Kuzey Amerika sineması, namı diğer Hollywood’un Avrupa ve Uzakdoğu  sinemasının öne çıkan yapımlarının USA versiyonlarını çekmek konusundaki hızı giderek artıyor!

On yıllar önce “görüntülerle öykü anlatma aracı” olan filmleri bir ürün gibi görmeye başlayıp, o şekilde üreten ve pazarlayan Stüdyolar şimdilerde yaşadıkları “özgün öykü” kabızlığından kurtulmanın yolunu bir kaç yıl için bulmuş gibi görünüyor. Çizgi romanlar ve popüler video oyunlarını hızla tükettikten sonra yapılabilecek tek şey olan başka ülkelerin filmlerini yeniden çekmek şu sıralar moda. Özellikle paylaşım ağlarında yıldızlaşan küçük bütçeli pek çok avrupa ve Asya filmi hızlıca yapım hakları alınıp yeniden çekilerek (çoğunlukla öyküyü Amerikalı aptalların anlayabileceği şekilde sıradanlaştırarak) vizyona sokuluyor. Bu süreç o kadar hızlı işlemeye başladı ki REC filmi ve Remake’i olan Quarantine’yi aynı vizyonda izlemek gibi tuhaflığın içine düşürüldük. REC’i nazlana nazlana 2 yıl sonra vizyona sokan film ithalatçılarımızı bayat yeniden çevrimini hiç bekletmeden bize sundukları için ayrıca tebrik ederim.

rec

İşin ironik yanı ise şimdi birbirinden yetkin örnekler veren bu sinemaların (Örneğin İspanyol sineması) bir zamanlar Amerikan filmlerinin remake’lerini çekerek bu günlere geldikleri. Tabi onlar kendilerini herkesten zeki zanneden Hollywood Boss’larının tuzağına düşmeyip şımarık bir kaç oyuncuyu önde tutarak ve yıldızını parlatarak film pazarlamadılar. Aksine yönetmen sineması Avrupa ve uzakdoğu da hala güçlü ve yürüyen bir işleyiş. Oysa Hollywood’da artık yönetmen kelimesi set amirinden daha fazlasını ifade etmiyor. Steven Spielberg, George Lucas, Robert Zemeckis*, Sam Raimi  gibi 80’lerin bir kaç harika çocuğu dışında kendi filmini çekebilen kalmadı. Saydığım yönetmenlerin son üretimlerinin ise diyet bisküvisi tadında olduğu bir gerçek.

Bu doymak bilmeyen ve kendi kültlerine dahi ihanet eden anlayışı savunmak bence mümkün değil. Halloween, The Fog, The Thing, Prom Night, Friday 13th  gibi klasiklerin miti yokedercesine yağmalanmasını hiçbir sinemasever bağışlamayacaktır.

Hollywood’un içine düştüğü tuzakla ilgili anahtar bilgi ise 50’lerden gelmekte:

1956 yılında dağıtımcı Joseph E. Levine japon bilim-kurgu korku filmi Godzilla’nın Amerikan oyuncu Raymond Burr ile yeniden çekimini finanse etti. İngiliz Hammer Film Productions geleceğin korku film stilini derinden etkileyecek olan The Curse of Frankenstein (1957) ve Dracula (1958) adlı filmlere imza attı. 1959 yılında Levine’in Embassy Pictures adlı şirketi, başrolünde Amerikalı bir vücut geliştirici olan Steve Reeves’in oynadığı İtalyan filmi Hercules’ün tüm dünya dağıtım haklarını aldı. Maliyeti $125,000 olan bu filmin tanıtım ve reklamı için Levine $1.5 milyon dolar harcadı. Levine elindeki tüm gücü kullanarak filmin açılışını 600 salonda birden yaptı. Film inanılmaz bir başarı elde ederek yurtiçi kira gelirlerinden $4.7 milyon dolar getiri sağladı. Bundan daha fazlası diğer ülkelerde de sağlandı. Kısa bir süre sonra artık Hollywood bariz bir şekilde Levine tarzı filmlerin ve onun yapımcılık anlayışının tahakkumu altına girmişti.

