Aslında bu filmi seyredeli neredeyse bir yıl oldu. Üstelik beğenmiştim de… Ama ülkemizde vizyon bulma şansından pek umutlu olmadığımdan olsa gerek, bir ara yazarım deyip unuttuğum küçük bir başyapıt [REC]
İspanyol sinemasını çok seviyorum ve hatta latin yönetmenlerin Hollywood işlerine de bayılıyorum. Son bir kaç yıl içinde seyrettiğim ‘El Espinazo del Diablo’, ‘El Labirento del Fauno’, ‘El Orfanato‘ gibi işlerin hepsine bayıldım. Sentetik Hollywood yapımlarında olmayan bir sefkati ve duygu ile şiddetlenen saf korku ve şiddeti bulmak mümkündü bu filmlerde… Daha gerçek ama daha doğaüstü öykülerin anlatıldığı, ergen gençlerin sevişirken ölmelerinin dışında da bir fantastik duygusunun olduğunu hatırlatan, zeki senaryoları ve sakin anlatımları ile seyirciyi çeken, bu anlamda Uzakdoğu filmlerinden dahi fersah fersah üstün yapımlardı çoğu… Bir Asya topluluğu olduğumuzdan mütevellit ,kesme biçme filmlerinden değil de supernatural denen doğaüstü korkulardan daha çok etkilendiğimiz de bir gerçek.
[REC], aslında Afrika kökenli bir mit olan Voodo öykülerinin korkunç yaratıkları ‘Zombi’ler üzerine yapılmış bir film… ‘zombi’ teması onlarca yıl, Pulp fiction denen ucuz Amerikan çizgi romanlarında kökenine uygun bir şekilde okuyucu ile buluştu. Bu tür öykülerin yer aldığı 1980’ler boyunca yayınlanmış ‘Süper Korku’ adında Alfa yayınlarından çıkmış yerli bir çizgi roman serisi de bulunmaktadır. Bu dönemde ‘zombi’ temasının meraklı ama çok da popüler bir konu olmadığını söylemek mümkün… Ne kadar cılkı çıkarılırsa çıkarılsın asla bir ‘Vampir’ ya da ‘Kurt Adam’ motifi kadar güçlü değildi. 1968 yılında herşeyi değiştiren ve Sinema’da Zombi’nin yükselişini başlatan, sonradan bir üçlemeye dönüşecek George A. Romero filmi geldi: ‘ Night of the Living Dead’
Daha ilk filmle türün çizgileri çekildi ve uzun süre kimse bu formülü değiştirmeye kalkmadı. Tür 80’lerde bir Amerikan korku komedi teması olarak karşımıza çıktı ama asıl etkisini ucuzcu İtalyanların elinden sağladı. İtalyan yönetmenler şablona dokunulmadan Zombi’yi pek sevdikleri bir ‘gore’ malzemesi haline getirdi. Özellikle Lucio Fulci’nin filmleri, Zombi’yi klostrofobik sıkıştırılmışlık duygusundan çıkarıp bir açık hava fantastiği haline soktu. (Bu filmlerden birinde bir zombi’yi köpekbalığı ile dövüşürken görebilirsiniz)
Zombi VS. Shark
Zombi teması yıllar sonra devrimci genç İngiliz yönetmen Danny Boyle’ın ellerinde yeniden hayat buldu ve formülü gerçek anlamda değiştiren ilk film geldi: ‘28 Days after‘ artık zombiler ağır aksak hareket eden aptal beyinsizler değildi ve onlardan kaçmak istiyorsanız gerçekten güçlü bir çift bacağa ihtiyacınız vardı! Bu sayede zombi yeniden özellikle genç indy yönetmenler tarafından filme çekilen popüler bir korku ikonu haline geldi. Ama artık adı Zombi olarak netleştirlmiyor daha ziyade bir kuduz vakası olarak işleniyordu. Hatta türün babası George A Romero bile başarısız dahi olsa türe geri dönüş yaparak ‘land of the Dead’ ve ‘Diary of the Dead’ filmlerini çekti.
