“Şişmanlattığını biliyorum, ama derisini yemeye bayılıyorum…”

poultrygeist_xlg1Yüksek okulda sevgiliyken yolları mezarlıkta yaşadıkları ilk cinsel deneyimleriyle ayrılan Arbie (Jason Yachanin) ve Wendy (Kate Graham) bir tavuk restoranının açılışında karşılaşırlar. Et yemeyi, üstelik işgal edilmiş Kızılderi topraklarında fast-food için tavukların katledilmesini ve tabii ki dev şirketleri protesto eden bir grup içinde yer alan Wendy lezbiyen olmuştur. Wndy’nin sevgilisi Micki’nin (Allyson Sereboff) aşağılaması sonucu Arbie tepki olarak restoranda çalışmaya karar verir. Restoran içinde Arbie ile beraber Meksikalı ve gay Paco Bell (Khalid Rivera), yarım akıllı ve sapkın Carl Jr. (Caleb Emerson), üzerinde bombalar taşıyan Müslüman kadın Humas (Rose Ghavami). restoran müdürü militarist ve siyah Denny (Joshua Olatunde) ve restoran müdürü General Lee Roy (Robin Watkins) bulunmaktadır. Kızılderili ruhların lanetlediği bir kutu yumurtanın restorana dağılması ile önüne geçilemeyen bir hastalık hızla yayılmaya başlar…

Troma yaklaşık  otuz yıldır filmler üreten bağımsız bir firma. Fakat bu bağımsızlık bizim festival meraklılarının bayıldığı türden değil. (Bağımsız film kavramının giderek bizde ki bir dönem özgün müzik kavramından farkının kalmadığını düşünmüyorum.) Troma kapsamında çekilmiş filmler arasında, her ne kadar çoğunu ‘sevimli’ (!) de bulsam, adamakıllı beğendiğim filmler Toxic Avenger ve Monster In The Closet ile sınırlı. İlginçtir, şu ana kadar çekilmiş süper kahraman filmleri arasında çocukluğum nedeniyle Superman, Michelle Pfeifer haliyle Kedi Kız ve garibanlığı ile Toxie tek sevdiğim kahramanlardır. (Gerçi Toxie’nin süperliği şüpheli ama ben ona bu sıfatı vermekte sakınca görmüyorum). Bunun dışında, belki video filmi estetiğinden, belki çenesi düşüklüğünden, belki Lloyd Kaufman’ın kendisinden Troma filmlerini seviyorum ama pek de seyretmiyorum.
2008 yılında sınırlı da olsa gösterim şansı bulan Poultrygeist ise seyircileri bıçak gibi ikiye bölen şimdiden kült olmuş bir film. Ki hem sevene hem de nefret edene hak vermek mümkün. Sınırlı gösterim demişken, gösterime girdiği hafta Speed Racer’ın seyircisini ikiye katlamış, o ayrı.

On küsur yıldır korku sinemasının olmazı haline gelmiş usturayla çizilmiş bedenli kızlar, insanı sinir edecek kadar yakışıklı erkekler, filmin sonunda meğersem neymişler, komiklik olsun diye yakın dönem popüler filmlere göndermeler, gözümüzün damarlarına kadar işlemiş MTV kurgusu bu filmde yok.Ama bunların dışında Kaufman’ın filmlerinin çenesi düşüklüğü de dahil her türlü iğrençlik bu filmde bol keseden mevcut.

mikki_wendy_arbie_fantasy21

Bu arada film Lloyd Kaufman’ın kendisinin açıkladığı haliyle Takashi Miike’nin Katakuri-Ke No Kôfuku’na saygı duruşunda bulunan yarı bir müzikal. Müzikalleden hazzedemeyen biri olarak (Moulin Rouge’de her parçada gerim gerim gerildiğimi söylersem anlarsınız) tür olarak popstar tarzı ile yetmişlerin Hair gibi müzikalleri arasında gidip gelen şarkıları pek eğlenceli buldum. Bu arada oyuncuların çok büyük bir çoğunluğu profesyonel değil. Olanların da filmografileri bir kaç filmle sınırlı. Lloyd Kaufman ve Ron Jeremy (!) hariç tabii… Fakat oyuncuların eğlendiği o kadar belli ki oyuncuları iyi ya da kötü diye nitelendirmek elimden gelmiyor.