Hollywood’da artık fikir yok, yaratıcılık yok, ilham yok! taklit etmek, yağmalamak ve büyük bütçe ile içini boşaltarak aynı yemeği ısıtarak sunmak var. 70’lerin devrimci yönetmenleri o güzel filmleri çektikten sonra o güzel atlara binip gittiler…

friday_the_thirteenth-tile

Remake: Eskiden iş yapmış, beğeni kazanmış filmleri ısıtıp izleyici önüne tekrar sunarak (bkz: manchurian candidate) (bkz: stepford wifes) ya da taze yabancı filmleri derinlik, toplumsal eleştiri, açık uç veya mutlu bitmeyen son gibi Amerikalıların sevmediği şeylerden arındırıp İngilizce çekerek (bkz: wicker park) (bkz: criminal) (bkz: vanilla sky) (bkz: insomnia) yapılan iş. konu/yaratıcılık sıkıntısının yanısıra Amerikan seyircisinin sinemada kola içmek, patlamış mısır yemek ve tuvalete gitmek dışında düşünmek de dâhil herhangi bir şeyle uğraşmak istememesi de bunlara sebep oluyor. Altyazili filmleri sevmeyen, “roman mı okuyorum film mi izliyorum anlamadım” diye söylenen bu insanlar için, dünya sinemasının kayda değer örnekleri bizzat, kare kare, Amerikanlaştırılmaktadır. ek$i sözlük

*Kişisel fikrim; Geleceğe Dönüş, Forrest Gump, Cast Away gibi müthiş filmler çeken Robert Zemeckis bence 80’leri en iyi tanımlayan yönetmendir ve öykü  anlatımı  Spielberg  ve Lucas’dan daha yetkindir.

blank

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusudur ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. Ayrıca 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. Şen, "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı ve "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanıdır. Yazılarına Beyazperde ve Öteki Sinema'da devam etmektedir.

20 Comments Bir yanıt yazın

  1. Niye bunu yaptım, ne zorum vardı bilmiyorum ama Quarantine’i izledim. Jennifer Carpenter’ın son dakikalardaki nefes çalışmaları dışında unutmak istiyorum. Utanmazlık bu olsa gerek. Ama kirlendim bir kere. Küçük Amerikalıyız ya. Gerçi günah keçisi yapmayayım adamları, başıma gelen meraktan.

    İçimde öyle bir his var ki Friday The 13th ve My Bloody Valentine’ı da izleyeceğim herhalde.(*) Niye, NİYEEEE?!?!?!

    (*) Çevirisi: Lütfen biri beni durdursun….

  2. Ya bu yazıyı görünce aklıma geldi, gelmiş geçmiş en iyi kısa korku müzikali olarak ilan ettiğim Thriller’ı da remake yapsalar. Hatta artık Jackson’a makyaj yapmaya bile gerek yok normal hali makyajlısından daha korkunç oldu. Can bu işe bir el at sen çıakrsın bunun altından:)

    Bu arada ben de my bloody valentine 3d’ye gitmeyi düşünüyorum sırf 3 boyutlu bir korku filmi görmek için. Freddy’nin ölümü’nden beri beklediğim bir deneyim.

