Yıldız Savaşları… Fantastik sinemaya düşkün sinemaseverin ziyafet sofrası. 80’ler muhteşem afişlere sahip uyduruk filmlerle doluydu ama bilirdim ki bir Yıldız Savaşları filminin afişinde ne görüyorsam o! Bir sürü gezegen, ilginç yaşam formları, nefes kesen uzay savaşları, galaksiye hükmetmek isteyenler, onlara karşı çıkanlar, Jedi’ler, Sith’ler, Ustalar, çıraklar ve dahası…
1977 yılında gösterilen ve efsaneyi başlatılan ilk Yıldız Savaşları filmi yapanlar için çıldırtıcı bir deneyimdi. Ekipteki herkesin “biz ne yapıyoruz böyle, bu film fena çuvallayacak” dediğini biliyorum, bunu söylemeyen belgesel, yazmayan kitap yok ama öyle olmadı. Film tuttu, hem de fena tuttu ve yeni maceraların önünü açtı çünkü dersi derste dinleyen bir sinema öğrencisi ve azılı bir sinefil olan George Lucas, hikayeyi oluştururken, Kurosawa’nın Hidden Fortress’ı gibi sağlam filmlerden referans almıştı. “O güne dek hiç görülmemiş uzay savaşları” ise aslında 2. Dünya Savaşı sırasında havada yaşanan it dalaşlarının atmosfer dışına çıkmış haliydi. Her şey çok uzakta ama çok tanıdık.
Lucas bu formüle eski ucuz bilimkurgu filmlerindeki arsız macera duygusunu da eklemeyi başarınca film koptu! Yıldız Savaşları görülmemiş bir gişe başarısına imza attı ve devam filmlerinin önü açıldı ancak o yılların özel efekt teknolojisiyle bu kalitede bir işi “ha deyince” kotarmak mümkün olmuyordu. Eserin yaratıcısı olan George Lucas farklı bir yol denedi, yönetmen koltuğundan kalktı ve Yıldız Savaşları’nı değişik kanallardan besleyerek efsanenin sınırlarını genişletip bir evren oluşturdu. Çizgi romanlar, oyunlar, oyuncaklar… Hepsi hem bu amaca hem de Lucas’ın kasasını doldurmaya yaradı.
Yıllar sonra, dijital sinema ve CGI efektler bronz çağını yaşarken, Lucas yeni bir hevesle karşımıza çıktı ancak Spielberg’in Jurassic Park ile dinozorlara yaptığını o Yıldız Savaşları’na yapamadı. Hikayeyi tamamlayan yeni üçleme; yeşil fon önünde çekildiği çok belli olan ruhsuz oyunculuklarla ve aptal CGI karakterlerle dolu ucubeler olarak hatırlanıyor.
Günün birinde Lucas, şirketi Disney’e sattı ve yeni Yıldız Savaşları filmleri gündeme geldi. Disney marka değeri yüksek bu fikri çabucak hayata geçirdi ve J.J. Abrams o eski güzel günleri anan Millenium Falcon’lu, X-Wing’lerle dolu (özlemiştik) Güç Uyanıyor’u çekti ve yeni Yıldız Savaşları filmlerinin rotasını belirlemiş oldu. Evet, şu çok açık; Yıldız Savaşları demek sonu gelmez imparatorluk entrikaları, tuhaf diplomasiler, yumuşak hatlı parlak uzay gemileri ve CGI saçmalıkları demek değil! Aksine paslı, tozlu, çürümüş bir tarafı var bu uzay macerasının ve seyirci de bunu görmek istiyor.
Girişi kısa kesemediğim için üzgünüm ancak konu Yıldız Savaşları olunca yazacak o kadar çok şey var ki! Şimdi filme geçiyoruz ancak yazının bundan sonraki kısmının sürprizbozan (Spoiler) sayılabilecek bilgiler içerdiği konusunda uyarmak zorundayım. Gerisini okumak artık sizin tercihiniz.
Küçük bütçeyle harikalar yarattığı İstila ile “yönetmen olacak çocuk” olarak karşımıza çıkan Gareth Edwardsi Rogue One’ın direksiyonuna geçti ve Abrams’ın denediği ama tam olarak başaramadığı şeyi yapıp önümüze attı; Rogue One bir Yıldız Savaşları filmi… Güç Uyanıyor’un aksine bir “77 mezunları partisi” değil, finale doğru iyice yükselen dramatik yapısı çok güçlü bir hikayesi var. Evet, “yine mi Ölüm Yıldızı!” diyebilirsiniz ama bu kez gerçekten başka bir hikaye yazmayı başarmışlar. On yıllar içinde gelişen Yıldız Savaşları fanatizmi de bu Ölüm Yıldızı meselesinden fazlaca uzaklaşmaya izin vermiyor açıkçası. Bu ancak çizgi serilerde mümkün oldu, o hikayeler de bir gün karşımıza çıkacaktır.
