EEE ACIKTIK HALİYLE…
Gerek zombi furyasının, gerek ise klişelerinin malzemeyi tüketme noktasına geldiğini ve sık sık tekerrür çarkına takıldığını öne sürebilirsiniz… Yanlış! Garip bir biçimde “zombi konsepti” her adımda daha rahat nefes alıp, hareket kabiliyetini arttırabilen materyaller sunmaya devam ediyor bizlere. Anka kuşunun küllerinden doğuşu gibi; bu furyanın klişeleri ve anti-klişeleri, bambaşka bir fikirle kapımızı çalıp, çok daha esnek örnekler ile karşılaşmamızı sağlayabiliyor.
Peki Rammbock’un yukarıdaki tanım ile akrabalık bağı nedir mesela? Marvin Kren‘in zombi çeşitlemesini tam olarak “parodi” kategorisine sıkıştırabilmemiz mümkün mü? Eğer ki parodi kelimesi aklınıza vıcık vıcık bir komedi anlayışını getiriyorsa hayır! Fakat karakterlerinin fiziki görünüşünden, kullandıkları envai çeşit yönteme kadar Rammbock’un başarılı bir parodi örneği olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Tabi mevcut kelimenin anlamına bir kaç boncuk daha eklemek şartıyla…
60 dakikayı bulan dengeli süresi ile, doğru yönlendirilmiş bir orta metraj olan Rammbock, son bir kaç yılda beyazperdede adeta takıntı haline gelen “gerçekçilik” arayışının da baskı arasına sıkıştırılan bir örneği. Yine de doğrudan bir tabirle dile pelesenk olan mocumentary anlayışından rotasının yer yer ayrıldığını belirtmekte fayda var. Genellikle izleyiciler üzerinde farklı reaksiyonlara vesile olsa da kendine özgü bir mizah rotası çizdiğini de inkar etmek pek doğru olmaz. Elbette ki Rammbock, Shaun Of The Dead ya da Zombieland gibi “yakışıklı” bir zombi parodisi değil, sarf ettiği cümlelerin harf kalibresine ve bünyesindeki mizah dozuna bakarak onun bazı yönleri ile, Andrew Currie’nin çizgi dışında seyreden zombi parodisi Fido’ya daha yakın bulabilmemiz daha mümkün gibi geliyor. Tabi burada kıstas olarak mizahi duruşunu ön koşul olarak kabul etmek lazım diye düşünüyorum.
Yönetmen Klein’in filmi, alışveriş merkezi ya da hangarlar gibi esnek hareket kabiliyetine sahip alanlardan ziyade; dar apartman dairelerinin bulunduğu bir silsileyi mekan olarak belliyor kendisine. Kahramanlarımız da elbette Hollywood’daki örneklerde rastladığımız gibi “iş bilen” ve “iş bitiren” karizmatik kahramanlardan değiller. Denetim sağlama ya da olayları kontrol altına alıp, zombilerden saklanma işini bir rutine bağlama gibi bir amaçları da yok. Üstelik attıkları her akılsız adım sonrasında, hareket alanları daha fazla daralıyor. Önce bir apartman dairesini sığınak olarak belleyen ana karakterlerimiz sonunda yatak odasına kadar sıkışmak zorunda kalıyorlar. Zombilerin içeri girmesini engellemek adına münferit kapılar önüne konan her bir ıvır zıvır, onların biraz daha kapana kısılmasını sağlıyor.
Klein’in mizah anlayışı hiç kuşkusuz filmin bel kemiğini oluşturuyor. Örneğin bütün bu zombi istilasının ortasında kalan kahramanımız Michi, Bu arbedenin arasında kız arkadaşının çatallarını eğip bükerek kendisine cephane hazırlamaya kalkışan genci; kız arkadaşının yemek takımına zarar vermemesi konusunda uyarıyor. Zira Michi, bütün bu olanların sonrasında kız arkadaşının tekrar dairesine gelip, “yemek takımının nizamının bozulduğunu için kendisine kızacağını” öne sürüyor. Kendisine “Bütün bu karmaşa içinde kız arkadaşının gerçekten yemek takımını umursayacağını düşünüp düşünmediği” sorulduğunda ise, “hayata tutunmak için buna inanması gerektiği” cevabını vermekle yetiniyor. Diğer taraftan enfeksiyon kapan karısı ile birlikte kelimenin tam anlamıyla “ölüme atlayan” sıradışı bir karakterin de varlığı, filmi hiç kuşkusuz mat renkte bir parodi havasına büründürüyor. Fakat bu parodi, film süresinde asla karükatür bir hale gelmiyor.
Bütün bu “gerçekçilik” hissinin, aslında abzürd olmayan bir dille sunulması da Rammbock’u alışılmışın dışında bir “mocumentary” lezzeti ile buluşturuyor hiç kuşkusuz. Elbette günümüzdeki “el kamerası” yöntemini aratmayan kamera hareketleri de bu benzerliği biraz daha pekiştiren bir nitelik kazandırıyor filme.
Rammbock’un diğer önemli özelliği ise, karakterlerinin zombiler ile savaşma yöntemleri. Hemen hemen her zombi filminin olmazsa olmazı olan “varılmaya çalışılan güvenli bölge” klişesi burada da mevcut. Fakat kahramanlarımızın bu mücadelesine alışılmış silahlar hizmet etmiyor. Örneğin sapanla atılan bükülmüş çatal başlarını “hınzır birer silah” olarak kabul edebilirsiniz fakat kahramanlarımızın adeta kurtuluşunu simgeleyen fotoğraf makinesi flaşını kesinlikle ayrı bir yere koymak gerekiyor. Zira zombilerin üzerinde en fazla etkisi olan silahın flaş olduğu anlaşıldığı andan itibaren, kurtuluş yolu da adeta “aydınlanmaya” başlıyor. Bir tüpçü bisikletine “akıllıca” yerleştirilen flash düzeneği, yine bir zombi klişesi olan “kaçış vasıtası” görevini üstleniyor.
Aslında Klein, Rammbock’u vücuda getirirken belli başlı zombi klişelerini alıp, deforme ederek uygulamayı tercih etmiş. Zira bahsi geçen klişelere tükürmeyi de ihmal etmeyen bir film çıkartmış ortaya. Bu fikrin uygulama kısmı hiç kuşkusuz ana karakter Michi üzerinde tıkır tıkır işliyor. Kelimenin tam anlamıyla sıradan bir karakter olan Michi, her ne kadar olan biteni kabullenme sürecinde sinir krizleri geçirmese de, sıradan bir insanın verebileceği tepkileri vermekle kalmıyor, pek çok “sıradan” insan gibi bu salgından paçayı sıyırmayı da başaramayarak “günün kahramanı olma” konusunda da sınıfta kalıyor.
Uzun kelamın kısacası, Rammbock şahsen uzun zamandır izleme listemde bulunup keşfini yeni yılın ilk haftasında yapabildiğim gerçekten başarılı bir zombi güzellemesi diyebilirim. Diğer taraftan benim adıma yılın ilk yüz güldüren filmi olarak da hatır haneme eklenmiş durumda… Şimdiden İyi Seyirler…
Dekorlara bayıldım,umarım film de güzeldir..