“Adı Rambo’ydu. Hiç kimsenin tanımadığı, önemsemediği, sıradan biri işte…”
İlk Kan kitabının ilk satırları
İlk Kan kitabının yazarı David Morrell’le yapılan bir röportajda, karakterin adını neden Rambo koyduğu sorulduğunda şöyle cevaplamıştı: “Kitabı yazmaya başladığımda karakterin adını henüz belirlememiştim. Bir gün eşim alışverişten döndüğünde rambo elmaları almış olduğunu gördüm ve bu adı kullanmaya karar verdim.” (Rambo elması, Amerika’ya İsveç’ten göç etmiş bir çiftçinin yanında getirdiği tohumlardan ürettiği, günümüzde Amerika’ya özgü olan sarı-yeşil renkte bir elma cinsidir.) Bu elmanın adı artık dünyada; olağanüstü yetenekleri olan yenilmez bir savaşçı, Oxford sözlüğüne “son derece zorlu, agresif kişi” tanımıyla girmiş bir kelime, asker olsun olmasın dayanıklı ve güçlü kimselere verilen bir lakap ve de Sylvester Stallone’yle özdeşleşmiş bir ikon olarak biliniyor…
Joseph Campbell, tüm dünyadaki destanların aslında hemen hemen aynı izleği kullandığını kanıtladığı kitabında bir destan kahramanının yolculuğunu şu şekilde özetler: Kahraman en başta belki istemediği bir maceraya çekilir. Macerayı yaşayacağı yolculuk boyunca olağanüstü zorluklar ve düşman güçlerle karşılaşır. Bu savaşımlardan zaferle ayrılır ve sonunda ruhsal olarak daha olgunlaşmış, değişmiş ve kahramanlık payesini hak etmiş olarak geri döner. Normal bir insanın başaramayacağı zorlukların üstesinden geldiği için de tanrılaşır.
Anlatımını bir hikaye üzerinden yapan tüm sanat eserlerindeki baş karakterler de bu yolu takip ederler. İlk Kan ise, kahramanın bu yolu tamamladığı ve eve döndüğü yerden başlar. Rambo genç yaşta orduya girmiş, özel timde savaşmak üzere yetiştirilmiş, kendi istemese de Vietnam Savaşı’na gönderilmiştir. (İlk Kan’ın sonundaki müthiş çözülme sahnesinde Rambo “Savaşı ben istemedim, Vietnam’a beni siz gönderdiniz!” der.) Savaşta zorlu düşmanla çarpışmış, 59 düşman askerini öldürmüş, esir düşmüş, kurtulmuş, ülkesi savaşı kaybetmiş olsa da o görevini gereğinden öte yapmayı başarıp şeref madalyasını kazanmıştır. Ve toy delikanlı halinden evrilerek, yaşadığı büyük ruhsal değişimle eve dönmüştür. Fakat bu eve dönüş yeni bir macera döngüsünün başlangıcı olacaktır…
RAMBO’NUN YALNIZLIĞI
Jerry Goldsmith’in “Home Coming” adlı müziği eşliğinde uzaktan bize yaklaşan John Rambo, umut dolu gözlerle bu dünyada yaşayan son arkadaşını bulmaya gelmektedir. Rambo film boyunca yalnızca bu sahnede gülümser, o da arkadaşının çoktan öldüğünü öğrenmesiyle son bulur. Filmin ilerleyen bölümlerinde Albay Trautman onunla iletişim kurabilmek için timdeki arkadaşlarını sayarken, Rambo “Hepsi öldü efendim” der, “Bir tek ben kaldım.” Rambo gerçek bir yalnız kahramandır. Ailesi olarak gördüğü asker arkadaşları artık yaşamayan, sivil hayattan yeni arkadaş edinebilmek bir yana, “İyi sivil yoktur” diyecek kadar onlardan çekmiş biridir. O bu sivil dünyada ne yapacağını, nereye gideceğini bilmez halde patlamaya hazır bir bomba olarak dolaşmaktadır. Bombanın pimini çeken bahtsız kişi ise Şerif Will Teasle olur…
Rambo’nun kılık kıyafetinden bir serseri olduğuna karar veren Şerif Teasle, onu kendi eliyle uzaklaştırmak için kasaba dışına çıkarır. Oysa Rambo kötü hiç bir şey yapmamış, “sadece bir şeyler yemek istemiştir.” Ama şerif onu kasaba dışındaki köprüye götürüp bırakarak defetmek ister. Rambo gördüğü haksız muameleyi gururuna yediremez ve bir seriye dönüşecek macerayı başlatan bir kararla, kasabaya geri dönmek üzere yürümeye başlar. Teasle bunu görünce onu polise karşı gelmekle suçlayarak tutuklar. Kötü muamele karakolda kat be kat devam edince Rambo kaçar ve kendi “inanamayacağımız savaşını” başlatır.
İlk Kan bir isyan filmidir. Polis şiddetine, sırf görünüşten dolayı yapılan kötü muameleye, kurumların insanları kendi çıkarları için kullandıktan sonra bir kenara atıvermesine isyan eder Rambo. En sonda, Vietnam’daki ve sivil hayattaki savaş alanını karşılaştırıp “Orda en azından onurum vardı, birbirimizi kollardık… Milyonlar değerinde helikopter ve tank kullanıyordum ama burada araba park etmeme bile izin yok!” diyerek ağlamaya başlaması, az öncesine kadar polis ve ordu güçlerine kök söktürmüş bu eski askerin yaşadığı ruhsal yıkımı açıkça gözler önüne serer. Terk edilmiş bir çocuk gibi, ağlayacak bir omuz ararcasına sarılır Trautman’a.
Mary Shelley başyapıtı Frankenstein’da, Dr. Frankenstein’in büyük çabalarla meydana getirdiği “yaratığı” var ettikten sonra onu terk ederek bir başına bırakmasını anlatır. İlk başta bir çocuk kadar saf aynı zamanda yumuşak huylu bir varlık olan bu yaratık, tek başına hayatı ve dünyayı öğrenmeye başlar ve onu var eden babasının aslında onu terk ettiğinin ve bu korkunç dünyada bir başına bırakmış olduğunun farkına varır. Bu terk edilmenin acısı, yaratanına ve onu aralarına kabul etmeyen insanlara karşı bir nefrete dönüşür. Çünkü o korkutucu gözüktüğü için herkes tarafından dışlanmaktadır. Stallone de Rambo’yu bir Frankenstein yaratığı olarak görmüştür. Albay Samuel Trautman da Rambo’yu yaratan Dr. Frankenstein’dır. “Tanrı Rambo gibileri neden yaratır sanki?” diyen Teasel’a “Onu Tanrı yaratmadı, ben yarattım.” der. (Samuel ismi, yazarının dediği üzere Amerikan devletini ifade eden Uncle Sam isminden türetilmiştir.) Dr. Frankenstein yaratığın babası ise, Albay Trautman da Rambo’nun babasıdır, “Buraya oğlum için geldim.” Ordu onu baş belası bir Yeşil Bereli olarak yetiştirmiş ve işi bitince de terk etmiştir, savaş alanında olağanüstü değerli olan bu canavar, sivil hayatta sudan çıkmış balığa dönmüş, herkesin dışladığı bir yaratık haline gelmiştir.