Açıkcası Danny boyle’in ’28 …. After’ filmlerinden sonra sıkı bir ‘kudurmuş insan’ filmi izlemek nasip olmamıştı. Taa’ki ‘zombi’ figürünü, ‘Blair Cadısı’ konsepti içinde sunan [REC]’e kadar…
Film izlemekten ziyade bir deneyim yaşatmak iddiasında bulunan ve biraz da bütçesizlik bahanesi ile el kamerası ile çekilmiş olan ‘Blair Cadısı’ bazılarının “kimse bunu sinemada seyretmez, hatta videosunu bile kiralamaz” öngörüsünü yıkarak büyük bir gişe başarısı elde etti ve modern bir korku klasiği olarak listelerde ki yerini aldı. arada çekilen onlarca vieo filmini saymazsak JJ Abrahams’ın ‘Cloverfield’ına kadar sinema salonunda el kamerası ile çekilmiş bir film izlemek kısmet olmadı. Bunda steady cam’in konforuna ve suniliğine alışmış seyirci zevkinin büyük payı var elbette…
[REC]’in Blair Cadısından ayrıldığı nokta, Bir haftalık bir hikayenin sekanslarını değil 75 dk’lık gerçek zamanlı bir öyküyü anlatıyor olması…
Aslında son derece basit bir konusu var: TV muhabiri Angela ile kameramanı Pablo, itfaiyecileri konu alan bir program yaptıkları sırada gelen bir ihbar üzerine, itfaiyeyle beraber ihbarın geldiği eve giderler. Yaşlı bir kadının ev kazası geçirdiğini sandıkları olayın gerçeklerden çok uzak ve dehşet verici boyutlarda olduğunu eve vardıkları zaman öğreneceklerdir. (Beyazperde.com’a teşekkürler)
Bu derece boş beleş bir konuya sahip olması, bir sorunmuş gibi algılanabilir fakat yönetmen Jaume Balagueró’nun asıl derdi anlatımının, aktüel kamera desteği ile seyirci tarafından gerçek bir deneyim olarak algılanabilmesi ve bunu gerçekten başarmış. Filmin el kamerası ile çekilmiş filmlerden nefret edenler içinde bir tesellisi var: Bu sefer kamera ufak bir handycam değil ve Pablo adında ki kameramanımız kriz anları dışında kamerayı pek sarsmıyor!
Zombi filmlerinde genellikle kahramanlar bir binanın (ev, süper market ya da polis karakolu olabilir) içinde hapsolmuştur ve Zombiler mekana girmeye çalışmaktadır. Balagueró bu sıkışmışlık duygusunu bir adım daha ileriye götürüyor ve Zombilerle insanları aynı binanın içinde hapsetmeyi başarıyor!
Filmin antipatik kahramanı muhabir Angela, aslında yükselmek isteyen açgözlü bir program yapımcısı (ama çok seksi!) ve film boyunca eline geçen her fırsatta bu hırsını belli ediyor. Asıl sürpriz ise kameraman Paulo’da… Paulo başlarda sesi bile duyulmayan bir araç iken, yüzünü görmememize rağmen filmin önemli ve fedakar kahramanlarından biri haline geliyor.
Film hiçbir set kurulmadan gerçek mekanlarda çekilmiş ayrıca büyük ölçüde doğaçlamadan yararlananan filmde çoğu oyuncunun reaksiyonu gerçek! Mesela İtfaiye erlerinden birinin apartman boşluğundan düştüğü sahnenin hiçbir ön hazırlığı ve oyunculara ne olacağıyla ilgili verilmiş bir bilgisi yok ve o anda oyuncuların yüzünde gördüğünüz şaşkınlık ve korku da bu yüzden gerçek…
Tabi kadı kızında bulunabilecek türden kusurlar bu filmde de mevcut, Örneğin; Angela ve Pablo’nun itfaiye arabasına bindikleri sahnede, Pablo arabaya Angela’dan sonra ve aynı taraftan (Sol) binmesine rağmen bir sonraki sekansda onu sağ taraftan çekim yapraken görüyoruz.
Uzun lafın kısası; film güzel… Boş beleş Hollywood çerezlerine harcayacağınız bilet parasını bu filme yatırın ve hatta yanınızda yeni kız arkadaşınızı da götürün (Mutlaka karşılığını alacaksınız)
Yazımın son kısmı filmin gösterilme süreci ile ilgili olacak: Bu film ülkemizde oldukca geç gösterime girdi. Bunun sebebi bizim film getiricilerimizin bütçesizliğe rağmen yaratıcılığa ve dolayısi ile [REC]’e inanmamış olması… Ne zaman’ki film festivallerde adından söz ettrdi ve Amerikalılar ‘Quarantine’ adı ile Hollywood versiyonunu çekeceklerini açıkladılar (Bi şeye de bulaşmayın be kardeşim!) film kıymete bindi. Gerçi SineTR sitesinde bir arkadaş bu remake için şu satırları yazmış, bunu da dikkate alın derim.
“10 Ekim’de ABD’de yeni bir film gösterime giriyor. Adı başlıkta da belirtildiği üzere “Quarantine” yani Karantina. [Rec] filminin kurgusundan tutun karakterlerine kadar tamamı ile aynısı. [Rec]‘i izlemişseniz bu filme 1 kuruş dahi vermeye gerek yok. Değişen tek şey dil, oyuncular ve yönetmen. Fragmanını şuradan izleyebilirsiniz.“
[Rec]‘e gidin ki, bu kafalar değişsin diyeceğim ama adamların filme koydukları türkçe isim ‘Ölüm Çığlığı’… Buyur buradan yak!
