Prometheus 2012 yılı mahsulü Ridley Scott tarafından yönetilmiş olan ABD yapımı bir film.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca
Şunu en baştan rahatlıkla söyleyebilirim ki Scott, çok başarılı bir reklam kampanyası sayesinde çığ gibi büyüyen beklentilerin altında görsel anlamda kesinlikle ezilmiyor ve hayranlarına nihayet Alien ve Blade Runner gibi işlerine yakın duran bir bilim kurgu şöleni armağan ediyor. Ama karakterlere yeterli zaman ayrılmadığı için senaryonun akışında ufak tefek aksilikler de olmuyor değil. Ancak içinde bir parça ‘fikir’ barındıran biraz ‘zeki’ bir yapıma öylesine hasret kalmışız ki kendi adıma bu aksilikleri seve seve görmezden gelmeyi tercih edenlerdenim.
Prometheus, üzerinde uzun süre tartışılacağı kesin bir sahneyle açılır. Uzayın derinliklerdeki bir gezegende keşiş kıyafetine benzer giysisi içinde, kireç beyazı tenli, bol kaslı, iri bir insanı andıran uzaylı elindeki küçük kutuyu açar, kutunun içindekini içer ve anında parçalanarak yok olur. DNA’sı üzerinde bulunduğu gezegene karışır.
Gizemli giriş bölümünün ardından yoğun reklam kampanyasına maruz kalmış her bünyenin üç aşağı beş yukarı ezberlediği kısma geçilir. 2089 yılında Elizabeth Shaw (Noomi Rapace) ve Charlie Holloway (Logan Marshall-Green) önderliğindeki bir grup bilim insanı İskoçya’nın kuzeyine düşen Skye Adası’nda yaptıkları kazıda insanlığın başlangıcına ait önemli ipuçları içeren bir keşif yaparlar. Buldukları binlerce yıllık mağara resimleri ile daha önce dünyanın dört bir tarafında keşfedilen diğer örnekleri birleştirerek ortaya bir uzay haritası çıkartırlar. Bütün bulgular çok uzaklardaki bir gezegeni işaret etmektedir.
İnsanlığın başlangıcına ait cevapların gizli olduğunu düşündükleri gezegene gitmek için gerekli finansmanı Peter Weyland’a (Guy Pearce) ait Weyland Endüstri adındaki özel şirket karşılamayı kabul eder. Shaw ve Holloway dışında şirket üst düzey yöneticilerinden, buz gibi soğuk, katı kuralları olan acımasız Meredith Vickers (Charlize Theron), son teknoloji ürünü bir robot David (Michael Fassbender), purosu ve babacan tavırlarıyla dikkat çeken fedakar kaptan Janek’in de (Idris Elba) dahil olduğu kalabalık bir ekip kurulur. Birbirlerini tanımaya fırsat bulamayan ekip Prometheus isimli uzay gemisi ile yola çıkar.
David dışındaki bütün mürettebatın uyuduğu yolculuk yaklaşık iki yıl sürer. Sonunda hedeflerine varıp gezegene inerler. İnsanlığın başlangıcına ait önemli bir keşfin arifesindeymiş gibi görünmelerine rağmen ekipteki herkesin amacı aynı değildir.
Prometheus dedikoduları ortalıkta dolaşmaya başladığından beri herkesin kafasında ortak tek bir soru vardı: bu film Alien öncesini mi anlatacak? Hemen cevap verelim, hem evet, hem hayır. Evet, hikaye Alien evreninde geçiyor ve zaman olarak Alien öncesine denk düşüyor. Hatta Alien sonrası kafalarda oluşan ve bugüne kadar cevaplanmamış birkaç soruya yanıt da veriyor. Mesela artık Space Jockey (yoksa artık Engineer mı desek?) kimdir, nedir tam olarak bilmesek bile ne olabileceği hakkında fikirlerimiz var. Aynı şey Derelict Ship için de geçerli. Öte yandan da hayır, Prometheus bambaşka bir hikayenin peşine takılıyor ve Alien mevzusu hikayenin içinde geçen önemli yan konulardan bir tanesi haline dönüşüyor. Prometheus, devam filminin kapısını sonuna kadar açık tutan bir final ile nihayetleniyor. Hatta final kısmı ikiye bölünüyor bile diyebiliriz, bir tanesi Alien serisi ile aşina olduğumuz hikayeye bağlanırken, diğeri olası bir devam filmini müjdeliyor gibi.
