Son derece kendine mahsus, misli görülmemiş, garip ve sürreal bir korku sineması örneği olan Phantasm (1979), ”kült film” deyince akla ilk gelen düşük bütçeli filmlerden biri desek herhalde abartmış olmayız. Film, birçok listede gelmiş geçmiş en ünlü korku filmlerinden biri olarak kabul ediliyor. Ne kadarı gerçek, ne kadarı rüya, ne kadarı iyi, ne kadarı kötü belli olmayan, izleyicinin aklını allak bullak eden bir film Phantasm.
Hiç bir gişe kaygısı taşımadan, sadece büyük bir tutku ile çekilmiş olan Phantasm’ın, 300.000 dolarlık mikro bütçesinin sınırlarını aşmadan, yönetmen Don Coscarelli’nin her şeyi kendi istediği gibi yaptığı, adeta at koşturduğu bir hikâyesi var. Filmin konusu evlere şenlik. Neyin ne olduğunu sorgulamak seyirciye pek bir şey kazandırmıyor. Kötü (acayip diyelim) oyunculuklar ve yine acayip efektler, acayip makyajlar ve türlü çok acayip detaylarla dolu olan bu absürd filmde zaten konunun da pek bir önemi de kalmıyor. Küçük bir çocuk, bir dondurmacı gitarist, korkunç görünüşlü uzun bir cenaze levazımatçısı, kaybolan naaşların esrarı, uçarak insanların alnına yapışıp beyinlerini delen parlak küçük küreler ve başka boyuta açılan kapılar… Phantasm’ın dünyasına hoşgeldiniz…
Phantasm’ı zamanında izlemiş olanlardan değilim maalesef. Ancak üniversite yıllarımda bir arkadaşımın ‘dur bak sana bir sahne izleticem’ deyip o meşhur havada uçan parlak kürelerin adamın birinin beynini deldiği sahneyi izletmesiyle tanıştım Phantasm’la. Filmin bu kadar saçma ama aynı zamanda bu kadar mahşeri ölçekte bir dehşet anlatıyor olmasından büyülenmiştim. Tipik bir ”Alacakaranlık Kuşağı” havasında başlayan hikâye bir ara bilim-kurguya döner gibi oluyor ve gittikçe iyice bir ”öcü” hikâyesine dönüşüyor. Evet, filmin uçan katil küreleriyle beraber en önemli detayı bu öcü karekteri; yani cenaze levazımatçısı uzun adam; orijinal ismiyle ”The Tall Man” …
Phantasm’ın ”Uzun Adam”ı oldukça gizemli bir karakter. Uzun Adam, tam da küçük bir çocuğun hakkında hiçbir şey bilmemesine rağmen ondan yine de çok korkacağı bir havaya sahip. Freddy ve Michael Myers gibi doğaüstü ”öcü”ler ile birçok ortak yönü olan, her hareketiyle sadece korkutmayı hedefleyen bir varlık Uzun Adam.
Aslında zaten bütün film, küçük bir erkek çocuğunun hayal gücünde canlandırdığı ve kendi oyuncak adamlarıyla oynarken kurduğu bir korku hikâyesini andırıyor. Andırmaktan öte, belki de bütün film zaten böyle bir hayalden, böyle bir fanteziden ibaret. Filmin bu fanteziden ibaret düşsel havası içinde gerçekleşen olaylar, Elm Sokağı’ndaki çocukların Freddy Kruger’dan çektiklerine de çok benziyor.
Filmin yazarı, yönetmeni ve yapımcısı Don Coscarelli, Phantasm’ı sadece hafta sonları kiraladığı ekipmanlarla çekmeyi başarmış çocuksu bir dahi. Phantasm’ın yapılış hikâyesi Coscarelli’nin çocukken gördüğü bir rüyaya dayanıyor. Coscarelli, rüyasında, hiç bitmeyen bir koridorda uçarak kendisini takip eden parlak bir küreden kaçtığını anlatıyor.