Filmlere yerli isim koymakla ilgili ciddi bir sıkıntımız olduğu gerçek! 1967 yapımı, Orijinal adı ‘Games’ olan ve katilin son 5 dk’da kadının kocası olduğunun anlaşıldığı Curtis harrington filmi bu memlekette ‘Haris Kocanın Tuzakları’ adıyla oynamıştı! Ya Enki Bilal’in ‘immortel Ad Vitam’ının türkçe afişlerinin ‘Kadın Tuzağı’ olarak hazırlanmasına ne demeli! bu gudubet isimleri seçenleri esefle kınıyor ve zombiler kovalasın sizi! diyoruz.
Film güzel, gerçekten de korkutuyor. Eğer “ayyy ben el kamerası ile çekilmiş film seyretmem!” diyen bir arkadaşınız varsa ona bir kamera verip, kıra-çayıra film çekmeye gönderin! siz de kolanızı mısırınızı alıp, efendi efendi filminizi seyredin (ilk 30 dk’da mısırları yediniz yediniz! sonra boğazınızda kalır benden söylemesi!)
Öteki Sinema için yazan Murat Tolga Şen
Benim de çok sevdiğim bu filmin 2 yönetmeninden Jaume Balagueró’nun yönettiği Frágiles (2005), Darkness (2002) ve Los Sin Nombre (1999) filmleri ile diğer yönetmen Paco Plaza’nin yönettiği Romasanta (2004) ve El Segundo Nombre (2002) filmlerinin de kayda değer olduğunu düşünüyorum.
Bu arada İspanyol Korku Sineması’nın parlayan yıldızları Balagueró ve Plaza’nin tekrar bir araya gelerek bu filmin devamını çekmeye giriştiklerini de duyurayım. 2009 senesi içinde bitirilmesi düşünülen filmin ismi tahmin edeceğiniz gibi “[Rec] 2” olacakmış.
Gerçekten iyi bi filme benziyor.Korku filmi adı altında yapılan filmleri komik bulmaktan sıkıldım.Umarım bu kez korkarım :D
isim bulma konusunda “Charlie’nin Çikolata Fabrikasi” ismi de es geçilmemeli bence, ne de olsa sonucu belli olmayan bir yarışma içinde başlıyor film.
Korku filmlerini komik bulmak filmden anlamamaktan kaynaklanıyor diye düşünüyorum. Tabi yönetmen korku filminin içine bilerek ve isteyerek komedi unsurları yerleştirmişse o başka
Bu filmi bir arkadasimin tavsiyesi uzerine izlemistim. Daha sonra muhtelif arkadaslarima izletmek icin iki kere daha izledim. Her izledigimde ayni derecede gerildigimi gormek beni sasirtti. Film el kamerasi degil TV yapimlarinda kullanilan buyuk ve agir betacam ile cekilmis. En azindan goruntude oyle. Dolayisiyla omzunda bu agir kamera ile oradan oraya kosturan kameramanin cesaretine ayrica bir sempati beslemenizi sagliyor. Film sizi herhangi bir beklenti icine sokmadigi gibi olacak olaylarla ilgili cok az ipucu veriyor ve bu da seyirciyi daha fazla umutsuzluga surukluyor diyebilirim. Muzik ya da ambiyans sesleri hemen hic kullanilmamis. Binanin karantinaya alinmasi sonrasinda medeniyete iki adim mesafede en ilkel korkulardan kacmaya calismak ve sesini duyuramamak, karanlik korkusu, mahrumiyet gibi kavramlar cok iyi islenmis ve oyuncularin tepkileri cok gercekci.
bence orjinal bir calisma ( “blair witch’e benzemis, yok efendim cloverfield kopyasi” diyen izleyicilerin algi kapasitesi hakkinda ciddi suphelerim var ). ikincisi cekilmesede olacak filmlerden biri aslinda ama ayni yonetmenin konuyu akla hayale gelmeyecek yerlere goturmesi ihtimali de heyecan verici tabi. tavsiye ederim
Arkadaslar bu filmi tek sevmeyen benim galba su koca dunyada. Blairwitch Project’in buyuk bir hayrani olarak, bu REC denen filmin son derece sahte oldugunu dusunuyorum. Son 20 dakikasi guzel ok, ama yani.. bilemiyorum. Yalniz hissediyorum bu konuda kendimi cok : )
Bu arada film isimlerinden bahsederken Robert DeNiro ve Edward Norton’un oynadigi SCORE filminin de KOMPLO adiyla gosterime girerek filmin sonundaki suprizin berbat edilmesi geliyo aklima.
filmin sonundaki kızı nerden bulmuşlar çok merak ediyorum. tom savini’nin elinden çıkma night of the living dead’den beri ilk kez bu kadar etkileyici bir zombi gördüm.