Bu kısım alt okumaya bayılanlar için:

speechless1Aslında bu filmde alt okuma, gönderme falan yok. Lloyd Kaufman senaryosunda her şeyi olabildiğince açıklığıyla söyletmiş. İşte bu açıklık da filmin en tartışılır yönünü oluşturuyor. Öyle ki Müslüman, Yahudi, asker, patron, işçi, protestocu, eşcinsel, düzcinsel, üretici, tüketici hangi topluluğa yakın olursanız olun sizi nefret ettirecek veya güldürecek bir şeyler var. Kendisi ve gariban çift dahil kimseyi kayırmadan hem haklarını koruyor hem de şişten geçiriyor. Kaufman tıpkı diğer filmlerinde olduğu gibi kaybedenleri, arada kaynayanları çok sevdiğini gösteriyor. Üstelik bunu yaparken karakterlerine fast-food restoran isimlerini vermekte sakınca görmüyor. Tabii ki bunu ciddiye almayanlar çok olacaktır ama en azından 2008 yılı içinde izlediğim az lafını sakınmayan filmlerden biri bence.

Bu kısım kan-meraklıları için:

Filmin ilk beş dakikasındaki sevişme sahnesine, veya yine ilk dakikalardaki tuvalet kısmına katlanamazsanız hiç devamına girişmeyin derim. Biliyorsunuz, Peter Jackson’ın Braindead’inin (filmin finalinde) en çok et ve kan kullanılan film ünvanı var. Fakat bu filmde o et ve kanın yanında bol bol ‘alttan-üstten’ vücut ürünleri, rengarenk, ama renklerin en iğrenç tonunda puding-jöle karışımı fıskiyeler her köşe başında bekliyor.

Sinema için bir utanç mı, yoksa tartışmalı bir klasik mi siz karar verin.

lk_ow_my_nose1Not #1: Sinema dergisinde en zor izlenen filmlerle ilgili bir tanıtım yapmışlar, bu filmler arasında bulunan Bloodsucking Freaks’i sevenin ancak hasta ruhlu olabileceğini yazmışlardı. Filmin hasta ediciliğine kısmen katılmakla beraber çok da sevdiğimi söylemeliyim. Ve bu sevgimin altında kadınlardan nefret veya sadizm-mazoşizm gibi meziyetler yatmıyor. Ne alaka diyeceksiniz. Bloodsucking Freaks’i video piyasasına sunan firma Troma. Bu filmi de ne kadar sevdiğimi hesaba katarsanız, Sinema dergisi haklı mı ne? :)

Not #2: Scary Movie’den beri bir süredir her yıl bir ya da bir kaç adet, üstelik hepsi aynı ekipten çıkma, şu tuvalet mizahı denilen filmler sinemalara uğruyor. Epic Movie, Meet The Spartans ve Disaster Movie ise şimdiden en kötüler listelerinde yer almış durumdalar. Bu filmlerde bazen anlık sizi gülümseten espriler olabiliyor. Fakat o kadar yaratıcılıktan, özgünlükten, samimiyetten veya üzerinde uğraşılmışlıktan uzaklar ki güldüğünüze utanabiliyorsunuz. Yani ben utandım.  Temizlenmemiş tuvaletin kendisi sayılabilecek Poultrygeist’den ise tek şikayet edeceğim gülmekten kaynaklanan karın ağrısı.

Midenizi kaldırmaması dileğiyle. Mümkünse…

Troma ve Trash filmlerle ilgili ayrıntılı bir yazıya bu linkten ulaşabilirsiniz.

QUATTRO MOSCHE

blank

Misafir Koltuğu

Öteki Sinema ekibine henüz katılmamış ya da başka sitelerde yazan dostlarımız her fırsatta harika yazılarla sitemize destek veriyor. Size de okuması ve paylaşması kalıyor...

1 Comment Bir yanıt yazın

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

İblis’in Sermayesi: The Corporation (2003)

Joel Bakan’ın aynı isimli kitabından uyarlanan The Corporation, şirket kavramının
blank

A Few Hours of Spring / Bir Yudum Bahar (2012)

Hayat vedalardan ibarettir. Bu hakikati çarpıcı bir şekilde yüzümüze vuran