Phantasm’ın harika sonu, filmin kâbus niteliğini daha da perçinliyor ve filme bir bütünlük kazandırıyor. Zaten filmin ismi de bu fantastik öğeyi, bu kâbusu tanımlıyor. Coscarelli, Edgar Allan Poe’nun sık sık hikâyelerinde kullandığı ‘Phantasm’ kelimesini filmine isim olarak seçiyor.
(Bu arada çok enteresan, saçma ve bir o kadar da keyifli bir not: Filmin Türkçe ismi ”Manyak”)
Ancak devam filmlerinde işin bu kadarla sınırlı olmadığını görüyoruz. Phantasm’ı izleyip sevenler için kesinlikle Phantasm’ın devam filmlerini de çok tavsiye ediyorum. Devam filmleri de ilk film gibi oldukça düşük bütçeli filmler. Ancak hikâye kesinlikle yerinde saymıyor. Yerinde saymak şöyle bir dursun, olaylar geliştikçe anlıyoruz ki Uzun Adam, belki Freddy Kruger’dan bile daha da yok edilemez bir tehdit teşkil ediyor.
Devam filmlerini daha da harika kılan esas unsur, Uzun Adam’ın devam filmlerinde giderek bütün dünyayı fethederek, olayın post-apokaliptik (mahşer-sonrası) bir düzeye ulaşması! İlk filmdeki küçük bir kasabada yaşayan kendi halinde iki gencin, gitgide Mad Max’vari birer karakter hale geldiği bu post-apokaliptik dünya, gerçekle mahşer arasında sıkışıp kalmış bambaşka bir âlem… Phantasm bambaşka…
Geçtiğimiz senelerde, Phantasm filmlerinin 4’ünün birden parlak metal bir küre içinde, özel ”DVD box set” kutusunda satışa çıkarılması, Phantasm’ın ne kadar ‘kült’ bir statüye ulaştığının da bir göstergesi…
İnanması güç olabilir ama yıllar yıllar önce Kanal 6’da izledim bu filmi. Hem de öyle makaslanmış versiyonu falan da değil. Kanal 6 kapandı gitti, Phantasm’a olan sevgim yıllar oldu geçmedi. Tutkulu bir sinemacının neler yapabileceğinin en güzel örneklerinden. Bu Don Coscarelli arkadaşın coştuğu, Elvis ve JFK’yi lanetli bir mumya ile kapıştırdığı Bubba Ho-tep’te mutlaka izlenmeli.
Tabii ki abartmış olmayız. Küçükken beni en çok etkileyen filmlerden biriydi. Hele o uçan küreler yok mu, resmen görür görmez aşık olmuştum. Ne kadar dahiyane bir fikir.
Phantasm II’yi sinemada izlemiş ve tema müziği ile güçlenen atmosferinden çok etkilenmiştim. Bu çok yerinde bir yazı oldu. Can’a çok teşekkürler.
Devam filmlerini beğenmedim, yalnız ilk film için kült olduğu söyleniyor, buna katılıyorum. Phantasm’in (içinde bazı komik sahneler olsa da) cidden kendine özgü ve etkileyici bir film olduğunu düşünüyorum, bunda Exorcist vari müziğinin de etkisi büyük.
Filmin yazarı, yönetmeni ve yapımcısı Don Coscarelli, Phantasm’ı sadece hafta sonları kiraladığı ekipmanlarla çekmeyi başarmış çocuksu bir dahi. Phantasm’ın yapılış hikâyesi Coscarelli’nin çocukken gördüğü bir rüyaya dayanıyor. Coscarelli, rüyasında, hiç bitmeyen bir koridorda uçarak kendisini takip eden parlak bir küreden kaçtığını anlatıyor.
Phantasm’ın harika sonu, filmin kâbus niteliğini daha da perçinliyor ve filme bir bütünlük kazandırıyor. Zaten filmin ismi de bu fantastik öğeyi, bu kâbusu tanımlıyor. Coscarelli, Edgar Allan Poe’nun sık sık hikâyelerinde kullandığı ‘Phantasm’ kelimesini filmine isim olarak seçiyor.
Film çekmek isteyenler için çok önemli bilgiler bunlar.