Şerif Teasle’in Rambo’nun serseri görünüşü yüzünden kasabadan kapı dışarı etmeye çalışmasının nedeni de bu önyargıdır. Oysa Rambo, asker arkadaşının annesiyle konuşurken bile mahcup tavırlar sergileyen, cebinde türlü çeşit ıvır zıvır arasında fotoğraf ararken bunun için özür dileyen, iyi huylu nazik biridir. Kasabada kimseyi rahatsız etmemiş, Şerif’e de hakaretlerine rağmen tek kötü söz söylememiştir. Ama yargılayıcı gözler onu görür görmez belli bir kategoriye yerleştirmiş ve sorun yaratacak, korkulması gereken bir “öteki” ilan etmişlerdir. Rambo hayatına devam edebilmek için bir amaç, nefes alabileceği bir yer aramaktadır. Arkadaşının ölüm haberini aldıktan sonra kendini yollara vuran Rambo’nun yolu “Hope” kasabasına düşer ama ne yazık ki umduğu şeyleri yine bulamayacaktır.
Rambo filmde hep haksızlıklara uğrar. Hiçbir şey yapmadığı halde tutuklanması ve karakolda polislerden gördüğü insanlık dışı muamele kimselere kanıtlayamayacağı gerçeklerdir. Görevini kötüye kullanarak onu öldürmeye kalkan polis can verince, olayların daha çok büyümemesi için silahsız ve ellerini kaldırmış halde Şerif Teasel’a dert anlatmaya çalışır. Ama Teasel ona ateş ederek karşılık verir. Televizyon muhabiri bile helikopterden düşüp ölen polisin Rambo tarafından silahla vurulduğunu, kurtulanların da eğitim ve teçhizatları sayesinde bunu başardıklarını söyler. Ama biz gerçekleri bildiğimiz için bu haksızlıklar karşısında da yapayalnız kalmış olan Rambo’nun durumu karşısında saçımızı başımızı yolar, adaletin sağlanmasını isteriz.
EFSANENİN KODLARI
Polis ve devlet şiddetinin yol açtığı adaletsiz ve insanlık dışı olgular günümüzde de sürüp gidiyor. Görevi toplumu korumak, toplum içinde yaşanabilecek saldırı ve çatışmalarda adaleti sağlamak olan, bu şekilde de insanların, uğradıkları haksızlıklar karşısında adaletin sağlanacağına dair güven beslemeleri gereken kurumlar tam tersine adaletsizliğin kaynağı olduğunda, uygarlık adına oluşturulmuş tanımlar anlamsızlaşmaya başlar. Adalet sağlanmalıdır, bunu görevli kurumlar sağlayamıyorsa doğal olarak başkaları sağlamaya kalkacaktır. Esir kampında gördüğü işkencelerden dolayı bir korku geliştirmiş olan Rambo’nun onu sabunsuz tıraş etmeye kalkan polislere direnmesi üzerine, karakoldaki tek duyarlı polis olan Mitch “Görmüyor musunuz bu adam deli.” diyerek ona kötü muamele edilmesine karşı çıkar. Yine de, ağır bir ruhsal bunalım yaşamakta olan Rambo’nun halini dikkate almazlar. Rambo adaleti kendi sağlamak zorundadır. Bunu da kanunlara göre değil, kendi ölçütlerine göre yapacaktır. Onun ölçütü de kasabayı yerle bir etmektir. Savaş dehşetini yaşamış bir askerin daha sonra yaşadığı ruhsal çöküntüyü İlk Kan’dan daha şiddetli anlatabilen bir film yoktur. Rambo’nun içinde yaşadığı karmaşa ve çıkmazlar filme, “labirenti andıran sonu belirsiz maden ocağı tünelleri” ve en sonda “cehenneme dönen kasaba” şeklindeki görsel anlatımlarla verilmiştir.
İlk Kan kitabı daha basılmadan film hakları satılmıştı. Başrol için düşünülen sayısız aktörden sonra proje Sylvester Stallone’nin eline geldi. Daha önce kitaba daha sadık yazılmış olan senaryoda Stallone, Rambo karakterinin ve filmlerinin efsaneleşmesini sağlayacak bazı değişiklikler yaptı ve yeni sahneler ekledi. Kitaptaki karakterin vahşiliği yerine (Kitapta Rambo, Şerif Teasle dahil 16 kişiyi doğrudan kendini savunma amacı taşımadan öldürür) daha çok sevilecek ve özdeşleşilecek bir karakter yarattı. Sonraki iki devam filminde baskın olan ABD milliyetçiliğine rağmen karakterin halen sevilmesini sağlayan önemli değişikliklerdi bunlar.
Rambo karakterini olağanüstü bir duyarlılıkla canlandıran Stallone, onun savaşta yaşadığı cehennemi, savaş sonrasında normal yaşama ayak uyduramamasının ıstırabını ve gerçekten yapayalnız olmanın hüznünü gözlerinden okumamızı sağlayan bir oyun vermiştir. Bakışlarında acı ve hüznün yanında dünyaya dışardan bakabilen bir asalet de vardır. Stallone’nin karakteri algılama ve yansıtma biçimi Rambo’yu ölümsüzleştiren nedenlerin başında gelir.
Rambo efsanesi yaratılırken, onun görünür olmayan özelliklerinin sonradan öğrenilmesi çok etkili olmuştur. Karakterle ilgili bilgiler seyirciye adım adım verilerek onun gözümüzde sıradan birinden bir savaş tanrısına doğru evrilmesi sağlanır. Bu sessiz ve garip adamın aslında şeref madalyalı bir savaş kahramanı olduğunu filmin ortasında öğrendiğimizde peşindeki polisler gibi biz de şaşırırız. Tek başına polislerle dolu tam teşekküllü bir karakoldan kaçabilmiş olması, gerilla savaşı taktikleriyle ormanda polisleri birer birer keklik gibi avlamasının akıl dışılığı mantığa oturmaya başlar. Eylemleri dışında onun efsanesini oluşturan dış söylemler bu etkiyi daha da artırır. Albay Trautman, onlarca polis ve 200 ulusal muhafız askerinin aramakta olduğu Rambo’yla ilgili, “Rambo’yu sizden değil, sizi Rambo’dan kurtarmaya geldim.” der. Tüm polis teşkilatını ve ulusal güvenlik ordusunu yerin dibine batıran bu sözlere gülüp geçen Teasle’ın, onu hala dağlarda yakalama ısrarı üzerine de “Onu aramaya giderken bir şeyi unutmayın… Çok sayıda ceset torbasını.” diye tavsiyede bulunur. Rambo’nun gözümüzde tanrısallaşmasını sağlayan bu sözler onun daha sonra, yalnızca birkaç el ateş ederek tüm ulusal muhafız alayını susturması, kısılı kaldığı maden ocağından çıkmayı başarması, çaldığı askeri kamyonla kaçıp kurtulmak yerine kasabaya dönerek “Şerif’in kasabasını” başına yıkmasıyla gözümüzün önünde de kanıtlanır.
