“Filmin başarılı olma ihtimali zilyonda birden biraz daha fazla.” George Lucas
Evet, 1977 yılında çekilen ilk Star Wars vizyona girmeden önce filmin yaratıcısı George Lucas bunları söylemişti. Keza, Harrison Ford’dan Mark Hamill’e kadar birçok oyuncu da kendilerini büyük bir saçmalığın içinde bulduklarını o yıllarda dile getirip durmuştu. Peki, kimsenin bu denli güvenmediği bir proje nasıl sinema tarihinin en kült, en popülist serilerinden biri haline geldi? Açıkçası bu konu ile ilgili birçok akademik çalışmayı rastlamak bile mümkün. Ancak genel hatlarıyla bakmak gerekirse Star Wars, dünyevi olaylardan beslenen, çekildiği dönemin siyasi atmosferini çok ama çok uzak bir galakside cereyan ediyormuş gibi yansıtan, fantastik sinemanın tüm inceliklerini beyazperdeye aktaran ve belki de en önemlisi yarattığı karakterlerle gönüllerde taht kurmayı başaran nevi şahsına münhasır bir seridir.
Tabii, orijinal üç filmin yarattığı sansasyonel durum, devam filmlerinin de çekilmesine olanak sağladı. Önce 2000’lerin başında, sinema tarihinin en karizmatik kötüsü olan Darth Vader’ın karanlık tarafa nasıl geçtiği sorularına cevap aradık. Ki bu tanıtıcı filmler –izninizle Revenge of Sith’i bir nebze dışarıda tutmak istiyorum- serinin en kötü filmleri olarak akıllarda yer etmiştir. 2015 senesine geldiğimizde ise, Star Trek’ten tanıdığımız J.J. Abrams seriyi bambaşka bir boyuta taşıyacak, Darth Vader sonrası galaksinin durumuna ışık tutan, Star Wars: The Force Awakens ile beyazperdenin yolunu tutacaktı. Bu film, Star Wars fanlarını ikiye bölen bir filmdir esasen. Kimi oldukça çocuksu bulmuş kimi ise A New Hope’dan aldığı referanslardan ötürü filmi oldukça beğenmiştir. The Force Awakens’in yarattığı tartışmalar süre dursun, biz 2016 senesine, günümüze doğru yavaş yavaş bir yolculuğa çıkalım.
Evet, 14 Aralık günü, Star Wars evreninin 8.filmi olan Rogue One: A Star Wars Story vizyona girdi. Bu filmin çekileceği haberi ilk olarak düştüğünde açıkçası, ne gerek vardı ki diyenlerdendim. Çünkü böylesine efsane olmuş serilerinin sakız gibi uzatılmasının, onun yarattığı büyüyü bozacağına inanıyorum. Ancak gelin görün ki, Rogue One başından sonuna dek vaat edikleriyle ne gerek vardı ki diyenlerin lafını ağzına tıkacak cinsten bir performansla karşımıza geldi. Bırakın fanların filmi sevip sevmemesini, hayatında bir tane dahi Star Wars filmi izlemeyen biri bu filme bayılacaktır. Neden mi? Dilerseniz Rogue One: A Star Wars Story filmini bize sevdirecek nedenlere hep birlikte göz atalım.
Özgün Hikâye
Malumunuz Rogue One, Death Star planlarının çalınması sürecine eğiliyor. Bu da haliyle filmi, A New Hope’a bağlayan, orada eksik kalan bölümü anlamlandırmaya olanak sağlıyor. Ancak Rogue One’ın farkı, bir nebze de olsun bağımsız hareket etmesinde yatıyor. Hikâyenin merkezine yerleştirdiği Jyn Erso’nun geçmişi ve babasıyla yaşadıkları filmde büyük bir yer kaplayan; kendi içinde hikâyeyi bütün haline getiren bir husus. Bunun zaafları yok mu? Tabii ki var. Özellikle Jyn’nin kendi özel hayatına daha fazla odaklandığımız filmin ilk yarısı bu nedenle bir nebze de olsa durağan gidiyor. Ya da şöyle söyleyelim, hiçbir soru işaretini arkada bırakmamak için oldukça ayrıntılı ilerliyor. Bu durum en başta film için “acaba mı” sorularını beraberinde getirirken, ikinci yarı da artan aksiyonla birlikte daha da anlamlı bir hale geliyor.
Evet, bizleri Rogue One bağlayan birçok detay olabilir. Ancak Jyn Erso’nun gözü kara duruşu, herkesin hain gözüyle baktığı babası Galen Erso’nun peşinden olabildiğince güvenle gitmesi, filmin özgün bir hikâye yaratması konusunda oldukça işlevsel. Bu süreçte gülebilirsiniz, hatta ve hatta ağlayabilirsiniz. Çünkü Galen ile Jyn’in yaşadıkları yıllardır imparatorluğun zulmü ile boğuşan galakside vuku bulan bir baba-kız ilişkisinden daha da fazlası…
Adrenalin Seviyeniz Tavan Yapacak!
Film ilk yarısında olabildiğince detaylı bir şekilde bizleri ikinci yarıya hazırlarken, açıkçası böylesine aksiyon dolu ve gerilimi yüksek bir hikâye servis edeceği pek öngörülebilecek bir durum değildi. Ancak yönetmen Gareth Edwars ile senarist Tony Gilroy’un üst düzey uyumu bizleri gerçekten çok ama çok uzak bir galakside cereyan eden olayların tam merkezine, olabildiğince odaklanmış bir şekilde bırakabilmeyi başarıyor. Özellikle Jason Bourne serisine kalemiyle hayat veren Tony Gilroy’un yaratılan bu aksiyondaki payının oldukça fazla olduğu görüşündeyim. Çünkü bu noktada film, içi boş bir gerilimden ziyade, hiçbir soru işareti bırakmayan ve her bir dakikasındaki heyecanı daha fazla arttıran duruşuyla izleyenlerine bambaşka bir seyir zevki sunuyor. Gilroy’un kalemine ek olarak Edwars’ın adeta George Lucas’ı aratmayacak tarzdaki dokunuşları da bizleri gerçekten orijinal bir Star Wars filmi izliyormuş havasına sokabiliyor.
Rogue One’ı değerli kılan, tek başına bir sinema filmi haline getiren en önemli noktası şüphesiz gerilimi. Emin olun, Asilerin verdiği bu savaşta zaman zaman siz de oradaymış gibi hissedecek ve kendinizi naralar atarken bulacaksınız!
Eğlenmeye Hazır Mısınız?
Star Wars evreninde çekilmiş filmlere şöyle bir dönüp baktığımızda, başarılı olarak addettiğimiz filmlerin neredeyse hepsinde mizah ile gerilimin başarılı bir şekilde harmanlandığını görmekteyiz. Nitekim Rogue One’da geçmiş filmlerden aldığı referansları günümüze başarıyla taşımayı başarıyor. Özellikle evrenin demirbaşlarından olan Droidlere bir yenisini ekleyen Rogue One, patavatsız K-2SO ile fütursuca güldürmeyi vadediyor. Filmin açık ara en büyük sürprizlerinden olan bu Droidi hem çok seveceksiniz hem de ağzından çıkan her bir kelimede yüzünüzde oluşan tebessümün önüne geçemeyeceksiniz.
Adıyla Müsemma Yıldız Savaşları
Geçtiğimiz yıl vizyona giren The Force Awakens’de en çok göze batan detay, isminin hakkını verememesiydi. Belki vadettiği gibi güç uyanıyordu ama ya yıldız savaşları? 1977’de çekilen ilk filmden beri görmeye alıştığımız yıldız savaşlarının bir benzerine rastlayamadığımız The Force Awakens bizi çöllere hapseden yapısıyla hala akıllarda. Ancak Rogue One, J.J.Abrams’ın düştüğü bu hataya düşmeyi reddediyor ve bizi gökyüzünde cereyan eden olayların tam merkezine bırakıyor. Bu küçük gibi görünen ancak serinin ehemmiyeti için oldukça büyük önem taşıyan olay, Rogue One’ın özelinde filmin heyecan dozunu yükseltmekle kalmıyor, adeta geçmiş bölümlerden de pasajları gözümüzün önüne getiriyor.
Tabii bu yıldız savaşlarının ne denli ustalıkla çekildiğine de ayrı bir parantez açmak gerekir. Gareth Edwards bu noktada kendinden beklenenin fazlasını yerine getiriyor ve neredeyse kusursuza yakın bir performans ile gerilim yüklü savaş sahnelerini bizlere aktarmayı başarıyor. Sırf yapmışken şuraya da iki görsel efekt ekleyeyim kafasına girmeden, çekilen tüm sahnelerin bir amaca hizmet etmesi filmi bu denli izlenebilir kılan detayların başında geliyor.
Göze En Hoş Gelen Husus: Filmin Retro Havası
Bildiğiniz üzere Rogue One, 1977 yapımlı A New Hope’un hemen öncesinde yaşananları merkezine alıyor. Bu da haliyle, hikâyenin geçtiği zaman dilimini bir nebze de olsun 1977 şartlarına göre dizayn edilmesini zorunlu kılıyor. Her ne kadar Episode 1-2-3 A New Hope’un oldukça öncesine dayansa da sanat yönetimi açısından orijinal üçlemenin oldukça ilerisinde hareket eden bir yapıya sahipti. Ancak Rogue One, tanıtıcı bölümlerin düştüğü hataya düşmüyor ve biraz da bağlayıcı unsur olmasından dolayı zorunlu olarak, filmin sanat yönetimi kısmını oldukça retro bir atmosfere sokuyor. Böylelikle filmin A New Hope’a bağlanan kısmı daha inandırıcı hale geliyor ve sanki gerçekten 1977 şartları gözeterek bir sanat yönetimi ortaya konulmuş izlenimi yaratıyor.
Darth Vader’ın orijinal kostümüne sadık kalınması, valilerin kıyafetlerindeki en ince detayların üzerinde durulması ya da Asilerin kostümlerinin yahut bulundukları mekânların A New Hope ile oldukça fazla uyum göstermesi filmin başından sonuna dek doğru tasarlanmış bir yapı içinde gerçekleştiği izlenimini uyandırıyor. Bu da haliyle filmi izleyen bizlere apayrı bir göz ziyafeti yaşatıyor.
Zamanda Yolculuk Yapmaya Ne Dersiniz?
Evet, Rogue One’ı yazının başından beri kendi ayakları üzerinde durmayı başaran, özgün bir hikâye olarak tanımladık. Ancak film bir Star Wars Spin-Off’u olduğunu bir dakika bile olsun unutmuyor, unutturmuyor. Bu durum da izleyenlerin zamanda yolculuk yapmasına olanak sağlıyor.
Darth Vader, R2-D2, 3-CPO, Vali Tarkin, Mon Mothma,Prenses Leia gibi serinin önemli yapı taşları Rogue One içerisinde kendilerine yer bulanlar. Tabii bir de yalnızca adı geçen ancak o bile heyecan veren Obi-Wan Kenobi var. Saydığımız isimler, ayrı ayrı Star Wars evreninde efsane olmuş karakterler. Onları tekrardan beyazperdede görme şansı yakalamak, şüphesiz serinin fanları için bulunmaz bir nimet. Yalnızca bu durum bile, serinin fanlarını koşa koşa sinemaya götürmeye yetebilecek bir husus.
Hikâyenin Arz Ettiği Önem
A New Hope, ilk dakikasından itibaren asilerin çaldığı Death Star planları üzerinden ilerleme yolunu seçmiştir. Esasen çalınan bu planlar tüm film boyunca birer umut simgesi olarak da nitelendirilmiştir. Ancak gelin görün ki tüm seri boyunca devamlı tekrar edilen bu olayın nasıl gerçekleştiği hep bir soru işareti olarak kalmıştır. Belki de seri boyunca cevaplanmayan, bize gösterilmeyen tek olay asilerin o planları nasıl çaldığıydı. Esasen Rogue One’ın çıkış noktası da bu soru işaretini yok etmekti. Nitekim film, ilk dakikasından son dakikasına kadar yaşanılan özveriyi öylesine destansı bir şekilde resmediyor ki, A New Hope’u daha da anlamlı bir hale getiriyor. Rogue One belki henüz çiçeği burnunda bir Star Wars Spin-Off’u ancak onun yüklendiği misyon, Luke Skywalker ve arkadaşlarının başarmak zorunda oldukları görevi daha da fedakarlık isteyen bir durum içine sokuyor.
Tarihin En Karizmatik Kötüsü: Darth Vader
Belki onun için tarihin en karizmatik kötüsü demek biraz iddialı bir tanım olacak ancak, popüler kültüre bu denli mal olmuş; yaşadığı evrendeki tüm felaketlerin baş mimarı olmasına karşın bu denli sevilen ve hayran kitlesi olan bir başka kötü var mıdır? Bence yok. Sesiyle, kostümüyle, ışın kılıcını kendine has şekilde kullanışıyla Darth Vader, şüphesiz Star Wars evrenini böylesine popüler yapan hususların başında yer alıyor.
Rogue One projesi ile birlikte onun tekrardan beyazperdeye döneceğinin duyulması, sadece Star Wars fanlarını değil tüm sinemaseverleri heyecanlandıran bir olay olmuştu. Nitekim Darth Vader, kendisini özleyenlerin hasretini dindirecek şekilde tekrardan karşımızda.
Dönüp baktığımız zaman, ilk Star Wars filminde yalnızca 12 dakika görünmesine karşın efsane olan Darth Vader’ın Rogue One içerisindeki sahne azlığı kimsenin dikkatini bile çekmeyecektir. Sonuç olarak göründüğü her bir sekansta tüyleri diken diken etmesi zaten onun büyüklüğünü kanıtlayan bir olay.
Ancak pek fazla sürprizbozan içermeden, şunu belirtmem lazım ki; onun ışın kılıcını çektiği an şüphesiz Rogue One’ın en şahane anıydı. Dilerseniz ben film ile ilgili daha fazla detay vermeyeyim ve Rogue One’ı sevmek için başlı başına bir neden olan Darth Vader’ı, fazla vakit kaybetmeden beyazperdede izlemenizi şiddetle tavsiye edeyim. Güç Sizinle Olsun!