yandan da ”aslında orda bizden bikaç kişi vardı” diyolar. E bravo vallahi…