Rambo, normalde sabit bir noktaya konuşlandırılarak, idealde bir asistanla birlikte kullanılan 11 kiloluk M60 makineli tüfeğiyle etrafta fink atıp dehşet saçar, karakolu kevgire çevirir. Göğsüne sardığı kurşunlar ve elinde dev silahıyla daha sonra sayısız kez kopyalanacak ikonik bir resim oluşturmuştur. James Cameron’un sonradan Aliens’da zirveye taşıyacağı, aksiyon filmlerinde iktidarını eril güçle yansıtan karakterlerin kendinden büyük silahlar kullanması modasını başlatan filmdir İlk Kan.
Karakterin filmde efsaneleşmesi, deneme gösterimlerinde Rambo’nun öldüğü finale isyan eden seyirciler yüzünden sonunun değiştirilmesine neden olmuştu. Bu alternatif sonda Rambo Albay’dan kendini vurmasını ve yaşadığı acıyı bitirmesini ister. Onun elindeki silahın tetiğine sarılarak bunu zorla yaptırır ve cansız halde yere yığılır. Bu sahnenin son planı, İsa’nın çarmıhta öldükten sonraki halini tasvir eden bazı resim ve ikonalarda olduğu gibi Rambo’nun başı omzuna dayalı ve yüzüne nurlu bir ışık düşmüş görüntüsüdür. Böylece Rambo, İsa’nın tüm Hıristiyanlar için yaptığı gibi, ABD halkı yerine savaşın acısını yaşayıp can vermiş olur. Bu ıstırap verici depresif son zaten film boyunca gün yüzü görmemiş Rambo’yu çok sevmiş olan seyirciyi isyan ettirmiştir. Yeni son, Rambo’nun Albay Trautman tarafından götürülürken sanki saygı duruşunda gibi dizilmiş, ona şaşkınlık ve hayranlıkla bakan polislerin arasından bir tanrısal yaratık gibi geçip gitmesi şeklinde çekilmiştir.
İlk Kan filmi gösterime girdiğinde gişelerde haftalarca en üst sırada kaldı, tüm dünyada sevilen bir film olmuştu. Aksiyon sinemasında çığır açan bu filmin etkileri günümüz filmlerinde halen sürmektedir. (2012 yapımı Hunger Games’de Katniss ormanda tek başına rakiplerine karşı hazırlanırken dişi bir Rambo görürüz, 2014 yapımı John Wick’de onun aslında ölümcül bir suikastçı olduğunu bilmeyen şımarık Iosef’in bunu ölümcül şekilde öğrenmesiyle mafya dünyasında bir Rambo filmi izlemiş oluruz vb.)
RAMBO TANRILAR DÜNYASINDA
Karakter yaşadığına göre, İlk Kan’ın devamının çekilmesi de kaçınılmaz olmuştu. Seyirciler tarafından ölümüne izin verilmeyen bu kahraman artık filmlerin isimlerini de sahiplenmişti. Çünkü İlk Kan artık bir Rambo filmiydi ve devam filminin adı İlk Kan 2 değil “Rambo: İlk Kan Bölüm II” olarak belirlendi… (Rambo filmlerinden bahsederken filmlerin adları kafa karıştırabilir. 2. film “Rambo: İlk Kan Bölüm II”, 3. film “Rambo III”, dördüncü film yalnızca “Rambo” -ABD dışında John Rambo veya Rambo IV- adıyla gösterilmiştir. Yazıda bu karmaşadan kurtulmak için filmler Rambo 2-3-4 olarak anılacak.)
Rambo 2’nin ilk senaryosunu James Cameron yazmıştı. Cameron’ın senaryosu ilk filmdeki karakterin tersine oldukça konuşkan bir Rambo ortaya koyuyordu. Stallone bu senaryo üzerinde de ilk filmde olduğu gibi pek çok değişiklikler yaptı. İlk başta, karaktere sadık kalarak yine fazla konuşmayan haline geri döndürdü. Rambo günlük hayatta bir popüler mit haline gelmişti ve bunu devam filminde de sürdürmeliydi. Rambo’nun en popüler olduğu, 80’lerde çekilmiş devam filmlerini bu bakış açısıyla değerlendirmek gerekir. Rambo’nun artık kim olduğunu ve neler yapabildiğini öğrenmiştik, seyirciler filmin sonunda ölmesine izin vermeyip onu tanrısal bir üstün-asker düzeyine çıkarmış ve yüceltmişlerdi. Dolayısıyla devam filminde Rambo’nun üstün-asker olarak yer alması ve yine olanaksız bulacağımız tanrısal eylemlerde bulunması gerekiyordu. Rambo 2’nin afişlerinden birinde “No man, no law, no war can stop him” yazar. Eğer hedef kitlesinde tutucu Katolikler olmasaydı mutlaka “No God can stop him” ibaresi de olurdu. Bu yüzden Rambo 2 ve 3’te tek kişinin orduları dize getirmesini saçma bularak eleştirmek bu kapsamda anlamsız kalır. Stallone bu gerçeği görerek ilk filmin çok sevilmesini sağlayan öğeleri de kullanarak her yönden daha büyük bir film yapmaya girişti.
Mahkum olarak bir taş ocağında çalışmakta olan Rambo’nun yanına gelen Trautman, ona cezasından kurtulabileceği bir teklif getirir: Yıllar önce kaçmayı başardığı kampta esir oldukları sanılan askerleri bulmak. Rambo için reddedilmesi imkansız bir tekliftir bu. En iyi yaptığı şey olan savaşçılığa geri dönecek ve esir askerleri kurtaracaktır. Bir savaşta, çatışmada beraber yer almış asker arkadaşları, birbirlerine karşı güçlü bir bağ oluştururlar. İçlerinden biri bir nedenden dolayı cepheden ayrılmışsa bile bir an önce yine cepheye dönmeyi isteyebilir. Savaş cehennemini yaşamış birinin oraya geri dönmek istemesine başkaları anlam veremez ama o asker için cephede birlikte savaştığı arkadaşlarının yanında olmamak onlara ihanet etmek gibidir. Rambo’nun üniformasız bir asker olduğu, Rambo filmlerinin de askerlikle ilgili filmler olduğu unutulmamalıdır. Rambo filmleri bu yüzden uzun süre orduların askerlere en çok gösterdiği filmlerden olmuştur.