  3. Bu tespit ve düşüncelere katılmamak elde değil. Örnekleri gittikçe artan yeniden yapımların orjinallerinin ruhunu yakalayamayacağı aşikar.Uzakdogu sineması , kitap , çizgi roman uyarlamalarından sonra Avrupa’ya da el atan Hollywood amacına ulaşsada gerçek sinemaseverlerin gözünde hiçbir zaman bir yere varması mümkün değil.Bir [rec] hayranı olarak önce [rec]i sonra Quarantine’yi izleyip aradaki 7 farkı bulmanızı öneririm. Kötü çekilmiş taklit filmleri ‘remake’ adı altında sunmak Amerikanlar’ın aslında yaratıcı olduklarınıda gösteriyor.Ama yaratıcılıkları sanat yaratıcılığından bir hayli uzak. Eğer bir gün Türk sinemasında da korku-gerilim türünde başarılı örnekler görebilirsek onlarında Amerikanlar tarafından ‘Remake’ yapılmaması umuduyla… (Tabi kendi başarısız örneklerimizide unutmadan) Bkz. Şeytan

  4. şeytan filminin kötü bir film olduğuna katılmıyourm (bkz. Mahakaal -aslında ben bu filmide çok severim diğer bütün kötü filmler gibi-)

  5. Exorcist’in Türk uyarlaması Şeytan’dan bahsediyordum. Eglenceli olduğu kesin ama korku türünde bir film olarak bence başarılı bir film değildi . Yinede unutulmaması gerekir. 70’lerde yapılmış türk korku filmlerinin nasıl oldugunu görmek için izlenebilir.

  6. Gorcun biz aslında “Kötü film sevenler cemiyeti” olduğumuz için yazar arkadaşlarımız “Şeytan”ı severler. Tabi buna ben de dahilim.

    “Şeytan”ın başarısı ya da başarısızlığı biraz görecelidir aslında… Metin Erksan korku türüne yakın bir yönetmen değildir. “Şeytan” filmini çekmeyi o dönem içinde bulunduğu maddi sıkıntıya bağlamıştır. Orijinal filmi izleyen ve yarattığı etkiden çok heyecanlanan Hulki Saner teklifi biraz da zorla Erksan’a kabul ettirmiş. “Şeytan” başka bir yönetmenin elinde çok daha büyük bir hayal kırıklığına dönüşebilirdi ama Erksan yine de yönetmenliğini konuşturmuş ve bize tamamen yabancı, hristiyan öğelerle beslenen bir konuyu yerlileştirmeyi büyük ölçüde başarmıştır. Tabi sonuçta ortaya taklit ve teknik olarak yetersiz olduğu için dönem seyircisi tarafından kabullenilmemiş bir iş çıkmıştır.

    Metin Erksan bu filmden sonra “Kadın Hamlet”i çekerek bir kez daha ve bu defa seyirci tarafından olmasa bile eleştirmenler tarafından beğenilen bir filme imza atmıştır.

    Aradan geçen bunca zamandan sonra bu filmleri iyi ya da kötü olarak değerlendirmek çok güç. Çünkü popüler kültür bu malzemeyi başkalaştırdı ve kıymetlendirdi. “Şeytan”ın çekilmemiş olması büyük kayıp olurdu. İyi ki yapılmış diyorum ben :)

    Muhabbetle…

  7. Hiç bir filme salt iyi ya da kötü diye bakamam sevdim ya da sevmedim diyebilirim ancak. Remakelere gelince Türk sineması 70lerde oldukça güzel remakelere el atmışlar. Zaten bir çok yeşilçam klasiği de remakedir. Özellikle aşk filmleri.

    Şeytan da candır, eğlencedir.

  8. Mesajlarınız için teşekkürler. Sitenin misyonunu ve formatınızı ilgi çekici bulduğumdan üye olup yorumlara katılmak istedim.Daha çok yeni olduğumdan siteyi incelemeye devam edicem .Daha şimdiden bir çok degişik daha önce duymadığım filmleri gördüğümede seviniyorum.Sizinde dediginiz gibi Şeytanın çekilmemiş olması Türk sineması için kayıp olurdu ancak remake’deyiz başlığında yazarkende kötü çekilen yeniden yapımları yazarken Şeytan ve orjinali The Exorcist aklıma geldi ve belirtmek istedim. Kötü çekilen filmlere karşı bir tavrım yok aksine Çetin İnançın filmleri başta olmak üzere bir çok fantastik , aksiyon , korku filmi sayesinde belli bi hayranlığım var . Daha fazla kıyıda köşede kalmış film keşfetmek ve tartışmak umuduyla …

  9. Hiçbir film yeniden çekildiği zaman ilk çıktığındaki çekiciliğini yakalıyamaz. Tabiki bazı filmlerin özellikle exorcist te olduğu gibi günümüz efektleriyle yeniden çekilmesi, çekildiği dönemdeki seyirci kitlesine hitap edilmesinin istenmesindendir. Doğru bir yaklaşımdırda. Çünkü günümüz 13 ile 25 yaş ortalamasının çoğunlukta olduğu sinema seyircisi kitlesine Exorcist in 1973 yapımı versiyonunu izletemezsiniz. Takliti ancak aslından daha iyi yapacaksan uygularsın. Tıpkı Garez de, Tıpkı Halka da olduğu gibi. Ama daha iyi derken hitap ettiğin seyirciye uygun olan daha iyi anlamında. Bu bağlamda taklit Türk Filmlerinin yine Türk seyircisine yönelik, onların beğeneceği tarzda çekilmeye çalışılması, temelde Türk sinema seyirci kitlesinin beğenisi doğrultusunda hazırlanması, döneminde sinemaya ilgiyi canlı tutmuştur.
    Ama şunuda belirtmek isterimki bir filmin alınıp bir başka taklit versiyonu yapma işinede karşıyım. Tıpkı Türk Exorcist, Türk yapımı E.T. , Türk yapımı Süperman, Örümcek adam, v.s. gibi. Her zaman özgün senaryodan yanayım. Taklitler aslını yaşatır boşuna dememişler. :) Sen Şeytan filminin kopyasını yapacağına örneğin 12 İmam ın aslında Şeytanı dünyadan uzak tutmaya çalışan 12 Cehennem kapısı bekçisi olduğu ve aralarındaki kovelent bağın çeşitli günahlar işleyerek kopartılması ile Şeytanın dünyaya gelmesi gibi bir senaryo yazsan, %90 ı Müslüman olan Türkiye sinde daha çok satar.. :)…

  10. Yeni üyelerimize hoşgeldiniz demek istiyorum. Bu arada Temizkan’a ne oldu bilen var mı? Tişörtü kaptığından beri yok ortada:)

  11. Masis, Temizkan’ın yorumlarını “Korku Sitesi”nde görüyorum. Mutlaka burayı da takip ediyordur. Ama hakikaten tişört olayı yorum yapanlar için iyi bir motivasyon aracı idi. :)

    Bak Gorcun görüyormusun, üyelerimize ne kadar sahip çıkıyoruz :)

  12. Rec den sonra Quarantine’yı çeken, ve de bu şekilde çekenlerin amacını anlamakda oldukça güçlük çekiyorum. Neredeyse aynısını çekerkenki motivasyonu nasıl buldular o bile çok ilginç.

    yakın zamanda “the last house on the left” de geliyor. Umarım eli yüzü düzgün bir yapım olur.

  13. Çok sevdiğim bir filmin remake halini görmek çoğu zaman canımı sıkıyor ama gelişen teknolojinin nimetlerinden yararlanılark yapıla remakeler de bazen gerçekten çok zevkli olabiliyor. Örneğin yukarda bahsi geçen My Bloody Valentine gibi ya da bu yılın en çok iş yapan filmi The Dark Knight da bir tekrar yapımdı sonuçta.

    Filmin orijinal halini izlemiş olmak şartıyla remakelerin de gönül rahatlığıyla izlenebileceğini düşünüyorum. Eğer iyi yaparlarsa ne ala, hadi kötü oldu diyelim o zaman da eski ustalara duyduğunuz saygı daha artmış bir halde çıkarsınız salondan :)

  14. internette orjinalinden iyi remakerler yani yeniden çevrimler yazdım. Çıkan cevap şu;Böyle Bir şey yok yanıtını aldım. Bende öyle düşünmüştüm. Çünkü orjinalli varken remakesine para veren bizler suçluyuz. Neden farklı birşey çekmek varken bir filmi alıp tarihini değiştirmekten başka birşey yapmadan tekrar çekmeye çalışırsınız? Burdsn sesleniyorum kolaysa Old Boy filmini tekrar çekin bakalım.

    Ama yok ille biz yapalım. Nasıl olsa izleyecek enayi sinema seyicisi var diyorlar. Bizde mal mal gidip heyecanla izliyoruz. Sonra param boşa gitti diyoruz. Biz bilinçlenemezsek böyle olaylar ile karşılaşmaya devam edeceğiz. Galiba ne dersiniz?

    Doğrusunu söylemek gerekirse biz Türklerde 70′lerde gayet çok remake çektik. Ama Amerikalıların eline bu konuda su dökemeyiz. Sonra derler Türk sineması hazırcı, şimdi kimin hazırcı olduğunu biliyorlar. Asya sineması resmen sömürdüler. Bizi soğuttular. Yani kendi ayıbını göremez. Başklarını ayıplar. Yeter be kardeşim(Oh rahatladım)

    Bakalım son remake örneği Soldaki Son Ev başarılı olabilecek mi? Hiç sanmam ama neyse Hadi Gayri amerika sineması daha doğru şeyler yap ya da yapma biz daha ileri gidelim. Remakeler para indire gandi yapmaktan başka amacı olmayan filmler.

  15. Teksas katliamını 13. cuma ve Halloween’i seyretim hem orjinalini hemde yeniden yapımlarını da seyrettim orjinalleri düşük bütçeyle yapılan emek harcanan filmlerdir

  16. Uzun bir süredir remake kavramına önyargılı bir şekilde sinirleniyordum. Ama remake ve orijinalleri ard arda izledikçe bir şeyin farkına vardım. Aslında yeniden çekimlerin çekiliş amacına göre ayırmak lazım. Kimisi sadece para amaçlı çekilse de kimisi gerçekten orijinaline saygı duyan ve daha iyi teknik ve teknolojiyle çekilen filmler oluyor. Bu noktada bu ayrımın farkına varmak lazım. Buna bir örnek olarak King Kong (2005) filmini verebiliriz. Eski filmlerle, yeni filmleri teknik olarak karşılaştırın. Bunun dışında ”remake”in en çok örnekleri gördüğümüz korku sinemasına bakarsak, bence Friday the 13th, Halloween gibi zaten çok bilinen örnekleri günümüze göre başarılı çekilmiş yeniden yapımlar olarak görüyorum. Sonuçta 20 yıl önce çekilmiş filmlerden farklı bir teknolojisi olan filmler yeni çekimlerde hem eskilerini hatırlatıyor hem de yeni çekimlerle değişik bir tat katıyorlar. Tabii Rec, Shutter, Grudge gibi örnekleri aynı kefeye koyamayız. Sonuçta bir iki yıl önce farklı bir ülkeden çıkmış filmlerin Amerika’da yeniden çekilmesinin nedeninin para dışında bir şey olmadığı malum. Ama artık yeniden çekimlere o kadar önyargılı bakmamak gerektiğini düşünüyorum. Tabii bilinçli bir sinemasever olarak orijinal yapımları bilerek ve hepsine gereken değeri vererek.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Japon Erotik Sineması: Pinku Eiga

Japon erotik sineması namı diğer Pinku Eiga 50 yıllık tarihinde
blank

İntikam Almak: The Revenant ve Kill Bill

İntikam; içerdiği yoğun öfke, ihanete uğramışlık, kayıp, acı, adaletsizlik, adaleti