blank1940’ların başından 1950’lerin ortasına kadarki süreçte vampir filmleri pek revaçta değildir. Zaman, yer yer korku türüyle de iç içe geçen B-tipi ucuz bilim kurguların zamanıdır. Bilindiği üzere Soğuk Savaş döneminin en civcivli yılları yaşanmaktadır. ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki siyasi gerginliğin zirve yapması, popüler kültüre de yansır ve nükleer tehlike korkusu, dönemin gözdesi canavar filmlerinde vücut bulur. İlk başlarda vampirler, böylesi bir ortam için fazlasıyla demode bulunduğundan göz ardı edilir. Ancak gittikçe artan bilim kurgu üretimiyle sınırlar iyice genişler ve başka formlara bürünmüş vampir denebilecek kan emici varlıklar, çeşitli filmlerde yer bulmaya başlar. The Thing from Another World (1951) ve The Quatermass Xperiment (1955) gibi öncü filmler sayesinde “uzaylı vampir” şablonu şekillenmeye başlar. “Uzaylı vampir” teması, Mario Bava’nın yönettiği Planet of the Vampires (1965) ve Curtis Harrington’ın yönettiği Queen of Blood (1966) ile son halini alır. Belki Star Trek dizisinin ilk sezonunun ilk bölümü The Man Trap (1966) de bu iki filmin yanına katılabilir. Sonrası malum; sunum açısından garip sayılabilecek bu geçiş döneminin ardından vampirler, özgün formlarına daha uygun ortamlar bularak korku sinemasına eskisinden daha güçlü geri dönerler.

Girişte belirttiğim nedenlerden dolayı sinema tarihinde ayrıksı bir yerde durduğunu düşündüğüm Queen of Blood’a geçmeden önce, yönetmeni hakkında daha detaylı bilgiye sahip olmak isteyenler için ufak bir not iliştirelim. Sevdiğim yönetmenlerden biri olan Curtis Harrington’dan, daha önce Öteki Sinema’da yayınlanan bir başka Harrington filmi The Killing Kind (1973) incelemesinde uzun uzun bahsetmiştim, o yüzden burada tekrar etmeye gerek görmüyorum. İlgili bölümü okumak isteyenleri ŞURAYA alalım.

blank

“Roger Corman, bir Rus filminden ayıklayarak olağanüstü uzay gemisi görüntüleri elde etmiş. Bunları bana gösterdi, ben de oturup bu görüntülerin etrafında dönen bir senaryo yazdım. Filmi yedi buçuk günde çektik ve toplam maliyeti sadece 65 bin dolardı.” Bizzat Curtis Harrington’a ait beyana bakıldığında Queen of Blood’ın klasik Corman usulü “nasıl ucuza pahalıymış gibi duran film çekilir” yöntemiyle kotarılmış bir film olduğu kolaylıkla anlaşılır. Tabi bu eksik beyana biraz daha ek yapmak lazım gelir. Uzayda seyahat eden uzay gemisi (ya da o zamanların meşhur deyişiyle roket mi demeli), uzay üssünün genel görüntüsü veya uzay gemilerinin kalkışı gibi özel efekt gerektiren sahnelerin tamamı bahsi geçen Rus filminden olduğu gibi kesilip alınarak Harrington’ın çektiği iç mekânlarda geçen sahnelerle kolajlanır. Yalnız Harrington’ın söylediği gibi bir değil, Corman’ın Kuzey Amerika haklarını satın aldığı iki Rus filminden sahneler kullanılır; Nebo zovyot (Battle Beyond the Sun, 1959) ve Mechte navstrechu (A Dream Come True, 1963). İşin daha da kötüsü Queen of Blood’ın senaryosu da pek özgün değildir. Filmin öyküsü, A Dream Come True’nunkiyle neredeyse birebir aynıdır. İlginç bir not daha; bu film ile yine Harrington’ın yönettiği Voyage to the Prehistoric Planet (1965) sırt sırta çekilir ve bu ikinci filmde de aynı Rus filmlerinden alınmış sahneler kullanılır. Sömürü bununla da nihayetlenmez, üç yıl sonra yine Corman’ın yapımcılığında çekilen Voyage to the Planet of Prehistoric Women (Peter Bogdanovich, 1968) filminde de aynı çalıntı sahneler kullanılır. Yeşilçam üretimi fantastik filmlerde de bu tip “kes-yapıştır” veya “kopyala-çek” metoduna sıkça rastlanması, B-film piyasalarının dünyanın her yerinde benzerlikler gösterdiğinin önemli bir işaretidir.