Herkes uyurken David’in gemide tek başına nasıl vakit geçirdiğini gösteren bölümleri sevmemek mümkün değil. David, o nasıl bitmek tükenmek bilmez bir öğrenme açlığıysa ekiptekilerin rüyaları dahil her şeyi çocuksu bir merakla karıştırıyor. Bu kısımlar Moon (2009) ya da 2001: A Space Odyssey (1968) lezzetinde bir tekinsizliğin de habercisi sanki. Nasıl ekiptekiler kendi yaratıcıları ile ilgili sorularının cevaplarını bulmak umuduyla uzayın uzak köşelerine gidiyorsa, David de kendi yaratıcısı olan insanlarla ilgili problemlerini çözmek için kendine has yöntemlerle kurguladığı bir planı uyguluyor. İnsanlık ulaştığı üst düzey teknoloji sayesinde duygulardan arınmış, kusursuz bir robot yarattığını sanarken, aslında bir türlü çözemediği yaratılış sorununa dair bütün defoları David’e aktardığının farkında değil.
İnanç meselesi her bilim kurgunun olmazsa olmaz yapı taşlarından biri. Prometheus bu meseleyi ön plana çıkardığı iki karakter üzerinden vermeyi deniyor. Beraber çalışan ve aynı zamanda sevgili olan iki bilim insanı Shaw ve Holloway iki zıt kutbu temsil ediyor. Shaw boynundan çıkarmadığı haçlı kolyesi ile inançlı tarafın sözcülüğünü yaparken Holloway tipik bir şüpheci karakter çizgisinde. Shaw ve David arasında geçen haçlı kolyenin el değiştirmesi meselesi de bu minvalde David’in yaratıcısına olan isyanı şeklinde yorumlanabilir. Prometheus her iki tarafı da memnun edecek dengeli bir dağılım ile meseleye merkezden bakmayı tercih ediyor.
Şu aralar ‘anlık değişen’ ülke gündeminin ana başlıklarından biri malumunuz kürtaj. Filmde inanılmaz sert bir kürtaj sahnesi var. Shaw kendinden önceki (aslında kronolojik olarak sonraki) kahraman Ripley gibi bir yaratık doğurmaya hiç niyetinin olmadığını açık seçik gösteriyor. Kimbilir, Scott belki de bizlere bir mesaj göndermek istemiş olabilir.
Noomi Rapace, Charlize Theron ve Michael Fassbender üst düzey performansları ile öne çıkan isimler. Idris Elba ve harika makyajı ile tanınmayacak haldeki Guy Pearce kısıtlı sürelerine rağmen iz bırakan oyunculukları ile özel olarak anılmayı hak ediyor. Filmin en büyük sorununun karakterleri yeterince tanıtamamak olduğunu düşünüyorum. Özellikle yan karakterler sadece birer isimden ibaret. Bu durum seyircinin karakterlerin ölümleri sırasında tepkisiz kalmasına yol açıyor. Dolayısıyla ölümler sonrasında üzülmesi ya da ‘bu adam ölmeyi hak etmişti’ tadında rahatlaması engellenmiş oluyor. Ben kendi adıma Sean Harris tarafından canlandırılan Fifield ile kaptan Janek’in yardımcılarını daha çok tanımak isterdim.