Rambo’nun bu teklifi kabul ettikten sonra söylediği şey filmde yapılan en önemli değişikliklerden biri sayılır: “Efendim, bu sefer kazanacak mıyız?” Bu sözle Rambo, kendini yaratıp terk etmiş olan ABD devletini ve ordusunu tekrar sahiplenmiş görünür ve sanki bu görevi başarırsa Vietnam yenilgisi telafi edilecektir. ABD halkını hemen yakalayan, film için ayrı bir heyecan duymasını sağlayan bu yaklaşım, güçlü milliyetçi etkisiyle sağcı kitleden herkesi kavrar. Filmin ortasından itibaren Rambo’nun sahiplenmeyi terk etmesine rağmen film ABD propagandası olarak akıllarda yer etmiştir. Filmi çok beğenen dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan, aynı zamanda saldırgan sağcı politikasına bir örnek olarak gördü. Konuşmalarında sık sık Rambo’dan örnekler vererek “Biz de böyle yapmalıyız” diyordu. Dünya üzerinde bir devlet başkanının, yürüttüğü politikayla bir film kahramanını özdeşleştirdiği başka örnek yoktur. Oysa filmde Amerikan kurumları ve bu kurumların başındakiler yalancı, kaypak, çıkarcı, duygusuz ve değerbilmez kimseler olarak gösterilmişti. Amerika’yı iyi olarak temsil eden yalnızca Albay Trautman ve üsteki birkaç askerdir. Hatta Amerikan devletini temsil eden Murdock’ın tüm operasyonu düzmece olarak tasarladığı, Rambo esirleri bulsa bile onları kurtarmayacağı ortaya çıkar. Murdock ve yardımcıları Rambo’yu düşmanın ortasında bırakarak ona da ihanet ederler. Rambo onu Vietnam’a taşıyacak olan uçağa binmeden önce Trautman’a, “Yalnızca size güveniyorum” der. Yani bu filmde Amerika nerdeyse hiçbir şekilde yüceltilmez. Yalnızca bir Amerikan askerinin Sovyet ve Vietnam askerlerini tek başına alt etmesi milliyetçi bir haz yaşatır. Rambo artık Amerika’yı temsil ettiği için onun düşman bir ülkeye dalması ve güçlerini yok etmesi, filmdeki aksi söylemleri kolayca örter. Bunun dışında filmdeki propaganda öğesi Sovyetler ve işbirlikçilerinin kötü olarak gösterilmesi üzerine kuruludur. Bu kötülüğün kaynağı da esirlere yapılan işkenceler ve tutuldukları korkunç ortamlardır.
GERİDE KALAN ESİRLER
Vietnam Savaşı 27 Ocak 1973’te imzalanan antlaşmayla sona erdiğinde ABD 8 yıl süren savaşta 60 bin askerini kaybetmiş durumdaydı. Antlaşmanın 2. maddesi savaş esirlerinin hemen iadesini gerektiriyordu. Bu madde uyarınca Vietnam Mart 1973’te 591 ABD askerini salıverdi. Ama Amerikan istihbaratının elindeki veriler bu sayının en az 3700 olması gerektiğini söylüyordu. Amerikan devleti konunun üzerine gitmedi ve geri kalan askerlerin esir kamplarında ölmüş olduğunu duyurdu. Devletin birkaç ay içinde değişen ve hiç de inandırıcı olmayan bu söylemi, tabi ki kayıp asker ailelerini ikna etmedi ve konu gündemde kalmaya devam etti. Rambo 2’nin senaryosu bu gerçekler üzerine kurulmuştur.
Rambo Vietnam’a, esir askerlerin varlığını kanıtlamak üzere fotoğraf çekmeye gider ama onları bulunca emirlerin dışına çıkarak içlerinden birini kurtarır. Hemen dibine gelmiş kurtarma helikopterinin onu yüzlerce Vietnam askerinin arasında bırakarak çekip gitmesi filmin en dramatik anlarından birini oluşturur. Ülkesi onu bir kez daha yüzüstü bırakmıştır. Rambo esir alındıktan sonra gösterilen işkence sahneleri de Vietnam’da esir alınmış askerlerin ifadelerinde birebir yer alan gerçekten yaşanmış zalimliklerdi. Ama Rambo artık normal bir insan olmadığından ona yapılan işkenceler boşunadır.
Rambo 2’de ilk Kan’da olduğu gibi Albay Trautman onun efsanesini “Sizin cehennem dediğiniz yere o evim der” gibi sözlerle körüklemeye devam eder. Rambo’yu düşmana terk etmiş olan Murdock’a “Büyük bir hata yapıyorsun” der, Murdock “Neymiş o hata?” diye sorunca yalnızca “Rambo…” diye cevaplar. Adından başka bir şey demesine gerek yoktur, çünkü biz Rambo’nun ne demek olduğunu bilmekteyizdir. Rambo esir tutulduğu yerde telsiz bağlantısı kurduğunda kimseyle konuşmaz, yalnızca Murdock’u ister ve ona “Murdock seni almaya geliyorum” diyerek gözdağı verir. Rambo için bu filmde intikam alınacak çok şey vardır. Birkaç günlük maceralarında yakınlık kurduğu, ona yardım eden yerel ajan Co Bao’nun kollarında can vermesinin de intikamını almalıdır. Belki, yalnızca bir gün olsun yaşamına anlam katabileceğini düşünürken bu umudunu da çamurlara gömer. Rambo’nun intikamları bir savaş tanrısına yaraşır şekilde fazlasıyla görkemli olur. Tanrısallığı irdeleyen bir başka sahne Rambo operasyona hazırlanırken gösterilir. Bu sahnede Rambo’nun Yunan tanrı heykellerini andıran vücudunun ayrıntıları yakın planlarla incelememize sunulur. Bu vücut her Rambo filminde daha da görkemli hale gelmiş, son filmde limitlerine ulaşmıştır. Başka bir ayrıntı da yılan sahnesidir. Rambo ormanda yönünü kontrol ederken arkasındaki daldan sarkan bir yılanı boynundan yakalar. Bir yılanı bu şekilde yakalamak insanüstü bir hız gerektirir.
Rambo 2 bize ayrıca Sovyetlerin kullandığı kanatlı Hind helikopterleri ve patlayıcılı oklarla da tanıştırmıştır. Rambo İlk Kan’da tek tek avlayıp yaraladığı polisler yerine bu filmde Sovyet ve Vietnam askerlerini gerçekten avlar. Bombalı oklarıyla her yeri havaya uçurur. Bunlardan birini Co Bao’nun katili olan kamp komutanı üzerinde kullanarak o güne kadar sinemadaki en vahşi ölümlerden birine yol açar. Ele geçirdiği helikopterle de kampı alevlere boğar. Rambo, helikopteri atari oynar gibi kullanarak ve hedeflerini şaşırmadan vurarak başarılı bir oyun çıkarır. Bu filmi izleyip de helikopter kullanmak istememiş pek az çocuk olsa gerektir. 1998 yapımı Son of Rambow’da, İlk Kan filmini izleyip Rambo’ya hayran olan ve kendi Rambo filmlerini çekmeye kalkan bir grup çocuğun macerası anlatılır. Rambo filmleri, 80’lerde pek çok çocuğun oyun konularından birini oluşturmuştur.
Rambo filmin sonunda tüm esirleri kurtarıp üsse geri döner. İner inmez helikopterden makineli tüfeği kaptığı gibi Murdock’un yanına koşar. Filmin başında üsteki “Rambo için var oldukları” söylenen bilgisayar ve cihazları müthiş bir gürültüyle tarayıp yok eder. Onun istediği teknolojik aletlerin yardımı değil, “ülkeleri için savaşmış diğer tüm askerlerin istediğiyle aynı şey, yani ülkelerinin de onları sevmesidir.” Murdock’un odasına dalıp onu masaya yapıştırır. “Orda başka esirler olduğunu biliyorsun, onları bul… Yoksa ben seni bulurum.” Yıllar boyunca Vietnam’ın serbest bırakmadığı ve hala yaşamakta olan esirlerin varlığıyla ilgili araştırmalar sürdü. Dönemin Ulusal Güvenlik danışmanı Henry Kissinger’ın Vietnam Dışişleri Bakanına yazdığı 1 Şubat 1973 tarihli gizli mektupta Amerikan esirleri için 3.2 milyon dolar ödemeyi önerdiği ortaya çıkmıştı. Ama bugüne kadar bu konuda hiçbir gelişme olmamıştır. Rambo’nun filmin finalinde söz verdiği üzere, geri kalan esir askerleri geri getirmeyen Murdock’u bir daha bulup bulmadığı meçhuldür.
BİR ŞANS OBJESİ: RAMBO BIÇAĞI
Bu noktada geç de olsa Rambo bıçağından bahsetmemiz gerekir. Rambo ve Co Bao korsan teknesiyle kampa doğru giderken aralarında bir konuşma geçer. Rambo, Co Bao’nun boynundaki kolyenin ne olduğunu merak eder. Co Bao kolyenin kendisine uğur getirdiğini söyleyip Rambo’ya, ona neyin uğur getirdiğini sorar. Rambo kısa bir an düşünüp kızcağıza dev bıçağını göstererek “Sanırım bu” der. Bir bıçak koleksiyoncusu olan Stallone’nin, 1982’de ünlü bıçak ustası Jimmy Lile’e özel olarak tasarlattığı Rambo bıçağı, bu tip askeri bıçakları bir anda moda haline getirmişti. Rambo filmleri, Rambo bıçağı olmadan düşünülemez. Jimmy Lile, 2. filmde daha estetik görünümlü, daha uzun ve uç kıvrımı belirgin bir bıçak tasarlamıştı. Sonraki filmlerde ise Rambo bıçaklarını Hil Gibben tasarladı. 3. filmde Rambo bıçağı daha da büyüyerek nerdeyse kısa bir kılıca dönüşmüştü. Son filmde, Rambo’nun ocakta kendi dövdüğü palanın tasarımı da Gibben’e aittir. Rambo bıçakları popülerliğini bugün de sürdürmekte ve tasarımcılarının sınırlı sayıda ürettiği replikaları inanılmaz fiyatlardan alıcı bulmaktadır.
Rambo 2, 1985’te tüm dünyada sansasyon yaratmıştı. İlk filmin kat be kat üstünde izlenerek, Stallone’nin seyircileri ne kadar doğru okumuş olduğunu da kanıtladı. Fakat film, Rambo’nun düşman hatları gerisinde terk edilmesiyle yaşadığı ihanetin, Vietnam’da terk edilmiş tüm Amerikan esirlerinin durumunu yansıtması dışında pek sinemasal anlatım çabası barındırmaz. Düz bir eğlence sunmaktan öteye geçemez. İlk Kan’da Rambo’nun yaşadığı ruhsal bunalımlar da geçmiş gibidir. Daha önce kaçtığı kampa gelmesine rağmen oradaki acı anılarıyla ilgili hiçbir şey hatırlamaz ya da etkilenmiş görünmez. Filmin bu yadırgatıcı seçimleri yanında olağanüstü görselliği, görsel efektleri, dublör çalışması ve muhteşem ses tasarımını anmak gerekir. 3. Rambo filminin yönetmeni olacak Peter MacDonald’ın yönettiği helikopter sahneleri eşsizdir.
Rambo 2’nin devasa başarısı 3. filmin ilerleyeceği yolu da belirlemişti. Stallone bir sonraki macera için yine gerçek olan bir savaş ortamını seçerek, Sovyetler’in Afganistan işgalini işlemeye karar verdi. Rambo, ikinci filmde bir tanrı-insandı, üçüncü filmde ise tanrılar üstü olacaktı.
“TANRI AFFEDER, AMA RAMBO AFFETMEZ”
Bir kez daha Rambo’yu maceraya çağıran kişi Trautman olur. Sovyetlere karşı savaşan Afgan mücahitlerine yardıma giden Trautman yanına Rambo’yu da almak ister ama Rambo sütten ağzı iki kere yanmış biri olarak bu teklifi kabul etmez. Trautman ve ekibi Afgan sınırından girer girmez yakalanır, helikopterden yüzlerine ışık tutulunca tavşan gibi kalakalırlar. Rambo’nun, askerî kardeşlik bağlarından ötürü ve artık geriye kalmış tek kimsesi olarak gördüğü Trautman’ın esir düştüğünü öğrenince harekete geçmemesi mümkün değildir. Rambo 3 yoğun şekilde Afgan insanlarını ve Sovyetlere karşı ülkelerini savunan mücahitleri öven ve yücelten sahne ve konuşmalarla doludur. Sovyetler’in ülkede yarattığı vahşet ayrıntılı olarak gösterilir.