Roger Corman, kimi yasal nedenlerden dolayı ekstra masrafa girmemek için künyede filmin yapımcısı olarak görünmez. The Killing Kind’ın senaristlerinden biri de olan George Edwards yapımcılık görevini devralır. Queen of Blood’ın oyuncu kadrosu içinse hiç çekinmeden yıldızlar geçidi tabiri kullanılabilir. İzlemekten asla sıkılmayacağımız oyunculardan biri olan John Saxon, kariyerinin henüz başındaki gencecik Dennis Hopper ve kariyerinin son demlerindeki usta Basil Rathbone ile beraber meşhur Famous Monsters of Filmland dergisinin meşhur editörü Forrest J. Ackerman, filmde irili ufaklı roller alırlar. Ama filmin asıl yıldızları Florence Marly ve Judi Meredith’dir. Özel efektler bedavaya halledildiği için, düşük bütçeye rağmen iyi oyunculara sahip, hem de korku-bilim kurgu melezi bir film çekebilmek mümkün olur.

blank

Film, çekildiği yıla göre yakın gelecekte yani 1990’da geçmektedir. O dönemde henüz Ay’a ayak basılmamıştır ama ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki uzay yarışı son sürat devam etmektedir. Bu yarışın meyvelerinin 25-30 yıl içinde alınabileceğinin ve Ay’da üs kurulacağının ya da yakın gezegenlere hiç zorlanmadan gidilebileceğinin çok da uzak bir ihtimal olarak görülmemiş olması, o zamanın ruh halini yansıtması açısından önemlidir. Bir nevi dönemin illüzyonu da denebilir.

Dünya dışı yaşam araştırmaları yapan Uluslararası Uzay Teknolojisi Enstitüsü, Güneş Sistemi’nin dışındaki bir gezegenden gelen mesaj ile ayağa kalkar. Mesaj deşifre edilir ve bilinmeyen gezegene ait bir elçinin Dünya’ya doğru yola çıktığı anlaşılır. Fakat uzay gemisi yerine gelen gelişmiş teknolojiyle üretilmiş cihazdaki video kaydı, uzay gemisinin kaza geçirerek Mars’a inmek zorunda kaldığını gösterir. Bunun üzerine yardıma gidilmesine karar verilir. Kazadan sadece bir uzaylı kurtulabilmiştir. İnsan görünümündeki uzaylıyı da yanlarına alan kurtarma ekibi, Dünya’ya doğru yola çıkar. Bütün ekibin ilgisini üzerine çeken uzaylı, konuşmaz ve herhangi bir şey yemeyi reddeder. Bir süre sonra uzaylının insan kanıyla beslendiği anlaşılır.

