Pınar Okan: ‘Gitmek istemiyorlar ama gitmeye mecbur kalacaklarını biliyorlar’

11 Ağustos 2022

Pınar Okan’ın Sıradan Birkaç Gün belgeselini izledikten sonra; bitmekte olan köy yaşamının izlerini kovalamadaki becerisini ve bunu çocukların duyguları üzerinden yapmasını çok anlamlı buldum. Şehirler cazibe merkezi gibi dursa da asıl cazibe alanı köyler, kasabalar. Keşke devlet politikaları da bu yönde olsa ve orada yaşayan çocuklar köyde mi şehirde mi yaşamalıyım ikilemi yaşamadan, topraklarına özgürce sahip çıkma duygusunu yaşasa… Pınar Okan farklı bölgelerde yaşayan çocukların izlerini farklı mevsimlerde sürerek başarılı bir iş ortaya koymuş.

Öteki Sinema için söyleşen: Banu Bozdemir

Öncelikle seni biraz tanıyabilir miyiz Pınar?

blankAnkara’da doğdum. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünden mezunum. 2004-2011 yılları arasında pek çok belgesel projesinde yönetmen yardımcısı, ikinci yönetmen ve metin yazarı olarak çalıştım. 2012’den beri TRT’de yönetmen ve yapımcı olarak belgesel filmler yapıyorum.

Belgesellerinin ortak bir özelliği var mı desem, konu, tarz, anlatım olarak neler söylemek istersin?

Belgeselciler olarak hep gerçek hikayelerin peşindeyiz kuşkusuz ama önemli olan bu hikayeleri nasıl anlattığınız. O zaman işin içine sizin kişisel yolculuğunuz, deneyimleriniz, izlediklerinizden ve okuduklarınızdan biriktirdikleriniz giriyor. Yönetmenin kendine ait bir tarzının, yaklaşımının olması gerekli ve önemli bence. Bu üslup planlayarak değil, kendiliğinden ortaya çıkıyor zaten. Ben genelde köy ve kasaba yaşamına ilgi duyuyorum. Bu yaşama dair ilişkiler ve detaylar şehirde alışık olduğumuzdan çok farklı. Alışması, anlaması çoğu zaman zor oluyor. Benim de kendi yaklaşımımı kurarken en önem verdiğim şeylerden biri, konuyu ve hikayeyi saptadıktan sonra filme dair bir duygu belirlemek ve bunun peşinden gitmek.

Sıradan Birkaç Gün sanki Daha Güzel Bir Hayat’ın öncesi gibi, kalan yaşlılara değil de geride kalan çocuklara bakıyor. Çocuk kısmını düşünmek gerçekten de iyi ve farklı olmuş… Senin fikrin neydi bu iki belgeseli çekerken?

blankMaalesef Türkiye’de köy yaşamı artık yavaş yavaş bitiyor. Üretim giderek daralıyor. Köylünün üretimden kopması, yerli üretimin giderek azalması ülkemizin en büyük sorunlarından biri bence. Bunun sonuçları sadece ekonomik değil, sosyolojik olarak da büyük çatlaklara sebep oluyor. Bu konu hep konuşulur, tartışılır ama köylerde kalan son kuşak üzerinden bunu anlatmak daha etkili olur diye düşündüm. Bu çocuklar gündelik küçük hayallerle büyüyor. Gelecekleri belirsiz; bir tarafta hayatın giderek zorlaştığı ve yoksullaştığı köyler; diğer tarafta karmaşık dev şehirler. Bu şehirler köylerinden hiç çıkmamış çocuklar için uzak ve kokutucu. Çocuklar büyüklere göre elbette daha dürüst. Kaygılarını, hayallerini, umutsuzluklarını bizimle paylaştılar. Hem de büyüklerin hiç kurmayacağı cümleleri kurarak.