Sovyetler Birliği Aralık 1979’da işgal etmeye giriştiği Afganistan’da İslamcı mücahitlerin ve halkın çoğunluğunun şiddetli direnişiyle karşılaştı. Asker sayısını artırmak, yoğun bombardıman yapmak gibi yöntemler işe yaramayınca 1983’ten itibaren yıldırma politikasına girişti. Bunun için de sivil halkı hedef alarak yerleşim yerlerine saldırılar düzenledi, bu saldırılarda 32 binden fazla sivil katledilmiştir. Daha da ileri gidilerek çocuklar hedef alınmış ve uçaklardan pek çok çeşitte oyuncak görünümlü bomba yerleşim yerlerine atılmıştır. Çocuklar bu renkli oyuncakları kurcaladıkları anda patlıyor, çok sayıda ölüme ve yaralanmaya yol açıyordu. Bu aşağılıkça yöntemler Rambo 3’te birebir gösterilmeyip yalnızca bahsedilmiştir. Köy baskınında kadın çocuk demeden savaşçılarla birlikte sivil halkın da öldürülmesi, filmde Rambo’nun intikam alması için uydurulmuş bir vahşet değil, tarihi gerçeklerin yansıtılmasıdır. Buna rağmen film tek yönlü bakışıyla ABD’nin komünizm tehlikesine karşı bu savaşta yoğun destek verdiği mücahitlerin yanında yer alarak, Amerikan sağcı politikasının uzantısı olmayı sürdürür.
Sovyetler tarafından esir alınmış Trautman’ı kurtarmak üzere Sovyet kalesine saldıran Rambo, kale komutanını oldukça kızdırmıştır. Trautman, Rambo’nun Spetsnaz (Sovyet Ordusunun Özel Kuvvet Birimi) komandolarıyla dolu bu kaleye yine saldıracağını söyleyince Sovyet Albay bu saçma ifadeye karşılık “Ne sanıyorsun onu, tanrı mı?” diye sorar. Trautman, Rambo’nun tanrılar üstüye terfisini ilan eder: “Tanrı affeder, ama Rambo affetmez.” Rambo oluşturduğu fantastik evrende; bu kaleye tek başına girer, Spetsnaz komandolarını öldürür, esirleri kurtarır, yara alsa bile umursamadan eylemlerini sürdürür, Afganistan mağaralarında yine komandoları bazen tek tek bazen üçer beşer avlar, helikopterler patlatır, en son bir tankla, ona tüm ağır silah gücüyle saldıran bir helikoptere gerçek anlamda dalarak yok eder. Trautman çok daha tecrübeli bir askerken ve de geldiği bu toprakları önceden iyi incelemiş olması gerekirken, filmde komutayı Rambo alır. Kaleden kaçmayı başardıklarında nereye nasıl gideceklerini, son anda düşman etraflarını sardığında ne yapacaklarını Rambo söyler.
Sonda çıkan yazıda, “filmin Afganistan’ın cesur insanlarına adandığı” belirtilir. Bu cesur insanlardan bazıları 2001 yılında İkiz Kuleler’i yıkarak terörü en dehşet haliyle Amerikan topraklarına taşımaya da cesaret edeceklerdi. Rambo’da babacan bir karakter olan köydeki birliğin başı Mesud, gerçek hayatta da mücahitlere liderlik etmiş olan Ahmed Şah Mesud’dan esinlenmişti. Mesud, Afganistan zaferinden sonra Savunma Bakanı oldu, Taliban rejimi ele geçirince bu sefer bu rejime direnen birliklere liderlik etti. Yani Rambo’nun yardım ettiği insanların Taliban olmadığı söylenebilirse de bu durum, Amerika’nın, Sovyetlerle olan savaşta desteklediği, eğittiği, üstün silahlarla donattığı pek çok Afgan mücahit birliğinin Taliban’ı oluşturmuş olduğu gerçeğini değiştirmez. Rambo 3, oluşturduğu fantastik dünyasında Sovyetlerin gerçek zalimliklerini yansıtmış olsa da serinin en açık propaganda yapan filmidir.
Filmin başında Amerikan elçiliğinde görevli Brigss, Afganistan’daki durumu anlatırken “Pek çok kişi haritada yerini bile gösteremiyor” der. Amerikan halkı haritada gösteremedikleri ve ülkelerinin de o zamana kadar doğrudan ilişkisi olmamış bu yerle ilgili bir filmi kendilerine hiç yakın görmediler. 80’lerin sonunda Sovyetlerin güç kaybetmesiyle Sovyetler Birliği-ABD ilişkileri normalleşme eğilimindeydi. Halkın Sovyetlere karşı olan tutumu da eski katılığını yitirmiş durumdaydı. Üstüne de Sovyetler, Rambo 3 gösterime girmeden 10 gün önce Afganistan’dan fiilen geri çekilmeye başlayınca film yakın tarihi anlatan bir fantazya olarak kaldı. Stallone bir söyleşisinde espriyle karışık “Rambo’yu yalnızca Gorbaçov yenebildi” demiştir. O güne kadar yapılmış en pahalı film olan Rambo 3 Amerika’da bütçesinin altında hasılat yaparak hayal kırıklığı yarattı. Rambo’yu politik mesajları için değil, yaşadığı maceralar için seven diğer ülkelerdeki seyirciler filme öncekiler gibi büyük ilgi gösterdiler. Fakat 80’lerin sonunda artık kahraman tanımı yavaş yavaş değişmekteydi, dev vücutlu tanrıların gücü yerine akıl gücüyle iş bitiren kahramanlar sahneyi devralmaya başlıyordu. Rambo ise Vietnam Savaşı’nın bunalımlar içindeki bir gazisi olmaktan Amerika’nın Soğuk Savaş’taki süper askeri olma noktasına gelmiş haldeydi. Filmin ülkesinde zarar etmesi Rambo filmlerinin sonunu getirmiş gibi gözüküyordu.
RAMBO’NUN KANLI DÖNÜŞÜ
Devam eden yıllarda Rambo’ya olan ilgi azalmadı. Filmlerin video kasetleri/DVD’leri, posterleri, Rambo bıçakları, video oyunları hala yoğun talep görüyor, yeni yeni Rambo oyuncak ve figürleri yapılıyordu. İnternetin yaygınlaşmasıyla tüm dünyadan bir araya gelmiş Rambo hayranları 3 filmden oluşan seriyle ilgili sayısız site kuruyor, filmlerin her ayrıntısını didik didik ederek anmaya devam ediyor, hayali Rambo senaryoları uydurulup Rambo’nun başka maceralarda neler yapabileceği üzerine bitmek bilmeyen tartışmalar sürüp gidiyordu. Blu-Ray teknolojisinden sonra tekrar tek tek yayınlanmış filmler, ardından box-setlerin satışları giderek artmaktaydı. Rambo popüler bir ikon olarak yalnızca ABD’de değil tüm dünyada kalplerdeki yerini koruyor; belki bir ormanda tek başına, belki bir Uzak Doğu köyünde karın tokluğuna çalışarak, belki de bir barakada gözlerden uzak bir hayat sürüyordu… Rambo, filmlerde olmasa da kendi evreninde başka destansı macera döngüleri yaşamaya devam ediyordu.
