Birleşik Krallığın, Hindistan, Pakistan ve Bangladeş’ten kurulu Hindistan Birliği’nden elini eteğini çekmesinden sonra etnik ve din temelli ayrışmalar sonucunda Pakistan 1947 yılında, Bangladeş topraklarını da içine alarak bağımsızlığını ilan etti. Kuruluş sürecinde iki ülke arasında yapılan mübadelede, ailesinin yaşadıklarından yola çıkan yönetmen Anup Singh, filminin arka planına bu yaşanan insanlık dramını yerleştiriyor. Ancak beklenenin aksine, söz konusu acıdan nemalanmayan Singh hikâyesini, gerçek ile hayal arasına sıkışmış kimlik savaşının üzerine inşa ederek, etkileyici bir masala dönüştürüyor.
Öteki Sinema için yazan: Başak Bıçak
İstanbul Film Festivali kapsamında izleme şansı elde ettiğim, Tanzanya doğumlu Sih yönetmenin The Name of a River’dan sonraki ikinci uzun metrajı olan Qissa, Umber Singh isimli bir Sihin, Pencap’ın Pakistan tarafında kalan topraklarından ayrılarak, Hindistan’a yerleşmesiyle başlıyor. Ailesiyle birlikte burada bir hayat kuran Umber, ataerkillik ve biraz da yeni hayatın verdiği güvensizlik nedeniyle erkek çocuk konusunu bir takıntı haline dönüştürüyor. Ancak üç kızdan sonra gelen dördüncü de kız olunca, Umber kaderine karşı geliyor ve kızını bir erkek gibi yetiştirmeye karar veriyor.
Bu andan itibaren öykü, önce babasının söylemlerine rağmen ablalarının ve annesinin bedeninden farklı olmadığını düşünen ve duruma anlam veremeyen küçük bir kız çocuğunun, ardından da kanamasının olması, bedeninin büyümesine rağmen, sırf babası öyle istediği için erkek olduğunu düşünen bir genç kızın kimlik bunalımına eviriliyor. Bir yanda çocuğunun bir kız olduğunu dile getiremeyen ve kocasının otoritesi altında ezilen bir anne, kardeşlerinin kendilerinden farklı olmamasına rağmen neden daha fazla ilgi ve önem gördüğünü anlayamayan ama korkularından seslerini çıkaramayan ablalar; diğer yanda ise tüm toplumsal normlara ve kaderine karşı çıkarak bencilce kızının erkek olduğunu iddia eden bir baba… Ve tüm bu karmaşa içinde, içten içe şüphe duymasına rağmen baba korkusu ve erkek egemen toplumdaki ayrıcalıkları sebebiyle erkek olduğuna inanan Kanwar…
Kanwar’ın büyümesi ve kurallar gereği bir Çingene kızı Neeli’yle evlendirilmesinden sonra ise Qissa’da ikinci perde aralanıyor. Çünkü bu ana kadar gerçekliği ön planda tutan yönetmen, bir çırpıda yönünü değiştiriyor ve hem karakteri Kanwar’ı, hem de seyircisini gerçek ile hayal arasında bırakıyor. Böylece yönetmen, iki cinsiyet arasında kalmış bir kimliğin kayboluşunu, onu bir de reel ile sürreal arasında bırakarak tamamlıyor.
Bu noktalarda filmden kopma ya da sıkılma olasılığınız yüksek olsa ve hatta birkaç sekansta bittiği hissini verip, filmin uzadığı düşüncesine kapılmanıza yol açsa da, bu gerçeküstü sekansların altında yatan sebebin hem babanın hem de kızın kaybolmalarını ifade etmesi önemini arttırıyor. Yönetmen Singh, siyasi bir olaydan yola çıkarak oluşturduğunu hikâyesini, toplumsal eleştiriler ve kimlik bunalımıyla devam ettirip, fantastik bir dünyayla nihayete erdiriyor. Sırf bu yönüyle bile Qissa, derinlikli bir film olduğunu kanıtlıyor…
Irrfhan Khan ve Tillotama Shome’nin müthiş oyunculuklarıyla etkileyiciliğini arttıran Qissa: The Tale Of A Lonely Ghost, Toronto’dan ve daha pek çok festivalden ödülle döndü. Ülkemizde gösterime girmeyeceği için böylesine çarpıcı bir filmi İstanbul Film Festivali’nde yakalamış olmak büyük şans. Kaçıranların ise, listelerine eklemelerinde fayda var…
Qissa: The Tale Of A Lonely Ghost (2013) fragman – Tıkla izle!