Perfume The Story Of A Murderer / Koku: Bir Katilin Hikayesi (2006)

3 Temmuz 2008

blank

Patrick Süskind‘in ünlü fantastik romanı Das Parfum‘den uyarlanan Perfume’un yapım aşamasında oldukça heyecanlanmıştım. Acaba Süskind’in dünyası filmde nasıl yer bulacaktı kendine? Tom Tykwer‘ın filme aldığı roman çevrimi, ne yazık ki birçok edebiyat çevrimi film gibi aynı başarıyı yakalamaktan uzak ancak kötü bir film de değil.

Özellikle Run lola Run ve Heaven filmleri ile başarı yakalayan Alman yönetmen Tom Tykwer Perfume için yerinde bir seçim olmuş ancak Ridley Scott ve Tim Burton gibi isimlerin önceden konuşulmuş olması insanda acaba nasıl olurdu sorusunu düşündürüyor. 2006 yılına kadar yapılmış en büyük bütçeli Alman filmi olan Perfum ‘un filme alma zorluğunu Stanley Kubrick üstadın zamanında söylediği “bu hikayeyi filme almak imkansız!” sözlerinden de anlayabiliriz. Kitap Nirvana’nın Scentless Apprentice şarkısına da ilham kaynağı olmuştur.

Dikkat yoğun spoiler içermektedir:

1700’lerin Fransa’sında geçen hikayemizde oldukça farklı bir seri katil profili ile karşılaşıyoruz. Jean-Baptiste Grenouille (Ben Whishaw) kokulara karşı inanılmaz bir duyarlılığa sahiptir ancak diğer duyuları gelişmemiştir ve insan ilişkilerinde de pek başarılı değildir. Paris’in ünlü parfüm dükkanlarından birinde koku duyusu sayesinde iş bulan Grenouille kısa sürede ustası Giuseppe Baldini (Dustin Hoffman)’in tüm bilgilerini öğrenir. Sonsuz kokuyu bulmak isteyen Grenouille bunun için cinayetler işlemekten de çekinmeyecektir. Kendi kokusu olmadığını anlayan Grenouille insan gibi kokmak için herşeyi yapmaya hazırdır. Grasse’ye doğru yola çıkan Grenouille yolda ve çalıştığı yerde öldürdüğü kadınların vücut kokularını almak için bir sistem geliştirir. Böylece deneylere başlayarak sonsuz kokuyu bulmaya odaklanır. Ancak şehir halkı genç ve bakire kızların tek tek ortadan yok olmasından dolayı panik halindedirler, polis olayın kapanması için bir suçlu seçer ancak kızı Laura’nın hayatından şüphe duyan Richis (Alan Rickman)’in içi rahatlamamıştır ve o gece kızının odasına gizlice girilip öldürüldüğünü görecektir.

blank

Grenouille artık 13 cesetten aldığı kokularla amacına çok yaklaşmıştır. Çok geçmeden Grenouille yakalanır ve darağacının yolunu tutar. Ancak yarattığı parfümün kokusu herkese barış, sevgi ve hoşgörü getirecektir. Elinin bir hareketi ile parfümün kokusunu tüm kasabaya yayar ve bir kasaba dolusu insan aşk çığlıkları içinde sevişmeye başlar. Grenouille doğduğu Balık pazarına dönerek tüm dünyaya yarattığı kokunun gücünü göstermek ister ancak insanların kendisini değil parfümünü sevdiğini anlayınca kendi sonunu da hazırlar…

He possessed a power stronger than the power of money, or terror or death. The invincible power to command the love of mankind. There was only one thing the perfume could not do. It could not turn him into a person who could love and be loved like everyone else. So, to hell with it, he thought. To hell with the world. With the perfume, with himself

blank

(Para, terör ve ölümden çok daha mutlak bir güç yaratmıştı. İnsan sevgisini yüceltecek bir güç. Ancak parfümün yapamayacağı tek bir şey vardı. Onu herkes gibi seven ve sevilen biri yapmak. O zaman lanet olsun bu kokuya, dünyaya lanet diye düşündü. Koku ve kendi ile birlikte herşeye lanet olsun. )

Ps: Boktan çevirim için özür dilerim.

Film eleştirmenler tarafından farklı yorumlar aldı. Beğenen de oldu beğenmeyen de. Avrupa sinemalarında 100 milyon dolar gibi bir gişe başarısı kazandı ancak Amerika’da çok az salonda gösterim şansı buldu ve kısa sürede kaldırıldı.

Özellikle sondaki Orgy sahnesinin çekimi oldukça zorlu geçmiş. 750 kişinin oynadığı bu sahnenin bitirilmesi bir haftadan uzun sürmüş. Ayrıca kareografi için 150 kişilik bir dans ekibi tutulmuş. Sonuç baya hoş ancak kitaptaki gibi tam olarak neden insanlar üzerinde böyle bir etki yaptığı anlaşılamıyor filmde.

Uzun lafın kısası seri katil filmlerini seviyorsanız, Avrupa sinemasına meraklıysanız, Romanı okumak da cazip gelmiyorsa kaçırılmaması gereken bir film Perfume. Ama beğeni eşiğinizi biraz da aşağı çekmekte fayda var.

blank

blank

Masis Üşenmez

1979 İstanbul doğumlu yazar ilk sinema deneyimini Superman ve Star Wars’la yaşayıp kendini çizgi roman ve bilim kurgu dünyasına atar. 2006 yılında "Öteki Sinema" kadrosuna katılır ve sitenin gelişiminde önemli rol üstlenir. Halen Öteki Sinema'da editörlük ve Cinedergi'de yazarlık yapmaktadır.

9 Comments Leave a Reply

  1. şimdi niye her izlediğimizi okuduğumuzu gördüğümüzü yanlış yorumluyoruz we daha da sinir bozucu olanı nasıl oluyor da büyük bir özgüvenle ve ukalalıkla bu düşüncelerimizi etrafa söyuleyebiliyoruz.ama işte empati denen şey çoğumuzda olamdığı için biri bize hey bak bu konuda yanlış düşünüyon dediğinde hemen köpürüyoruz.anlaşılmaz bişey değil.ünlü! bir yazarımızın kaplumbağa terbiyecisi tablosuna götten uydurmalı bir yorum getirmesi ve kimsenin ya hoca sen ne diyon ya diye çıkışmaması da çelişki denebilecek bir toplumsal düşüncenin bir başka yönünü gösteriyo.entellektüel çürümüşlük sarmış her yanı.bakın o adam filmin sonunda yaşadığı yere geri dönüyo ama yaptığı parfümü herkesle paylasmak için değil.ölmek için gidiyo.çünkü dikkatli izlenirse önceki sahnede kadınları öldürmek yerine onlarla sevişmenin ve canlı tenlerinin yaydığı kokunun hep tadına varmanın doğru şey olduğunu görüyo.yani canlı bir varlığın sevgisini görüyo.ama parfüm yapmakla olmuyo bu iş.ama belliki iş işten geçmiş oluyo.kaplumbağa terbiyecisi oryantalist bir tablodur nokta!

  2. Bana mı sinirlendiniz anlamadım, kaplumbağa terbiyecisinin konumuz ile ilgisi nedir? Baktım bişe mi demişim diye o da yok. Biraz daha açık olursanız sevinirim. Teşekkürler.

  3. yanlış anlamayın sizinle alakalı değil.amaaan boşverin.sadece bir iki kitaba sinirlendim.pardon.by

  4. kubrick gibi bir dahinin bile uyarlamaya cesaret edemediği hatta bu kitap uyarlanamaz dediği bir eser uyarlaması var karşımızda. benim takıldığım nokta ise biraz farklı. bence kitabın uyarlanması en zor olan kısmı giriş bölümündeki atmosferi oluşturmaktı. öyle ya buram buram lağım kokusunu izleyiciye nasıl geçireceksin? daha doğuştan burnuyla dünyayı keşfettiğini ekrandan nasıl aksettireceksin? sen sıraat köprüsünü geç, ayağın cennet toprağına bastıktan sonra takıl ve ateş çukuruna düş. kubrick i kıskandıracak mükemmellikte bir giriş sahnesinden sonra neyi amaçladığını, ne çekeceğini unutmuş bir yönetmen seyretmeye başlıyoruz. damağımızda kalan tat ( burnumuzda kalan koku demek daha doğru olur ) filmin uzun süresine yetmiyor. bir kaşık daha bal çalmasını bekliyorsunuz olmuyor. gereksiz uzamalar ve tekrarlara mağlup olup kabul edilebilir bir finalle son buluyor.

  5. tamam herkez övüyor fakat ben bu filmi izleyemiyorum
    konyada bulamadım bu filmi
    internettende 10 dk. izleyebiliyorum
    bu filmi izlemenin formulünü bilenvarsa bana göndersin lütfenn
    çok merak ediyorum bu filmi

  6. selam keles, biz otekisinema olarak buradan reklamini yapmak istemiyoruz ancak “torrent” yoluyla burdaki filmlerin nerdeyse tamamina ulasabilirsin.

  7. Sinemaya zor adapte edilen bir roman.Yönetmenin yaptığı cesaret işi.Ama o denli çarpıcı başlayan filmin adet bir orji sahnesi gibi bitirilmesi bende hayalkırıklığı yarattı.Gerilimin bir an bile düşmediği sahnelerden sonra insan daha çarpıcı bir final bekliyor.Filmin ilk 10 dakikası 19.yy Parisini o kadar güzel vermiş ki finalde de bunu bekliyoruz.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Kült Filmler Zamanı: The Hourglass Sanatorium (1973)

Wojciech J. Has imzalı The Hourglass Sanatorium (1973), tam bir
blank

Død snø / Dead Snow (2009)

Ein! Zwei! Die! Öngörüleri güçlü bir adam değilim ama bana