blank

Queen of Blood, tarif etmesi güç bir çekiciliğe sahip, her yönüyle enteresan bir film. Kolaj tekniğiyle üretilmiş ‘kitsch’ bir sanat eserini andırıyor. Rus filmlerinden alınan sahnelerin filmle organik bağ kurması adına ilk adımlar daha açılış jeneriğinde atılıyor. Jenerikte yer alan John Cline imzalı pastel tonlardaki soyut tablolar ile çalıntı sahneler arasında bir köprü kurulmaya çalışıldığı gözleniyor. Filmin yine çalıntı senaryoyla çekilen “orijinal” kısımlarında devam eden pastel tonların hâkimiyeti ile “olmamış” bir bütünlük yaratılmaya çalışılıyor (ki olası en başarılı sonucun alındığını düşünüyorum). Kes-yapıştırın doruklarına ise oyuncu kadrosundaki seçimlerin garipliği ile çıkılıyor. Son darbe de ekibin filme karşı olan tavrıyla vuruluyor. Bakın Harrington 1966’da Los Angeles Times’a verdiği röportajda ne demiş: “Tabii ki Queen of Blood’dan daha kişisel bir film yapmak isterdim ama gerekli bütçeyi bulamadım. Yine de eğlenceli bir film ve tür sineması dâhilinde bir şeyler söyleyebildiğimi düşünüyorum.” Bu açıklamadan Harrington’ın filmi çok fazla ciddiye almadığı ama elinden geleni yapmaya çalıştığı anlaşılıyor. Başrol oyuncularından John Saxon ise Ungawa! dergisine verdiği röportajda şunları söylüyor: “Filmi ciddiye aldım, en azından kamera çalışıyorken. Gerçi Dennis (Hopper) onu bile yapamadı.” Saxon çok haklı, yine her zamanki gibi sağlam bir performans ortaya koyuyor. Hakikaten Dennis Hopper’ın da yer aldığı bütün sahnelerde yüzünde garip bir gülümsemeyle, oyunculuktan uzak gayriciddi tavırlar içinde sadece takıldığı gözleniyor. Basil Rathbone’un da “böyle” bir filmde yer almaktan mutlu olmadığı birçok tanıklıktan biliniyor. Bütün film boyunca devam eden zıtlıklar kombinasyonu da filme ayrı bir lezzet katıyor. Bir yanda yapaylık ve klişe, öte yanda uzaylı vampir gibi ilginç buluşlar, bunların kenarına iliştirilmiş ucuz melodram her şeyi daha da ilginçleştiriyor. Film, kesinlikle bütünüyle memnun etmiyor ama bir yandan da gözünüzü alamıyorsunuz. İşte bütün bunların birleşiminin, büyük olasılıkla kaosun içinde kaybolmuş koca bir saçmalık olması gerekirken aksi oluyor ve artık Harrington’ın dehası mı demeli, yoksa bütün taşların tesadüfen yerine oturması mı demeli bilemiyorum ama tuhaf biçimde harika bir film ortaya çıkıyor.

Queen of Blood, bütün o kes-yapıştır çalma çırpmasına ve arak senaryosuna rağmen, Harrington’ın eklediği “uzaylı vampir” temasıyla farklı bir cazibe noktasına dönüşmüştür. Sonrasında gelen bilim kurgu-korku klasikleri Alien (Ridley Scott, 1979) ve Lifeforce (Tobe Hooper, 1985) filmlerinin de tartışmasız öncüllerinden biridir.

Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca

Queen of Blood Lobi Kartı Sergisi

Mechte navstrechu (A Dream Come True, 1963) filmini aşağıdaki linkten İngilizce altyazılı olarak izleyebilirsiniz.

Nebo zovyot (Battle Beyond the Sun, 1959) filmini aşağıdaki linkten İngilizce altyazılı olarak izleyebilirsiniz.

Queen of Blood’da (1966) yer alan ve yukarıdaki filmlerden apartılan sahnelerin filme nasıl yedirildiğini gösteren klibi aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz.

https://www.youtube.com/watch?v=Ly5lEGY_OAE

blank

Murat Kızılca

1971 İstanbul doğumlu. Aylık online sinema dergisi CineDergi ve aylık kültür sanat dergisi kargamecmua için sinema yazıları kaleme alıyor. 2008 yılından beri katkı sağladığı Öteki Sinema’da bir yandan da editörlük görevini sürdürüyor.

1 Comment Leave a Reply

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

The Divide / Mahşer Günü (2011)

The Divide, devamlı farklı gruplara bölünen, bölündükçe diğer grubu yok
blank

Bir Çocuk Sevdim Marslı Çıktı: The Space Between Us

Bu Dünyanın Dışında, naif, duygusal bir gençlik bilimkurgusu ama izleyen