Rogue One’ı basın gösteriminde değil, birkaç saat sonra yapılan seyircili gösterimlerden birinde izledim. O esnada eleştirmen arkadaşlarımın görüşlerini de merak edip öğrenmiştim ki aralarında “bu şimdiye kadar izlediğim en iyi Yıldız Savaşları filmi” diyen bile vardı. Öyle mi gerçekten? İnsan heyecanlanıyor! Bu beklentiyle salona girdim ve ilk kez bir Yıldız Savaşları filminin açılış geleneği olan yukarı kayan yazılarla başlamadığını gördüm. Neyin peşindesin Disney, korkutma beni!
Film başladı ama ben filme giremedim. Yıldız Savaşları hayranlarının çektiği onlarca film izledim ve ilk 20 dakika iyi bir bütçeyle çekilmiş bir hayran filminden farksızdı. Disney’in beğenmediği için pek çok sahneyi yeniden çektirdiğini de biliyorum ya, endişem giderek arttı ama Jedha şehrinde yaşanan pusu macerası ile titreyip kendine gelen film, isyancı pilotun imkansız bir görev için üsten ayrılırken ettiği “şey… Geminin adı Rogue… Rogue One!” repliğinden sonra başka bir kıvama geldi.
Bundan sonrası Empire Strikes Back dahil hiçbir Yıldız Savaşları filminin yapamadığı kadar etkileyici bir macera. Gareth Edwards, 12 Kahraman Haydut (Dirty Dozen) filminin bolca fedakarlık içeren aromasını ekleyerek çektiği finalle ayakta alkışlanmayı hak ediyor. Bir yakınlık kurmak gerekirse; Return of the Jedi filmindeki yerde ve gökte yaşanan Endor savaşını andıran bu finalle film 1977 yapımı ilk Yıldız Savaşları macerasına kusursuz bir şekilde köprüleniyor. Hani o filmde hep “asiler Ölüm Yıldızı’nın planlarını ele geçirdi” derler ya. Rogue One’ı izledikten sonra da “Scarif diyerek geçme tanı, düşün altında binlerce kefensiz yatanı” diyor insan! Yine en büyük Yıldız Savaşı geyiklerinden biri olan “kocaman Ölüm Yıldızı yapıyorsun ama girip bir füze sallıyorlar olayı bitiyor” diyenlere büyük kapak olacak bir bilgi geliyor. O işin aslı da başkaymış meğer!
Rogue One: Bir Yıldız Savaşları Hikayesi amacını aşan bir film, açıkçası bu filmin olası başarısı Disney kanadında nasıl yorumlanır bilinmez ama Rogue One’dan sonra Güç Uyanıyor’un boyası dahi çizilmiş oldu. Rogue One, şunu alnının akıyla ispatlıyor; evet eski filmler gibi filmler çekebiliriz ve aynı karakterler etrafında dönüp durmamıza gerek yok. Yıldız Savaşları evreninde harcanamayacak üç beş karakter var, filmleri onlarla çeşnilendirip bambaşka hikayeler anlatmak gerek”.
Cast genel olarak başarılı, bir tek Cassian’ı oynayan Diego Luna’ya ısınamadım. Ölüm Yıldızı’nın mimarlarından ama aslında kendini isyan hareketine adamış olan Galen Erso’nun (Mads Mikkelsen) kızı Jyn Erso’yu canlandıran Felicity Jones kimi zaman Luke Skywalker’ı hatırlatıyor, özellikle finalde bir sahnede, “hey adamım bu bildiğin Luke olmuş!” dedirtti. Jedi’ların gözden düştüğü bir zamanda karşımıza çıkan Chirrut (Donnie Yen) ve Baze (Wen Jiang) herkesten sahne çalıyor ve eski filmlerin mistik aromasını veriyorlar filme. Bu arada Vali Tarkin karakterine dikkat! George Lucas izlerken “erken girdik bu CGI meselesine” deyip Jar Jar Binks’ten bir kez daha utanmıştır sanırım.
Rogue One, fantastik ve bilimkurgu filmlerini sevenler için kaçırılmayacak bir fırsat. K2 adındaki yeniden programlanmış bu yüzden de biraz kafası karışmış olan imparatorluk droidi üzerinden tadında bir mizah üretilmiş ama filmin genel olarak karanlık bir tonu var, “Keşke PG13 çekmeselerdi daha da karanlık görünseydi” dedim ancak bu film aslında çocuklar için. Empire Strikes Back’i Merzifon’da bir sinemada izlediğimde ben de çocuktum. Şimdi de başka çocuklar inanacak bu efsaneye ve bir bilimkurgu filmi izleyerek aşılanacaklar; zalimlere karşı kazanma ihtimali çok az olsa bile direnmek gerektiğine… Çünkü hepimize “yeni bir umut” gerekiyor!