Kanada yapımı Pyewacket filminin ismi, Witchfinder General olarak bilinen 17. yüzyılın meşhur cadı avcısı(!) Matthew Hopkins’in yakaladığı (güya) cadılardan birinin ağır işkencelere maruz kaldıktan sonra verdiği ifadede yer alan yardımcı iblislerden birinin adından geliyor. Ortaçağ Avrupa folklorunda, rivayetlerinde ya da yerel inançlarında adı geçen yardımcı iblislerin, daha çok cadıların büyü yapmalarına yardımcı olduğuna inanılıyordu. Sıklıkla hayvan biçimine büründüğüne inanılan yardımcı iblislerin; insan suretine, insansı görünüşe sahip çeşitli biçimlere ya da daha sonradan hayaletin tanımına denk düşecek, tam olarak tanımlanamayan ama dumana benzer formlara bürünebildiğinden de bahsediliyordu.
Daha çok TV dizilerinde boy gösteren bir oyuncu olan Adam MacDonald’ın yazıp yönettiği 2014 tarihli ilk uzun metrajlı filmi (ülkemizde de Ölüm Ormanı ismiyle vizyona giren) Backcountry, kalburüstü bir doğada geçen hayatta kalma filmiydi ki bir sonraki filmini izlememiz için yeterince sebep barındırıyordu. Pyewacket, 1977 doğumlu sinemacının merakla beklediğimiz ikinci filmi.
Pyewacket, ıssız bir ormandaki yapraklarını dökmüş çıplak ağaçların arasında tekinsizce süzülen kameranın aktardığı görüntülere, bir iblisi uyandırmaya çalışan genç bir kızın kara büyü ritüeline aitmiş gibi duran sözlerinin eşlik ettiği açılış sahnesi ile başlıyor. Hemen ardından bir black metal grubunun logosuna benzer şekilde tasarlanmış filmin ismi ekranı kaplıyor, tedirgin ediyor ister istemez. Çalan okul ziliyle beraber yaşanan silkinme anıyla başlayan filmde ilk olarak metal grupları, kara büyü ve şeytan temalı ‘patch’lerle kaplı sırt çantasıyla okul koridorunda yürüyen Leah’yı görüyoruz. Kalabalık koridorda umarsızca yürüyen bir öğrencinin omuz darbesine sinirleniyor ama öfkesini içine gömüp yoluna devam ediyor.
Daha ilk sahne ile beraber Leah, yetişkinliğe giden yolda ilerleyen bir genç kız olarak henüz olgunlaşmamış, duygularını doğru dürüst ifade etmekte sıkıntı çeken, sıradan bir ergen görüntüsü çiziyor. Okulda sadece kendisi gibi büyü, kara büyü ve okültizm ile ilgilenen ve bu ilgiyi dış görünüşlerine de yansıtan üç arkadaşı; Janice, Aaron ve Rob ile beraber takılıyor. Hatta Aaron ile aralarında bir etkileşim var ama her ikisi de yeterince cesur olamadığı için bir ilişki de yaşayamıyorlar. Evde ise bambaşka bir travma yaşanıyor. Babanın ölümünden sonra derin bir keder içine gömülen anne ile genç kız, acılarını farklı yöntemlerle bastırmaya çalışıyorlar. Mrs. Reyes, bütünüyle alkole teslim olup tam bir yıkım yaşadığı için kızıyla yeterince ilgilenemiyor. Hatta ufak tefek arazları büyütüp gergin tartışmalara dönüştürüyor. Leah ise babasının ölümünden sonra okültizm ile ilgilenmeye başlıyor. Evde kalan tek ebeveynin kendi başının çaresine bile bakamaması onu sığınacak bir liman arayışına itiyor. Bir aidiyet hissi ihtiyacıyla dört kolla sarıldığı yeni ilgi alanının hayatındaki yeri, okuldaki üç arkadaşından aldığı güçle iyice sağlamlaşıyor. Bir nevi babasının belki de doldurulamayacak yerini doldurmaya çalışıyor.