Olaylarda sizin yönlendirmeniz oldu mu? Mesela abinin gelmesine ya da Karadeniz’deki kızın şehirli arkadaşının gelmesine etki etmek gibi… Önünüze ne çıktıysa onu mu konuştunuz? Biraz da belgeselcinin nasıl bir yol çizdiğini anlatmak için soruyorum bu soruları…

Önümüze çıkanı çekerek bir film oluşturmak mümkün değil bence. Filme dair bir dizaynımız olmadan çekime başlamıyoruz. Çekim öncesinde yaptığım gözlemlere, karakterlerle yaptığım uzun sohbetlere dayanarak bir senaryo oluşturuyorum. Bu tabii ki bir kurmaca film senaryosu gibi değil. Karakterleri, bizim konuyu ele alış şeklimize ve üslubumuza hizmet eder hale getiriyor. Bunu etki etmek olarak değil de , “seçmek” olarak tanımlayabilirim. Abinin ya da şehirli çocuğun gelmesine etki etmedik. Onlar zaten geleceklerdi ama aralarındaki sohbetlerin tamamını çekmek yerine bizim için önem taşıyan kısımlarını çektik. Belgesel gerçek hikayeleri, gerçek insanları gösterir ama kuşkusuz bu gösterdiği gerçeğin tamamı değil, yönetmenin istediği ve belirlediği kadarıdır. Tabii ki kafamıza göre gerçeği değiştiremeyiz. Uyduramayız. O bambaşka bir şey.

Farklı bölgelerden, farklı mevsimlerde ve farklı ruh hallerindeki çocukları çekmişsin. Onları bulmak, kamera önünde kendilerini, duygularını tüm olağanlığıyla anlatmalarını sağlamak nasıl oldu?

Açıkçası süreç boyunca en zorlandığım konu bu oldu. Önceliğim hala aile üretimi içinde yer alan çocuklara ulaşmaktı; yani ailesiyle birlikte tarlada çalışan, hayvan bakan, dolayısıyla köy koşullarını çok iyi bilen, gelecekte kendisini nasıl zorlukların beklediğinin farkında olan çocuklar. Köy nüfusları bu kadar azalmışken ve köyler artık neredeyse tamamen yaşlılara bırakılmışken, bu çocuklara ulaşmak çok zor oldu. Köy çocukları şehirdekilerden çok farklı. İletişim kurabilmek çok daha zor. Onları ve ailelerini ikna etmek, kameraya alıştırmak çok uzun bir süreçti. Bazı çekimler günler sürdü. Vazgeçtiğimiz zamanlar oldu ama bu zorluklar aşıldıktan sonra, tüm içtenlikleriyle hikayelerini bizimle paylaştılar.

blank

Çocukların kaygıları, özlem ve istekleri o kadar güzel yansıyor ki… Sanki hep kalmakla gitmek arasında bir çizgide yaşıyorlar. Bu gerilim bütün köylü, kasabalı çocuklarda var mı?

Benim gördüğüm kadarıyla evet. Hepsinde var. İşin en üzücü kısmı kalmak artık bir seçenek bile değil. Çocuklar köy yaşamına dair tüm zorlukları, açmazları görerek ve ailelerinden, her gün daha çok büyüyen sıkıntıları dinleyerek büyüyorlar. Gitmek istemiyorlar ama gitmeye mecbur kalacaklarını biliyorlar.

Mesela anne oğluna burada kalma, git doktor ol, mühendis ol diyor ya… Belki de köylüler gerçekten de zor işler yapıyorlar, bir lokomotif üstleniyorlar. Özellikle de son yıllarda yanlış tarım ve hayvan politikaları onları şehre zorluyor. Ama bilmiyorlar ki şehirler çoktan bitmiş. Burada bir kısırdöngü var, onu çocuklar üzerinden iyi anlattığını düşünüyorum. Sen neler söylemek istersin?

Köyde yaşam gerçekten çok ağır. İyi bir gelirinizin olması lazım ki bu şartlar dayanılır hale gelsin. Maalesef bu gelir giderek azalıyor. Özellikle küçük üretici için hayat çok zor. Şehre geldiklerinde de çok daha farklı zorluklarla yüz yüze kalıyorlar ve bana sorarsanız çoğunun koşulları köylerindekinden bile kötü. Evet, bu tam bir kısırdöngü. Tam da bu yüzden son yıllarda geri dönüşler başladı. Şehir hayatından bıkanlar, yüzünü tekrar köylere döndü. Ben bu geri dönüşlerin artmasını ve en azından büyükşehrin “moda” olmaktan çıkmasını umuyorum.