2007 yılında Rambo 4 setinden ilk fotoğraflar gelip, Cannes’da filmden 3 dakikalık bir fragman gösterildiğinde hayranlar sevinçten çılgına dönmüştü. Son filmin üzerinden tam 20 yıl geçmişti ve bu süre boyunca zaman zaman çıkan yeni Rambo filmi dedikoduları hep boş çıkmıştı. Ama şimdi 4. filmin görsellerinde Rambo tüm dünyanın kahırlarını yüklenmiş gibi bakışlarla yeniden gözler önündeydi. Üstelik fragmana bakılırsa Rambo’nun dönüşü çok kanlı olacaktı… (Rambo 4’ten bahsedilirken, çok çok daha iyi olan Director’s Cut versiyonu dikkate alınacak.)
Filmin en başında Burma’da 60 yıldır devam etmekte olan iç savaşta yaşananlarla ilgili gerçek haber görüntüleri gösterilir. Bu görüntülerde askeri rejimin Budist rahiplere, sivil halka, çocuklara yaptıkları korkunç işkenceler; toplu idamlardan vücudu yakan kimyasal silahlar kullanmaya, kafa kesmeden canlı canlı yakmaya kadar varan inanılmaz vahşet insanı dehşete düşürür. Dünyanın öbür ucunda yaşanan bu insanlık dışı olayları görünce, hemen aynılarının sınırlarımızın dibinde yaşanmakta olduğu hatıra gelecektir. Dünyada görmediğimiz, duymadığımız, bunları bilsek bile vah vah etmekten başka bir şey yapamadığımız vahşi katliamlar sürüp gidiyor. Yalnızca Uzak Doğu ve Orta Doğu’da değil günümüzde Asya’nın başka kesimleri, Afrika’nın pek çok bölgesi ve Latin Amerika’da da aynı kabuslar yaşanıyor. Tarih boyunca dünyada savaş ve vahşet yaşanmayan bir zaman dilimi yok gibidir. Rambo’nun dediği gibi “Barış yalnızca bir rastlantıdır.”
ÜLKESİ OLMAYAN ASKER
Rambo son macerasından sonra yine Tayland’a dönmüş ve burada yaşamaktadır. Onu ilk, yardımcılarıyla birlikte kırlarda kobra yılanları yakalarken görürüz. Bunları yılanlarla gösteriler yaptıran bir işletmeciye satmaktadır. Aynı zamanda ulaşım için kullandığı ve kiraladığı bir teknesi vardır. Yıllar onda fiziksel olarak daha da gelişmiş olması dışında pek bir değişiklik yapmamıştır. Hala dünyaya eski hüzünlü gözlerle bakmaktadır. Stallone, Rambo 4’te öncelikle karakterini tanrılar katından alıp “Amerikan’ın süper askeri” tanımından uzaklaştırarak, dünyaya ve insanlara inancı kalmamış yalnız kahraman düzeyine çekmiştir. Filmin tanıtımlarından birinde dış ses şöyle diyordu: “Ülkesi olmayan bir asker…”
Rambo 3’te Albay Trautman Rambo’yu, muhteşem bir sopa dövüşü sahnesinin ardından bir manastır inşaatında bulur. Onun inşaat işçisi değil, asker olduğunu söyleyerek bu gerçeği kabul etmeden iç çatışmalarının son bulmayacağını söyler. İlk Kan’da “Onu ben yarattım” demiş olan Trautman, Rambo 3’te “Seni savaş makinesi haline biz getirmedik, yalnızca bazı kısımlarını şekillendirdik” diyerek Dr. Frankenstein’lıktan istifa eder. Rambo’nun sonradan yaratılmış bir savaşçı mı yoksa doğuştan mı böyle olduğuna dair kendini bulmaya çalışırken yaşadığı iç çatışmalar 4. filmde de sürer. Burma’ya insani yardım malzemesi ulaştırmaya çalışan Amerikalı Hıristiyan misyonerler, savaş bölgesine onları götürecek kimseyi bulamayınca bunu yapabilecek tek kişi olan Rambo’ya gelirler. Ama Rambo bunu önce kabul etmez. Burma’da yaşanan vahşetin, oradaki insanlara İncil’den ayetler okuyarak ya da çocuklara oyuncak dağıtarak sona ermeyeceğini ve onları götürürse o vahşetin kurbanı olacaklarını bilmektedir. Hayatı boyunca savaşlarda bulunmuş olan bu görmüş geçirmiş asker, yılmadan onları istedikleri yere götürmesini isteyip duran misyonerlerden Sarah’a “Ölümler bir yerde durur, başka bir yerde tekrar başlar. Önemli değil, ülken için öldürüyorsundur. Ama aslında bunu isteyen ülken değil tepedeki birkaç adamdan ibarettir. Yaşlı adamlar başlatır, genç adamlar savaşır, kimse kazanmaz, aradaki herkes ölür. Ve kimse gerçeği söylemez. Tanrı bütün bunların olmasını önleyecek öyle mi?.. Hayatını boşa harcama. Ben harcadım.” der. Ona göre dünyada hiçbir şey değişmemektedir. Savaşları sona erdirmeye çalışanların hiçbir çabası da bugüne kadar işe yaramamıştır. “Hayvanlar gibiyiz. Kanımızda var. Doğal olan bu.”
Rambo tüm bu çabaların boşuna olduğunu düşünmesine rağmen Sarah’ın “Hayat kurtarmaya çalışmak, kendi hayatını boşa harcamak olmaz, değil mi?” diye sormasına karşılık, peki öyle olsun diyerek onları götürmeyi kabullenir. Yolda karşılaştıkları bir korsan teknesindeki acımasız korsanlar hepsini öldürmek üzereyken, Rambo tabancasıyla 1,5 saniyede beş korsanı da öldürerek ilk Ramboluğunu gösterir. Misyoner grup köye ulaştığında burayı hemen bir Şirinler köyüne çevirirler. Birisi etrafına topladığı köylülere İncil okumakta, biri hasta ve sakatları muayene etmekte, köyde bir bayram havası esmektedir. Az sonra ise Şirinlerin kanının ne renk aktığını öğreneceklerdir. Onların köye geldiğini öğrenmiş olan askerler, köye saldırarak herkesi korkunç şekilde öldürüp evleri ateşe verirler. Bu sahnelerin inanılmaz gerçekçi ayrıntılarla gösterilmesi şoke edici bir etki yaratır. Sarah hayat kurtarmaktan bahsederken böylece tüm köyün hayatını kaybetmesine neden olmuş olur. Onlar köydeyken Rambo dün gece öldürdüğü korsanların teknesini ateşe verir ve bıçağını da ateşe atar. Bıçağının temsil ettiği eski hayatı ve savaşlarının üzerine sünger çekmiş olur. Sarah’la olan konuşmaları onun kendi hayatıyla ilgili bazı kararlar almasını sağlamıştır. Hiçbir şeye inanmadan ve çaba göstermeden yaşamak yerine bu inancı kazanmak için denemeye devam etmek fikri baskın gelmeye başlar. Rambo, İlk Kan’da her gece gördüğünü söylediği kabuslardan birini yine görür. Bu rüyası da eski filmlerdeki sahnelerden oluşturulmuş, savaş, gördüğü işkenceler, ölümlerle ilgilidir. İlk Kan’da kullanılmayan, Rambo’nun Trautman tarafından vurulması sahnesinden kısa bir anla rüyasından uyanır. Rambo rüyasında vurulup ölür ama yeni bir kabusa uyanır. Bıçağını fırlatıp atmakla ve kendinden kaçmaya devam etmekle kurtulamayacaktır.