İşin görsel kısmına gelecek olursak Scott’ın gene parmak ısırtacak bir işe imza attığının altını çizmek lazım. Filme ismini veren Prometheus uzay gemisinin tasarımı muhteşem. Bazı sahneler görsel açıdan o kadar kusursuz ki görüntüyü dondurup dakikalarca seyretme isteği uyandırıyor. Gözden kaçan ayrıntıları inceleme isteği de cabası.
Sonsöz: Prometheus uyandırdığı ‘tam olmamışlık’ hissine rağmen harikulade bir deneyim. Hikaye ‘azılı’ Alien hayranlarını bütünüyle tatmin etmeyecekse bile seriye mesafeli izleyici için az bulunur bir nimet değerinde. Mutlaka görülmeli. Eğer imkanınız varsa IMAX 3D olarak izlemenizi tavsiye ederim. Prometheus, IMAX’in hakkını veren nadir örneklerden biri.
Filmi uzun süredir bekliyordum ama malesef türkiyede imax te izleyemeyiz filmi çünkü imaxe ne hikmetse çıkmadı.
Filme dair okuduğum en dolu sinekritkti! Ellerine sağlık üstad kızılca :)
İlk gün izleyenlerdenim.Yavaş yavaş tırmanan bir gerilim ve tekinsiz bir atmosfer.Sürekleyici;ama yine de beklenileni vermekten uzak.Hele önceki Alien filmleriyle karşılaştırıldığında.Daha önce de Soctt’ın startını verdiği ’79 yapımı ilk Alien filmiyle güçlü bir paralellik kuruluyor Prometheus’ta.Ancak usta yönetmen Ridley Scott’ın hikayeye,bu efsanevi seriye dönmesi beklentileri fazla yükseltmişti filmin haberi yapıldığından beri.Senaryo ise Lost’un senaristlerinin imzasını taşımasına rağmen acele yazılmışa benziyor,bazı mantık hatalarından dem vurulabilir.Ve bu kesinlikle hikayeden değil;senaryodan kaynaklanmakta.Öte yandan Ripley karakteriyle hayranlık uyandıran Sigorney Weaver’dan sonra Noomi Rapace’da kendini izlettiriyor ve kesinlikle bu hikayeye yakıştığını söylemek mümkün.Filmdeki sezaryen sahnesinin,en az Noomi’nin orjinal Ejderha Dövmeli Kız filmindeki rahatsız edici tecavüz sahnesi kadar akıllara kazındığı ve kolay kolay unutulmayacağa benzediğini söylemek mümkün.Kadrodaki diğer isimlerden sözedecek olursak,soğuk nevale olarak izlediğimiz Charlize Theron’da başarılı.Ancak en iyi oyunculuk hiç kuşkusuz biyo-robot David’i oynayan Michael Fassbender’dan geliyor.David,ilk filmdeki Ash ile ikinci filmdeki Bishop arasında.Yani kötü olduğu kadar iyi,iyi olduğu kadar da kötü denebilir.Güvenilmez;ama bazen de güvenilesi.3D olarak ise film hiç ama hiç doyurucu değil.3D izlemezseniz de birşey kaybetmezsiniz onun için.Sonuç olarak filmimiz kötü değil elbette.Ama yönetmen koltuğunda Ridley Scott oturunca,bir de bu Alien ile paralel bir film olunca ister istemez beklenti yüksek oluyor ve Prometheus bu büyük beklentiyi maalesef boşa çıkırıyor.Bir de filmin nedeni anlayamadığım ve garipsediğim bir biçimde pek muhafazakar söylemleri çok ama çok eğreti duruyor böyle bir hikayede.Kahramanımız Elizabeth’in inancını sorgulamasını beklediğimiz bir sahne de,en alakasız yerde haçım nerede diye sorması,sürekli bir haç muhabbetinin dönmesi falan.Gereksiz çok gereksiz.Unutmadan,konu uzaylılar olur da Amerikalılar dünyayı kurtarmaya çalışmaz mı,bu klişe Prometheus’ta da ihmal edilmemiş.İzleyiceklere tavsiyem,beklentilerini düşük tutmaları.Filmin alt-metni öyle daha önce bahsi geçmemiş konular değil;hep tartışılan şeyler.Bu açıdan da sıradan aslında.
