Projeyi ilk duyduğumda hissettiğim tam olarak şunlardı: “Aman! Yine karşımızda ahlaksal doğruluk üzerine bilindik şeyler geveleyecek bir başka tür kırması daha mı var!” Gariptir bu düşünceye sarıldığımda Red State isimli projenin ardında Kevin Smith’in olduğunu bilmiyordum bile!
Smith’i severim ve sayarım. Sanıyorum ki bunun en önemli sebebi ister kamera önünde isterse kamera arkasında olsun bir şekilde keyif alabileceğim projelerin içerisinde irili ufaklı yer almasıdır. Fakat geçtiğimiz yıl yaşanan CopOut felaketi benim bile “hadi canım!” dememe sebep oldu. Mesele Kevin Smith’i sinir kurcalayan bir komediye imza atmış olması mıydı yoksa benim kendisine olan tavrım bunu bahane ederek değişecek yer mi arıyordu emin olamadım! Zaten tek bir hata –ki bunu bir hata olarak kabul etmek doğruysa eğer- benim gibi takipçilerin nankörlük yapması için yeterlidir öyle değil mi?
Ama neyse ki Kevin Smith gibi adamların, benim gibi ukala izleyicilere verebileceği cevapları her zaman olmuştur. Red State, öyle sanıyorum ki bana ve benim gibi peşin hükümlülere atılabilecek en okkalı tokat! Sadece filmin izlediği yoldan bahsetmiyorum. Smith’in filmin dağıtım sürecinde izlediği yöntem de yılın sinemasal sansasyonlarından biri olarak kabul görmekte. Hatta filme ulaşabilmeyi kar saymamızın en önemli sebebi de bu sansasyonlar diye düşünüyorum.
Ocak ayında Sundance Film Festivali’nde, yeni filminin dağıtım haklarını açık arttırma ile satacağını duyurmuştu Smith! Sahneye çağırdığı Jonathan Gordon’ın yönetiminde ayak üstü gerçekleşen müzayede sonrasında, filmin dağıtım hakları sadece 20 dolara kendisine gitmişti. Gel gelelim bu hınzır şaka sinema camiasında sanki bir küfür gibi algılandı. Hem dağıtımcılar hem de basın, Smith’e karşı tavır aldı ki bu durumda yönetmenin ilerideki projelerinin de riske girdiği yazılıp çizildi!
Smith’in dağıtım için seçtiği yöntem, filminin daha ziyade kulaktan kulağa duyulmasını sağladı. Tek elden genel gösterim şansı bulamadığı için de bir nevi halk hikayesi gibi dedikoduları dört bir yanı sarmaya başladı. Aslında Red State, bu şekilde izlenebilecek bir yöntem için Smith’in filmografisinin en uygun parçasıydı çünkü yönetmenin bu zamana kadar yüzmediği suları bulandırıyordu adeta!
Pek çok izleyicinin hem fikir olduğu nokta, Smith’in bundan tam 12 yıl önce çektiği ve Katolik kilisesini ayağa kaldıran filmi Dogma’nın maruz kaldığı tepkilere verilen gecikmiş bir cevap olduğu yönünde. Fakat bu cevap, yönetmenin üslubunu da oldukça sertleştirmiş gibi görünüyor. Bu tarafından baktığımızda yönetmenin sinema dilinin de değişime maruz kaldığını görebiliriz. Her daim Tarantino gibi filmler yapmak istediğini açık açık belirten fakat bunu da Coen’lerin tarzı ile gerçekleştiren yönetmen, nihayetinde Red State ile birlikte buram buram Tarantino kokan bir filme imza atmış. Ya da diğer bir değiş ile, Red State, Smith’in bu zamana kadar çekmiş olduğu en Tarantinesk film!!!
Ergenliğin ve doğal olarak da dizginlenemeyen hormonlarının pençesinde debelenen üç gencin, internet üzerinden tertipledikleri bir grup sex hadisesinin acı bir sürpriz ile sonuçlanması sonrasında; bölgedeki kilisenin mensupları tarafından esir alınması ile başlıyor Red State. Bu üç genci esir alanlar ise, büyük oranda eşcinsellere ve her türlü cinsel sapkınlığa karşı savaşmak için türlü yöntemleri bulunan, tutucu bir cemaattir. Bir tesadüf eseri şerif yardımcısının durumu fark etmesi ile birlikte, aşırı tutucu müritler ile federal ajanlar arasında büyük ebatta bir çatışma patlak verir. İşte bu noktadan sonra ahlaki katılık çevresinde dolanan ve köktendinci grubun liderinin bol bol döktürdüğü bir istismar filmi rotasını izliyormuş gibi görünen film; çark ederek, iyilik ve kötülük tabirlerine ve yapacağımız seçeneklerin sorgulanabilirliğine ilişkin büyük büyük laflar etmeye başlar!
Kevin Smith’in sinemasal tercihlerinin genellikle izleyiciyi dumur etmek üzerine olduğunu iddia ederim her zaman. İşte Red State, yönetmenin seyircinin reaksiyonuna asit fırlattığı bir film! Afişinden ya da girizgahından beklenildiği gibi ortada kopan uzuvlar ya da dizginlenemez bir kan banyosu falan yok! Ama bunların hiç birini aratmayacak, izleyiciyi felç eden yönelimler var ki ATF ajanı Joseph Keenan’ın ve ekibinin maruz kaldığı zoraki ya da şaibeli seçimler de bu yönelimleri sonuna kadar besliyor!
Joseph Keenan’a hayat vererek filmin önemli yükünün ucundan tutan John Goodman’ın varlığı bir tarafa, Micheal Parks’ın hayat verdiği Abin Cooper karakteri öyle pek de kolay akıllardan çıkabilecek gibi değil!
Bütün bu söylediklerimin sonuna Red State’in Smith usulü bir şok sineması örneği olduğunu söyleyebilirim. Muhtemel rotaları izlemek yerine küreği eline alıp kendi tünelini kazan bir yönetmen Smith. Onu sevmemin asıl sebebi ise bir önceki filminin kofluğunu kapatmış olması değil, her zaman izleyiciye sürpriz yapabilecek kadar cesur olması!
Editörün notu: Red State, Frightfest 2011′de gösterilen, epey ilgi gören filmlerden biri ve bir Frightfest seçkisi/rehberi olması amacıyla yazarımız Fatih Yürür tarafından kritiklendi. Frightfest’i yerinde gören, dalında seven yazarımız Can Evrenol’un festival izlenimlerini de okumak isterseniz de sizi buraya alalım