Cloverfield ve Rec hakkında yapılan eleştirilere karşı oldukça sağduyulu yaklaşıyorum çünkü biz, Yüzüklerin Efendisi’nin ilk bölümünü sinemada izleyip filmden çıktıktan sonra “bu ne biçim film ya, bir sonu bile yok” ya da Kill Bill’i izleyip “kafa kesilince kan öyle mi fışkırır” diye konuşan bünyelerin olduğu bir ülkede yaşıyoruz :)
ha bi de “Sin City mi? abi bırak ya 2000li yıllar olmuş adam siyah beyaz film yapıyor” diyen bi grup var işte onların hepsini karanlıkta bu zombi kızımızla yalnız bırakmak istiyorum
Güzelim filmi hollywood yine remake yaparak altyazı okuyamayan gerizekalı amerikan seyircisinin hizmetine sunmuş. Bir yıllık filminin remakei mi olur ya yazık! Adı da Quarantine bu acaip filmin.
http://www.imdb.com/title/tt1082868/
Arkadaşlar ben yaklaşık 20 senedir hiçbir korku filmini kaçırmadım diyeblirim.Ama izledıklerım arasında koca 20 yılda bana göre en iyi 3 e girdi bile REC. Bi arkadaşımızın da dediği gibi 5 .kez de izlesem gerilmekten kendimi alamıyorum ve korku filmi delisi olan biri olarak gözlerimi kapattığımı ilk kez rec i izlerken farkettim.
Bu filmi izleyişim tamamen tesadüf eseri olmuştu. Konusunu bile bilmeden filmin başına oturmamız belkide filmin etkileyicilik kısmını artırmıştır ama filmin sonlarına doğru kalp atışlarımın değişmesini ve bunu hissetmem kolay kolay başıma gelemeyecek bir olay olduğundan filme karşı ayrı bir hayranlığım oluştu. Yazar arkadaşın dediği gibi el kamerasıyla çekiminden hazzetmiyorsanız bu filmle ilgili fazla bir şey beklemeyin. Filmin çekim tekniğinin son zamanlarda oldukça çok kullanılmaya başlayan bir teknik . El kamerası çekimiyle olayı yaşayan insanın gözünden gösterme hissi Cannibal Holocaustta ardından en etkili şekliyle Blair Witch Project’te görülen bir teknik olmasına rağmen son zamanlarda bir çok filmde görülen hale gelmiştir. Ama bir çok zombi filmi izlememe hatta bu kavrama alışık olmama rağmen bu kadar etkili bir biçimde ilk defa zombi ya da ona benzer bir yaratık görmüş hissini yaratan film kolay kolay izlememişimdir . İşte [rec] bunu başaran bir yapımdır. [rec] 2 ninde çekildiği haberinin aldıktan sonra heyecanlanmamla birlikte başka yapımların devam filmleriyle orijinalliklerini kaybederek degişmelerini göz önüne alarak yeni filmin vereceği heyecanları beklemekle yetiniyorum. Ve herkese bu filmi en azından hayatlarında bir kere sinemada olmasada güzel bir ses ve görüntü sistemiyle Amerikan yapımı yeniden çekim Quarantine’i izlemeden önce izleyip korkuyu tecrübe etmelerini tavsiye ederim.
İzlediğim en iyi korku filmi.
2.sini sabırsızlıkla bekliyorum en kısa sürede çıkar inş.
Bu arada filmin sonunda çıkan yaratığı oynayan oyuncu Javier Botet ve kendisi erkek. http://javierbotet.blogspot.com/ adresinden fotoğraflarına ve çeşitli bilgilerine (ispanyolca) ulaşabilirsiniz. Blog’undan görüldüğü üzere kendisi bir kaç filmde daha benzer rollerde yer almış. Quarantine demişken bir filmi sıcağı sıcağına yeniden çekimeye kalkmışlar ama çekerken hiçmi utanmamışlar. [Rec]’i izleyip hiçmi ders almamışlar. Filme hiç bir katkısı olmayan muhabbetlerden tutunda gereksiz değişikliklere kadar hayatımda en nefret ettiğim filmlerden biri oldu Quarantine. Filmin orijinali de dahil tüm kopyalarını karantinaya alıp yok etsinler daha iyi.
inanılmaz güzel çok beyendim süper yani:)*) anlayın yani ok:)
http://www.rec2lapelicula.com/index.php