Bir de Ridley Scott gibi usta bir yönetmen uzun bir süre sonra tekrar bilim-kurgu türüne döndü diye sevin-ki bir de bu efsanevi Alien sersi olsun-ama gel gör ki sonuç yeterince tatmin edemesin.Devamı nasıl olur,yönetmen değişikliği olur mu-Alien’daki gibi-bilinmez;ama yine de ilk film beklenilen altında kalmış olsa da ikincisine veya üçüncüsüne kayıtsız kalacağımı pek sanmam.
Öncelikle Alien filmlerini seven birisi olarak hatırlatmakta yarar görüyorum – ki bu noktayı Ridley Scott da film vizyona girmeden önce defalarca belirtti- Prometheus doğrudan Alien filmleriyle bağlantılı bir senaryoya sahip değil. Alien hikayesini de içine alan çok daha geniş bir senaryo.
Yıllardır Ridley Scott kadar serinin takipçilerinin de kafasında soru işareti olarak kalan noktaları aydınlatmak üzere yola çıkılmış, bambaşka, çok daha zengin bir senaryoya dönüşmüş bir hikaye var ortada. Film hikayeyi alıp sadece merak edilen sorulara cevap vererek izleyiciyi tatmin etmek gibi bir şeyi kendine dert etmiyor, aynı zamanda onlarca yeni sorunun da kafaları kurcalamasına yol açıyor, ki ben filmin en başarılı noktası olarak bunu görüyorum. Zaten görsel muhteşemliğinden ve oyunculuklardan bahsetmeye gerek yok.
Space jockey ve Derelict Ship bilinmeyenlerine, hatta Alien’ın bir biyolojik silah olup olmadığına getirdiği yanıtlarla bile seyircisini hem şaşırtıyor hem de bana göre fazlasıyla tatmin ediyor. Şunu unutmayalım ki, 1 hafta öncesine kadar Space jockey’i bir gezegene Alien yumurtalatıyla saldırmak yada şekil vermek üzere yola çıkmış ancak kendi silahıyla vurulmuş bir av olarak görüyorduk. Zaten ilk iki filmde olaylar LV 426’da geçiyordu, Prometheus’un araştırdığı gezegen LV 223, yani biz bu filmin sonunda henüz ilk filme bağlanmadık.
Şahsen yıllarca düşünsem Space Jockey’i insanoğlunun varoluş kaynağı yada dünyada hayatın başlangıcını sağlayan ırk olarak düşünmezdim. Prometheus senaryosuyla Alien’ın bilerek “üretilmiş” bir canlı olmadığını da gözler önüne seriyor. Ne olduğunu bilmediğimiz bir sıvı, bir böcek, sonrasında insan ve nihayet bir Space Jockey DNA’larıyla evrilen Alien daha henüz filmin sonunda karşımıza çıktı ki ilk filmden itibaren kanlı canlı başımıza bela olan yaratığımızla aynı forma henüz kavuşmadı.
Ve ben ilk kez bir filmin açık açık söylemese de arkası yarın demesinden hiç gocunmadım. Tersine hikaye havanda su dövmek yerine daha da genişlesin, ama mümkünse yine Ridley Scott’ın elinden…
@232324: Spoiler olur diye söyleyemediğim her şeyi söylemişsiniz. Ben de sizinle tamamen aynı fikirdeyim. Hala LV-426’ya düşen(!) geminin oraya neden ve nasıl ulaştığını bilmiyoruz.