Adam MacDonald, aynı ilk filminde olduğu gibi burada da ilk on dakikada başkarakteri Leah’nın yaşam alanını, sıkıntılarını, dertlerini bütün ayrıntılarıyla ortaya sermekle kalmıyor, genç kızın çevresinde bulunan ve hikâyeye hizmet edecek (zaten sayıları kısıtlı olan) bütün karakterleri de ihtiyacı giderecek ölçüde tanıtıp usulünce yerli yerine koymayı başarıyor. Geriye bir çatışma yaratıp karakterleri gerilimin yaşanacağı yere taşımak kalıyor.
*** Bundan sonraki kısım eser miktarda sürprizbozan barındırır. ***
Mrs. Reyes, eskiden “tam” bir aile oldukları evde yaşamaya devam edemeyeceğine karar veriyor ve yeni bir başlangıç yapabilmek adına yeni bir eve taşınacaklarını söylüyor. Leah, bu karara şiddetle karşı çıksa da elinden bir şey gelmiyor. Böylece anne ile genç kız arasında derin bir kopuş yaşanıyor. Zaten yeterince işlevsiz olan aile, iyice darmadağın oluyor. Bu arada Leah’nın bütün ilişkileri işlevsiz aslında. Okulda üç arkadaşı dışında kimseyle görüşmüyor, derslerle ilgilenmiyor, hatta o üç arkadaşıyla bile yeterince sağlam bağlar kurabilmeyi başaramıyor. (Bu durum hep böyle miydi, yoksa babasının ölümünden sonra mı bu hale geldi bilinmiyor.)
Anne ile genç kız, açılışta görülen ormanın hemen kenarındaki bir eve taşınıyor. Yerleşim biriminden bir hayli uzakta olan evin yakınlarında ormandan başka bir şey bulunmuyor. Bu ıssızlıkta acı içinde kıvranan iki kadının çatışması daha da şiddetleniyor ve işte tam da bu noktada korku filmlerinin ana temalarından biri devreye giriyor. Leah, sıkı takipçisi olduğu bir yazarın kitaplarından birinde gördüğü ritüeli aynen uygulayarak yazının başında bahsi geçen (ve filmle aynı adı taşıyan) yardımcı iblisi annesine zarar vermesi için çağırıyor.
Pyewacket, bundan sonraki kısımda bir ikilem yaratıyor; ya iblis gerçekten geldi ve anneye zarar verecek ya da her şey genç kızın kafasında olup bitiyor. Her iki önerme de finale kadar sağlam bir şekilde işlemeye devam ediyor. Yalnız tek bir sahne dengenin bir tarafa doğru biraz daha ağır basmasına neden oluyor ama (biraz zorlanırsa) o sahnenin de kendi için de bir açıklaması yapılabiliyor. Leah’ya gece yatısına gelen Janice, artık gece ne yaşadıysa sabahleyin evin önündeki arabanın içinde korkudan tir tir titrerken bulunuyor. Gece ne olduğundan bahsetmeyen Janice, sadece oradan uzaklaşıp eve gitmek istediğini söylüyor ve sonraki gün de okula gelmiyor. Şimdi burada iki seçenek karşımıza çıkıyor: Ya iblisle hoş olmayan bir tecrübe yaşadı ya da o da olan bitene kendisini fazlasıyla kaptırıp doğaüstü bir şeyler yaşadığına inandı. Daha öncesinde gerçekleşen diyaloglar vasıtasıyla Janice’in de evinde problemler yaşadığı biliniyor, buradan hareketle onun da benzer karmaşıklıkta bir hayat sürdüğü, Leah gibi kırılgan bir yapıya sahip olduğu ve kolaylıkla kendi yarattığı hayal dünyasına teslim olabileceği iddia edilebilir.
Uzun bir süre fazlasıyla sakin ilerleyen ağır tempolu Pyewacket, koltuğunda korkudan hoplamak zıplamak isteyen (‘jump scare’ meraklısı) kimi korkuseverlere itici gelebilir. Ancak Adam MacDonald, tür kalıplarıyla oynayarak ayakları yere sağlam basan, gerçekçi temellere oturan, her yönüyle modern bir korku filmine imza atmış. Baba figürünün ortadan kalkmasıyla ayakta kalmaya çabalayan iki kadının acıyla baş etme mücadelesini, iblis sosuyla korku türüne dâhil ederek yansıtmayı denemiş ve ortaya gerçekten çarpıcı bir iş çıkmış. Umarım üzerine koyarak ilerlediği kariyer yolculuğuna yön değiştirmeden devam eder.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca