Zombi filmlerinden sıkıldınız mı? Yeni bir zombi ya da ‘infected’ filmi görünce “yeter artık” diyor musunuz? Belki de haklısınız. George A. Romero’nun Night of the Living Dead (1968) ile fitili ateşlediği ve Dawn of the Dead (1978) ile kurallarını belirlediği alt türe ait sayısız iyi ve kötü örnekten sonra seyirci olarak böyle bir isyanda bulunmanın haklı tarafları da yok değil hani. Hem zaten 2010 yılından beri ekranlar aracılığıyla evlerimize kadar gelen ve önümüzdeki ayın sonunda yedinci sezonuna başlayacak olan The Walking Dead, (eğer öyle bir şey varsa) zombi açlığımızı doyurmakta bir hayli iddialı. Ben zombi filmi gördü mü dayanamayanlardanım; yeni bir tanesinin haberini alınca, ne yapıp edip illaki izliyorum. İngiltere / İspanya / Belçika ortak yapımı The Rezort da taze zombi filmlerinden.

The Rezort posterİzleme isteğimin sebeplerinden bir diğeri de yönetmen Steve Barker. Savaş Korku Filmleri’ne olan aşırı ilgimden kaynaklanan ve 2008 tarihli Outpost ile şekillenen özel bir ilgim ve sevgim var Barker’a. İngiliz sinemacı, ilk uzun metrajlı filmi Outpost’tan sonra zayıf devam filmi Outpost: Black Sun’ı (2012) yönetti*1. The Rezort ise üçüncü filmi.

Filmin basit ama alt tür dahilinde sorunsuz çalışan bir öyküsü var; 10 yıl önce başlayan zombi istilası, büyük kayıplar verilse de insanlık adına zaferle sonuçlanmıştır. Bütün dünyada yok edilen zombilerin hala bulunduğu son yer ise güneş-deniz-kum (üç S: sun-sea-sand) üçlüsüyle cazip bir tatil beldesi olacakken bununla yetinmeyen The Rezort isimli bir ada. Valerie Wilton adındaki bir işkadınının işlettiği tatil beldesinin ziyaretçileri, ödedikleri büyük paralarla hem üç S’den faydalanıyorlar, hem de belirli bölgelere zincirlerle bağlanmış ve hedef tahtası gibi yerleştirilmiş zombileri ateşli silahlarla öldürüyorlar. Dünyanın çeşitli ülkelerindeki TV kanallarından verilen haberler ile açılan film, adada bir sorun olduğundan bahsetmektedir. Yeni bir zombi salgını şüphesi, doğal olarak bütün dünyada bir numaralı haber haline gelir.

Haber programları aracılığıyla filmin yaratmak istediği dünyaya ait birtakım açıklayıcı bilgilerin verildiği giriş bölümünün ardından 10 gün öncesine döneriz. Adada tatil yapmak isteyen bir çift, onların adaya gelişleri, zombi avında beraber hareket edecekleri gruptakilerin tanıtımı derken öykü yavaşça şekillenmeye başlar. Giriş bölümünün de imlediği üzere artık bir sürpriz olmaktan çıkan “sorun” sonrası gruptakilerin hayatta kalma mücadelesini izleyeceğimiz kesinleşir. Nitekim film yan yollara sapmadan vadettiğini sunmaya başlar.

Yakında yeni bir televizyon dizisi olarak ekranlarda boy gösterecek olan, Michael Crichton’ın yazıp yönettiği Westworld (1973) ile yakın akrabalık bağları kuran The Rezort, robotların yerine zombileri yerleştiriyor ve sonrasında birçok zombi filminde defalarca izlediğimiz hayatta kalma mücadelesine odaklanıyor. Sadece bu haliyle iyi çekilmiş ama sıradan bir zombi filmi olmaya aday The Rezort, ekstra bir dokunuş ile fark yaratmaya çalışıyor.

[box type=”warning” align=”” class=”” width=””]

*** Yazının bundan sonraki kısmı SPOILER barındırır. ***

Tatilin gözde merkezlerinden biri olan adanın bir kısmında (hemen havalimanının yanındaki geniş bölgede) bir mülteci kampı bulunmaktadır. Daha giriş bölümündeki haberler kısmında da bahsedilen kampı görür görmez hemen akla tek bir soru geliyor: zombilerin öldürülerek tüketildiği bir eğlence(!) merkezinin bitmek tükenmek bilmeyen zombi kaynağı ne olabilir ki? Yoksa?

Aslında tahmin etmenin çok da zor olmadığı bu görece zayıf sürprizin amacı seyirciyi şaşırtmaksa pek de başarılı olduğunu söyleyemeyiz. Ancak asıl amacın bu olduğunu zannetmiyorum. Malum şu anda Avrupa’nın gündemini meşgul eden önemli konulardan bir tanesi de mülteci sorunu. Sen üç tane alacaksın, ben beşten fazla almam, alamam minvalinde devam eden tartışmalar, dünyanın birçok “geri kalmış” ya da “gelişmekte olan” ülkesinde devam eden savaşlardan kaçmayı başarabilen, evini yurdunu terk edip canını kurtarmaya çalışan mültecilerin sorunlarına yardımcı olmaktan uzak görünüyor. The Rezort, vahşi bir düzen ile işletilen sapkın eğlence merkezinin hammaddesi olarak mültecileri kullanarak Avrupalının (hepsinin olmasa bile büyük çoğunluğunun) mültecilere nasıl baktığını göstermek istiyor. Açıkçası çok da umutlu bir tablo çizmiyor.

*** SPOILER sonu ***

[/box]

Bir zombi filminde ne arıyorsanız, The Rezort’ta fazlasıyla bulacaksınız. Son zamanlarda iyi çekilmiş bir zombi filmine denk gelmek gerçekten zorlaştı. Ancak The Rezort, hem alt türün bütün gereklerini yerine getiriyor, hem de gündemdeki önemli konulardan birini işaret ederek, Romero’nunkiler kadar olmasa bile, basit öyküsünün altını doldurmayı başarıyor.

Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca

The Rezort 01

[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]

*1: Outpost üçlemesi ile ilgili daha fazla bilgi almak için neredeyse bütün savaş korku filmlerini bir araya getirmeye ve zaman içinde yaptığım eklemeler ile zenginleştirmeye çalıştığım Savaş Korku Filmleri başlıklı yazıya başvurabilirsiniz.[/box]

blank

Murat Kızılca

1971 İstanbul doğumlu. Aylık online sinema dergisi CineDergi ve aylık kültür sanat dergisi kargamecmua için sinema yazıları kaleme alıyor. 2008 yılından beri katkı sağladığı Öteki Sinema’da bir yandan da editörlük görevini sürdürüyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Seven Blood-Stained Orchids (1972)

Umberto Lenzi’nin kanlı giallo’su Seven Blood-Stained Orchids, ucuz romanlarıyla tanınan
blank

Argento’nun Doğaüstü Üçlemesi: Üç Ana Efsanesi (Vol.1)

Thomas de Quincey’nin kitabında yer alan üç kız kardeş betimlemesinden