Gelelim ’79 yapımı Alien’daki Xenomorph’un burdakiyle benzerliğine. Benim tahminim LV-223’e bir şekilde gelen Engineerlar sizin de bahsettiğiniz (tesadüfi) zincirleme evrim sonrası ortaya çıkan yaratığın mükemmelliğine hayran kaldılar ve bundan sonraki üretimlerinde prototip olarak kullandılar.
maalesef Murat Kızılca’nin incelemesine katiyen katilmiyorum. beklentilerimi dusurerek gittigim bir filmdi ama iyici dusurmek gerekiyormus.
ridley scott teyzelerin göbekleriyle ,hanım kızlarımızın koca aramak uğruna şıkı şıkkıdığı oynadığı veletlerin sağa sola koşuştuğu yurdum düğünlerini beta camle bile çekse izlerim diyen biriyim.ancak iş alien gibi bir filmin öncülü olduğunu iddia eden bir proje olunca büyük umutlar ile izleyip boyumun ölçüsünü aldığım bir oldu.yazıda belirtildiği gibi scott ın 10 yıldır çektiği kof projelerine bakıldığı zaman bu film bulunmaz nimet görsel efektler çok güzel bu filmi alien ile kıyaslayıp izlemeseydim daha başka olurdu benim için neyse genede gladyotorden beri çektiği en dişe dokunur film bir bilim kurgu filmi olarak ayrı değerlendirildiği zaman ise gayet başarılı.
sonuna kadar katıldığım bir inceleme.
hayatımda görmediğim kadar saçma eleştirilere maruz kaldı bu güzelim film. “bu niye böyle oldu”, “şu soru niye cevaplanmadı” “burasını anlamadım ben” diye film eleştirilir mi arkadaş? ki bunlar en normalleri daha neler neler yazıyorlar. sinirim bozulmasın diye yorum morum okumuyorum artık. nasıl “her millet layık olduğu gibi yönetilir” diye bir laf var ya bizim toplum da akasya durağına layık hacı başka da bir şey demiyorum.
@Murat Kızılca: buyur buradan yak:
– düşürülmemiş beklenti: alien, blade runner, district 9, children of men kalitesinde başyapıt.
– düşürülmüş beklenti: cgi dolu, alien (1979) atmosferinden uzak bir yapıt.
– damon lindelof senaryoyu yazdırmaları hata olmuş. hikaye fazla dallı budaklı ve gereğinden çok “gizem”lerini bulunduruyor. alien’ın olayı -daha önce de dediğim gibi bu başlıkta- hiçbir zaman mistik, twistli senaryo olmadı. tam tersine b film senaryosundan uyarlanmıştı. ama hayvan gibi icra ve yönetmenlik sayesinde böyle kral bir film çıkabilmişti…tee 1979’da. keşke bu yönde gidilseydi.
– karakte gelişimi 0. hiçbirine önem vermiyorsunuz, kendinizi özdeşleştiremiyorsunuz. zaten sayıları da haddinden fazla. bir tek idris elba’nın kaptan karakterine biraz ısınabildik, ki o da diğerlerinden biraz daha insanca davrandığı içindi.
– charlize theron olmasaymış da olurmuş. ne hikayeye katkısı var ne bişey. sovyet komisarı gibi gezindi durdu etrafta.
– bay weyland’ı sırf viral videoda yer aldı diye guy pearce’a oynatmak zorunda mıydınız (normal yaşlı biri oynayaydı)? hadi oynattınız, makyajı bu kadar kolpa yapmasaydınız.
– yapılmak istenen ne? bu bir sci-fi horror mu? sadece sci-fi mı? janr ne?
– sci-fi horror ise (biz bunu bekliyorduk) sınıfta kalınılmış. atmosfer ve ambiyanstan sadece ufak kırıntılar var, devamlılık yok. gavurun tabiriyle tension build-up hiç yok.
– cgi cgi cgi ve daha fazla cgi. engineer base’teki kimi kullanımı iyiydi (duvar/sıvı efektleri ve space jockey hologramları falan). ama o holografik harita olayı neydi yahu? bitmek bilmedi, gereksizce devam etti. sanki “burasını 3d için çektik, bari paranızın hakkını versin” tadındaydı (filmi 2d izledim).