Rambo’nun artık, esir alınmış olan misyoner grubu kurtarmaya gitmesi kaçınılmazdır. Kendine yeni bir bıçak, daha doğrusu bir pala yapar. Eskisi gibi tek kişilik bir ordu değildir. Kurtarma işini beş kişilik bir paralı asker grubu ve asilerden biriyle yapar. Kamptan esir misyonerleri kurtarırlar ama iki grup ayrı düşer. Paralı askerlerden biri mayına basınca bir grup yakalanır. Öldürüleceklerken Rambo yetişerek bir filmde var olmuş en kanlı çarpışma sahnesini başlatır. Er Ryan’ı Kurtarmak filminin başındaki kanlı Normandiya çıkarması sahnesine rahmet okutacak olan bu bölümde savaşın korkunçluğu en saf haliyle gösterilir. Savaş alanı parçalanmış cesetlerle dolar. Stallone bu seçimle, Rambo 2 ve 3’teki çoğunluğu “temiz” ölümlerin sağladığı yapaylık yerine İlk Kan’da savaştan dönen karakterinin yaşadığı savaş stresinin nedenlerini de gerçekçi şekilde göstermiş olur.
Filmin sonunda hem Rambo, hem de misyoner grup önemli değişimler yaşarlar. Misyoner gruptan Micheal, Rambo’ya insan öldürdüğü için kızmış ve bunun yanlış olduğunu söylemişken, sonradan onun için “zorlandığında öldürmek nefes almak kadar kolay” olmuştur. Sarah da savaşın acımasızlığına tanık olarak “bir şeyleri değiştirmenin” naif çabalarla olmadığını görmüştür. Vahşete karşı kutsal kitapları bir işe yaramamıştır. Rambo da dünyaya, insanlara, kendi hayatına olan nefretinden vazgeçmiş görünür. Filmin başında, daha önce Burma’da bulunmuş olmasına rağmen savaşın gerçekte ne olduğunu görmemiş misyoner Micheal’a, vahşetin yaşandığı bir yerde silah olmadan hiçbir şey değişmeyeceğini söyler. Micheal ise dünyanın Rambo gibi düşünenler yüzünden bu halde olduğunu söyleyince onu “Fuck the world” diye cevaplar. Filmin sonunda ise bu yenilgiyi kabul etmiş pasif düşünceyi değiştirerek, kendi hayatı için umut aramaya devam etmeye karar verir. Onu İlk Kan’ın başlangıcındaki gibi sırtında çantası Amerika’ya dönmüş, babasının çiftliğine doğru giderken görürüz. Yüzünde yine belli belirsiz umutlu bir gülümseme vardır. Aslında tüm film Rambo’nun iç çatışması ve sonunda bunun üstesinden gelmesi olarak görülebilir. Burma yönetimi acımasız ve vahşi dünyayı, zulme uğrayan Karen halkı da dünyanın nefret duyulası kötülükleri altında ezilmiş olan Rambo’yu temsil eder. Bu ezilmişliği düzeltmekten artık vazgeçmiş olan Rambo, Sarah sayesinde tekrar kendi demonlarıyla savaşmaya girişir. En sondaki şiddetli çarpışmayla da onları yenmiş olur.
Rambo 4, önceki iki filmin politik yönden sağladığı kötü ünü temizlemeyi başarmıştır. Sinemasal anlatım olarak da çok daha güçlü bir filmdir. Bir Rambo filmine göre oldukça yetersiz bir bütçeyle çekilen film, Rambo’nun içsel yolculuğu üzerinde durarak karakteri hak ettiği gibi işlemeye çalışmıştır.
Rambo artık ölümsüz bir karakterdir. İlk Kan’dan 33 yıl sonra halen popülerliğini koruyor olmasının ve karakterin sevilmesinin nedenini yukarıda anlatılanlar dışında Rambo’daki evrensel olgularda aramak gerekir; dünyada yaşanan vahşet ve savaşlar karşısındaki çaresizliğimizde, hayatta uğradığımız haksızlıklar sonrası hissettiğimiz acıda, içimizde saklı olduğunu varsaydığımız olağanüstü güçlerimizi ortaya koyma fantezilerimizde, dışarı yansıtamadığımız sessiz isyanlarımızda ve en önemlisi de kaçınılmaz yalnızlığımızda… Stallone çekeceği yeni Rambo filminin adını “Rambo: Last Blood” olarak açıkladı. Bu son film olsa bile Rambo’nun modern bir destan kahramanı olarak, oluşturduğu mit içindeki yolculuğuna devam edeceği kesindir.
Ellerinize sağlık. Yazıda -ne eksik ne fazla- bu ölümsüz kahramanı biçimleyen çarkın tüm dişlileri ayrıntısıyla anlatılmış. Azılı bir Stallone fanı olarak, eklenecek neredeyse hiç birşey bulamadım desem yeri. İlk filmdeki yalnızlık hissi muazzamdır. Rambo’yu bu kadar çekici kılan ve bir dönem Reagan ve Gorbaçov’dan sonra dünyada en çok tanınan figür haline dönüştüren şeylerden biri de, Stallone’nin karaktere kanıyla canıyla ruh katması sanırım. Bunu bir daha belki sadece Rocky’de de yaptığından bu iki kahraman ölümsüz. Yükseklik korkusu olduğu halde, kayalardan atlama sahnesinde oynamaktan çekinmez. Gerçekten de gözleriyle oynar. Az konuşur ve kahramanın içindeki tarifsiz öfke, acı; gözleri ve yüzündedir. Henüz CGI diye bişeyin esamesi okunmayan yıllarda tamamen fiziksel aksiyon anlayışına dayalı yapımlar…Bugün, günümüz aksiyon sineması için Rambo III’ün başındaki sopa dövüşünü, gerçek patlama ya da helikopter sahnelerini çekebilmek epey bir beceri gerektirir…
İşte efsaneye yaraşır dört dörtlük bir inceleme. Tebrik ediyorum. Büyük keyifle okudum.