Baba kızına bisiklet alıyor ve şehirli arkadaşıyla aralarındaki fark ya da açılım tamamlanmış mı oluyor? Ve kızın o bisikletle köpeği ve sevdiği ağacın yanına gitmesi aslında sürdüğümüz ve sürdürmek istediğimiz yolu gösteren bir işaret gibi… Ben öyle algıladım, öyle mi algılamalıyız?

Henüz kendi kasabasının dışına çıkmamış olan Halide için bisiklet “şehirli” bir şey. Şehirden gelen arkadaşında gördüğü, özendiği, aslında onun yaşadığı yere çok da uygun olmayan bir “oyuncak”. Aslında uzaktaki şehirden bir parça. Bisikletine kavuştuktan sonra şehre daha yakın ve tabii ki Ahmet’le (İstanbul’dan gelen arkadaşı ) eşit artık. Ağacın altında köpeğiyle otururken gelecekte o köyde yaşamayacağını düşünüyor. Kurduğu hayaller de buna göre. Ama gittiği şehirde altında oturacağı bir ağacı olmayacağını henüz bilmiyor tabii. Seyirci bunu biliyor. Bizi duygulandıran şey tam da bu aslında.

blank

Belgesel büyük bir prodüksiyon gibi duruyor, arkada büyük bir ekip var gibi. Bunun avantajları neler oldu ve belgesel ne kadar zamanda tamamlandı?

Aslında büyür bir prodüksiyon sayılmaz. Çekim ekibi olarak sahada 4 kişiydik. Daha kalabalık olmak böyle işlerde doğru değil bence. Zaten insanlara kendinizi alıştırmak, onların hayatlarına girmek çok zor. Kalabalıkken bu hiç mümkün olmaz. Belgesel bir senede tamamlandı. Farklı bölgelerde yaşayan 4 çocuğu, 4 farklı mevsimde çektik.

Ülkemizdeki festivallerle ilgili düşüncelerini merak ettim, katılıp gözlemleme imkanın olmuştur mutlaka…

Ülkemizdeki büyük festivallerin hepsine katılma şansım oldu. Şahane organizasyonlar ama maalesef belgesel her zaman biraz “dışarda”. Gösterimler daha küçük, çoğu zaman sinema salonu olmayan mekanlarda yapılıyor. Festivaller filmler konusunda risk almaktan da ısrarla kaçınıyor. Bu kuşkusuz belgesel filmlere olan ilginin azlığından ama özellikle bol seyircili festivallerin bu konuda öncü olmaları gerektiğini düşünüyorum. Özellikle bağımsız çalışan belgeselciler için, bu festivaller seyirci ile buluşabildikleri yegane platformlar. Her şeye rağmen belgesele destek veren, salonlarında belgesele yer açan festivallerin çoğalmasını diliyorum.

Bundan sonra çekmek istediğin konu nedir, yine bu tarz doğadan uzaklaşan insanı çekmek mi niyetin?

Ardımızda bıraktıklarımız, yitip gidenler, küçük kasabalar, köyler, terk edilmiş araziler, evler… Bunlar hep bana etkileyici geliyor ama ortaya çıkan genelde “umutsuzluk” öyküleri oluyor. Pandemi hayatımızda çok şeyi değiştirdi. Ben artık farklı hikayeler anlatmak gerek diye düşünüyorum. Yüzümüzü güldüren, içimizi umutla dolduran ama bu ne kadar mümkün olur bilemiyorum tabii.

blank

Banu Bozdemir

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu... Sinema yazarlığına Klaket dergisiyle adım attı, Milliyet Sanat muhabirliği yaptı. Skytürk TV’de sinema, sanat ve "Sevgilim İstanbul" programlarında yapımcı, sunucu ve yönetmenlik yaptı. TRT için Bakış isimli bir kısa film çekti. Yayınlanmış yirminin üzerinde çocuk kitabı var. Halen cinedergi.com’un editörü, beyazperde.com ve Öteki Sinema yazarı.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Hikmet Kerem Özcan: ‘Devasa tüketme partisi bir yerde bitecek’

Helak ve Son Dizesiz Şiirler belgeseliyle dikkat çeken Hikmet Kerem
blank

İpek Efe: ‘Erkek filmleri festivali ne kadar saçma geliyorsa kadın filmleri festivali de o kadar saçma aslında…’

Da Capo kadın filmleri festvalinde karşımıza çıktı daha çok, İpek