– sonda hemen gaza gelen yallah tazyik “eller havaya huoop huoop” tarzı kamikaze olayı neydi allaasen. benim bildiğim weyland çalışanları nostromo’daki gibi “lan paramızı alabilecez mi?” diye soran, senin benim gibi adamlardı. çık çık çık.
– noomi rapace’ın “kürtaj” sahnesinden sonra hiçkimse (noomi dahil) de demedi ki “aga n’ooluyo burda?”. karı ahtopotu abort etti ondan sonra dört nala bay weyland ile beraber base’e gitti. lan kimsenin de ruhu duymaz mı? hadi duymadı, boydan boya karnı yarılmış zımbayla amanet kapatılmış noomi nasıl koşabiliyor? koşmayı bırak nasıl yürüyebiliyor? wtf.
– sondaki “elyın” neydi? ha?! sana sorarım ridley scott? hani “bu filmde esamesi bile okunmuacak, çok fazla kullanılmış bir figür” diyen sen değil miydin?
– tek umudum r. scott’ın adamakıllı stüdyo baskısı olmadan bir bluray release etmesidir (kallavi director’s cut). o zaman görecez ak kara.
neyse negatif şeyleri daha say say bitmez. bunaldım yahu. lan filme space jockey’in (engineer) olayını anlamak için gittik, apış aramıza aduket çekildi/ devam filmine kapı aralandı (daha çok $$$$ evvet daha çok $$$$$ hmpfsssss. hollywood.). cevaptan çok sorularla doluydu film. benim cevabını aldığım:
alien’dan zaten space jockey’in biyolojik silah taşıyan bombardıman gemisinin kaptanı olduğunu biliyorduk. buraya kadar tamam. fakat aslında bunlar dünyaya gelip insanları yaratmışlar (ilk baştaki dna sahnesi). sonra gel zaman git zaman, space jockey ırkı “böyle işi” deyip insanlığı yoketmek istiyor. neden lan? neden? neden başarısız bir deneyiz biz? cevap yok. evet, filmden aldığım tek ve tek cevap bu ki o da ne kadar tatmin edici size bırakıyorum. gelelim diğer suallere:
– elektrik verilen space jockey kafası neden patlıyor? tamam enfekte de neden?
– köfte dudaklı tom hardy’ye david neden kara sıvıdan içiriyor? sonra neden sualsiz herifi yakıyorlar? sırf noomi’yi hamile bıraksın diye mi. eşeeen, tavşanın suyunun suyu.
– sakallı eleman neden zombi olarak geri dönüyor?
– ağzına yılanımsı elyın giren gözlüklüye ne oluyor?
– aga bu kara sıvının kaç fonksiyonu var?
– elyınımızın evreleri solucan-yılan-ahtopot-koca ahtopot-pembe dudaklı elyın olarak mı? nedir olay? what is the matrix ulaaaan?!
– tek yaşayan space jockey nasıl o kadar süre (2000 yıl!) hayatta kalmış?
– gene o space jockey neden iki kelam etmeden pata küte girişiyor? bu insan nefreti neden? karı dırdırı yüzünden mi?
– david birkaç gemi olduğunu nereden biliyor? her base’in altında bir tane olduğu varsayımından mı?
off, daraldım lan. sorular bitmez aga bu filmle alakalı.
@øæå:
Tom Hardy değil Logan Marshall-Green.
Ben daha çok Scott’ın Cameron’a selam çaktığını gördüm :)
@Ufuk: ahahha dogru yahu. yalniz o kadar cok benziyorlar ki: http://i.imgur.com/MtaCP.jpg
øæå arkadaşın yorumlarına bayıldım, zekice ve eğlenceli tespitler:) beğendim filmi ama gene beklicez yenisini 1-2 yıl daha