Bir filmi başka bir filme benzetmek yaratıcısına haksızlık etmek gibi gelir hep ama bu “benzetme” halini saklamayan, kendi filminin seyircinin aklında ve kalbinde yeni bir dünya yaratacağına inanan sinemacının özgüvenine nasıl karşılık vereceğimi biliyorum.
Sinema sanatı kendinden önce yapılanları görmezden gelerek ya da referansları bulunmaz köşelere gizleyerek yapılan bir şey değil. Reha Erdem son filmi Koca Dünya’da kullandığı tüm referansları seyircinin önüne koyuyor. Bu bir sinemasever için tüm malzemelerin kolayca bulunabildiği türden yemek tarifi adeta ama lezzeti bambaşka ve kendisinden başka hiçbir şeye ait değil.
Reha Erdem son filminde şimdiye kadar çektiği tüm filmlerden seyircinin ve kendisinin en sevdiği notaları basma gayretinde, bu açıkça hissediliyor. Akademik bir eleştiride bu “öncekileri terk etmeme” gayreti daha tatmin edici şekilde yorumlanabilir. Koca Dünya’da, A Ay, Hayat Var, Jin, Şarkı Söyleyen Kadınlar ve Beş Vakit var. Jin’in ve neden öyle olduğunu anlayamadığım başarısız oyuncu yönetimi yüzünden feci ıskalanmış bir başyapıta dönüşen Şarkı Söyleyen Kadınlar’ın ardından böyle bir çaba hoş görülebilir, zaten sonuca bakıldığında ortada hoşgörüye ihtiyaç duyan bir iş olmadığı ortada. Dedim ya, Koca Dünya hem her şeye benziyor hem de eşsiz olmayı başarıyor. Bizim sinemacılarımız, seyrek eser verdikleri ya da bilinçli bir sinema yapma haline sahip olmadıkları için, geçmişte yaptıklarını heybelerinde taşımaktan hoşlanmazlar, bunu da kendilerini aştıkları şeklinde yorumlarlar ancak Reha Erdem’in böyle içi boş bir kaygıya sahip olmadığını düşünüyorum.
Filmle ilgili en büyük yakınlık ise 2. Dünya Savaşı’nda geçen trajik bir Japon animesi olan Ateş Böceklerinin Mezarı (Hotaru No Haka 1985) üzerinden geliyor. Ali ile Zuhal’in hikayesi bir noktaya kadar Seita ile kızkardeşi Setsuko’nun hikayesine benziyor, hem de çok. Amerikalılar, Japonya’yı yangın bombalarıyla alevler içinde bırakırken ailelerini kaybeden ve ayrılmak zorunda kalan bu iki kardeşin kavuşması (Seita kardeşini ona kötü davranan teyzesinin evinden kaçırır) ve doğaya sığınarak burada kendi dünyalarını yaratmaları ve birbirlerine sarılarak verdikleri yaşam mücadelesinin oldukça benzer resimlerine rastlıyoruz Koca Dünya’da. Yine de Reha Erdem kendi filmografisinden gelen ve daha önce filmini çektiği fikirlerle Koca Dünya’yı başka bir hikayeye çevirmeyi başarıyor.
Sürekli kardeşlerden bahsetmişken, film bize gerçekten kardeş olup olmadıkları hakkında bir bilgi vermiyor ancak tiplerine baktığımızda bu kardeşliğin kan bağından kaynaklanmadığını anlamak mümkün. Yetimhanede büyüyen ailesiz çocukların kendiliğinden bir aileye dönüşme ve buna ‘gerçek’ ailelerden daha fazla sahip çıkıyor olması da film sayesinde düşündüğümüz bir şey oluyor.
Ve ne kadar izole olursa olsun hepimizin kendine ait bir dünyası var, iki kişilik bir soyutlanmada bile iki farklı hayat yaşanabiliyor. Ali, çalıştığı motorcudaki arkadaşıyla ya da panayırda çalışan kızla etkileşim yaşarken daha bize ait bir dünyada kalıyor ancak Zuhal tamamen düşsel bir aleme savruluyor. Onun etkileşimleri ölü bir yaşlı kadından, bir keçi ya da mandayla yaşadıklarından ibaret. Kardeşleri birbirinden düşünsel olarak ayıran ve Zuhal’in gerçeklikle bağını yitirmesine yol açan bir süreç.
Ecem Uzun’un bu yıl çokça övülen oyunculuğundan bahsetmeyi artık gereksiz buluyorum ancak büyük kardeşi oynayan Berke Karaer hakkında bir cümle kurasım var. Onun yüzüne ve ifadelerine sinmiş, adam olmakla çocuk kalmak arasındaki çizgide kalma halini çok sevdim. Kardeşiyle ilişkisindeki belirsiz aşk ve erotizm duygusunun bayağılaşmasına da engel olan masum bir oyunculuk. Cennetten kovulmayı bekleyen, suç işlemiş ancak henüz suçluluk duygusuyla tanışmamış bir Adem…
Reha Erdem filmleri söz konusu olduğunda onun kadar filmlerinin her karesini, sinemanın görsel bir sanat olduğunun farkında olarak yüceleştiren Florent Herry’den de bahsetmek gerek. Bu bana kalırsa görsel açıdan ikilinin en verimli çalışması. Reha Erdem’in yönetmenliği gibi Florent Herry’nin sinematografisi de Adana’da ödüllendirildi. Bu üst düzey çaba, kardeşlerin sığındığı ormanda masalsı, dingin ve buna rağmen tekinsiz bir dünya yaratmayı mümkün kılıyor. Bu çabaya eklenen (finale doğru abartılı bir kullanımı olsa da) filmin müzikal teması, Koca Dünya’daki imgeleri seyircinin kafasına çakıyor. Filmin genelinden hoşlanmayan seyircinin dahi bazı anlarda sinematik bir sarhoşluk yaşayacağını garanti ederim.
Koca Dünya, bir sinemasever hazinesi olarak festivallerde kaçıranların bu kez mutlaka izlemesi gereken bir yapım. Festival sinemamız söz konusu olduğunda ortaya çıkan işlerin çoğu görsel açıdan zayıf, çoğunlukla televizyon ekranına sığan işlerden oluşuyor ancak Koca Dünya karanlık bir salona ve büyük bir perdeye ihtiyaç duyuyor. Hani şu; televizyona sığmıyor dedikleri filmlerden. Koca Dünya’da bir sürü metafor ve Grimm Kardeşler’in Hansel ve Gretel’inden, Trier’in Antichrist’ine ya da Hamlet’in Ophelia’sına kadar bir dolu gönderme var. Ve hepsi ortada, Reha Erdem hiçbirini saklamıyor ancak bir ormanın yeşil-kahverengi bir bolluk içeren renk paletinin içinde bunları yakalamak güç olabilir. Bununla da uğraşmayın, bu film sadece gözlerinize ihtiyaç duyuyor, o haliyle bile koca bir dünya… Hazır sinemaya gelmişken, yalnız bırakmayın.
İlk yayın: http://www.beyazperde.com/filmler/film-249225/elestiriler-beyazperde/
Yine harika yazmışsınız. İyi ki varsınız.